06 Şubat 2025

6 Şubat depremleri, felaket kapitalizmi ve ölüm siyaseti

Sadece neo-liberal kapitalizmin felaket kapitalizmi veçhesine değil, aynı zamanda bu sistemin temel koruyucusu ve sürdürücüsü olan ve ölüm siyasetini uygulamaktan çekinmeyen siyasal iktidarlara da karşı çıkmak gerekiyor

6 Şubat tarihi Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçelerinde meydana gelen ve büyük acılara neden olan 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki iki depremin ikinci yıldönümü. Resmî açıklamalara göre, depremlerden etkilenen 11 ilde 53 bin 537 vatandaşımız hayatını kaybetti, 107 bin 213 vatandaşımız da yaralandı. Gerçek rakamların ise çok daha yüksek olduğu ileri sürülüyor.

Depremden etkilenen illerde (6 Mart 2023 itibarıyla) acil yıkılacak, yıkık veya ağır hasarlı kategorilerine giren toplam konut sayısı 518 bin 9 olarak belirlendi. Orta hasarlı konut sayısı 131 bin 577 ve az hasarlı konut sayısı 1 milyon 279 bin 727 olarak tahmin edildi. Bu veriler ışığında deprem sonrasında 2 milyon 273 bin 551 kişi doğrudan yeme içme ve barınma sorunuyla karşı karşıya kaldı. Depremin toplam maliyeti 103,6 milyar dolar olarak hesaplandı (milli gelirin yüzde 9’u). (1) Bu da depremin yol açtığı yıkımın ne kadar büyük olduğunu ortaya koyuyor.

Depremlerin ardından deprem bölgesinden (özelikle de yerle bir olmuş Hatay’dan), ülkenin diğer kentlerine doğru çok büyük bir göç dalgası yaşandı.  Aradan iki yıl geçmiş olmasına rağmen, deprem bölgesinde yaşamlarını devam ettirmek zorunda olanlar açısından başta barınma, temiz içme suyu ve güvenilir gıda temini, ısınma, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişim konuları olmak üzere birçok alanda hala ciddi sorunlar yaşanıyor. Dahası, birçok yurttaşın konutlarının bulunduğu arsa ve araziler, “rezerv yapı alanı” gibi düzenlemelerle büyük ölçüde ellerinden alınıyor.

Türkiye’nin depremlere karşı hazırlığı yetersiz!

Bu depremler ülkenin doğal afetler karşısında ne kadar hazırlıksız olduğunu ortaya koydu. Nitekim bu hazırlıksız olma hali Almanya, Bohum Ruhr Üniversitesi’nce hazırlanan ‘Dünya Risk Endeksi’ adlı endeksle de doğrulanıyor. Bu endeks deprem kuşağındaki ülkelerdeki depreme hazır olup olmama halini (güvenlik açığı) gösteriyor. Bu anlamda güvenlik açığı üç kategoride ele alınıyor: ‘Sosyal eşitsizlik durumu ve kalkınma yetersizliği’, ‘siyasi istikrar, sağlık hizmetleri ve altyapı yetersizliği’ ve ‘ilerleme yetersizliği’. Buna göre, Türkiye bu tür felaketlere dayanıklılık konusunda son derece vasat bir puana sahip (100 üzerinden 29,6 puan). Özellikle ikinci kategoride olmak üzere Türkiye, doğal afetlere karşı “çok yüksek” kırılganlığa sahip bir ülke olarak nitelendiriliyor. (2)

Diğer yandan, depremin ardından devlet bütçelerinden çok büyük miktarlarda ödenek “yeniden imar ve inşaat çalışmaları için” ayrıldı.

Deprem bütçesi

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in 15 Ocak 2024 tarihinde Anadolu Ajansına yapmış olduğu basın açıklamasına göre, depreme yönelik ihtiyaçlar için 2023 yıl sonunda harcama tutarı 950 milyar lira (milli gelirin yüzde 3,7’si) seviyesine ulaştı. Orta Vadeli Program’da (2024- 26) deprem kaynaklı bütçe ödeneklerine göre 2024 yılında deprem kaynaklı giderlerin milli gelire oranı yüzde 2,5; 2025 yılında yüzde 0,9 ve 2026 yılında ise yüzde 0,8 olarak hedefleniyor. Böylece deprem kaynaklı harcamalar dört yıllık dönemde milli gelirin kümülatifte yaklaşık yüzde 8’i büyüklüğüne erişmiş olacak. (3)

Deprem gibi felaketlerin ekonomik olarak, üretim, milli gelir, istihdam, ihracat, devlet bütçesi, gelir dağılımı ve yoksulluk üzerinde çok büyük çapta olumsuz etkileri olduğu kuşkusuz. Ancak bu felaketler kapitalist sistemin egemen sınıfları ve siyasal seçkinleri açısından inanılmaz fırsatlar da oluşturuyor. Başta inşaat sektörü olmak üzere, birçok sektörde faaliyet gösteren sermaye şirketleri, deprem sonrası yeniden inşa faaliyetleri sayesinde ciddi gelirler ve servetler elde ediyorlar.

Bu yüzden de bu depremlerin neden olduğu sosyal ve ekonomik hasarın ortaya çıkışında mevcut iktidarın yaptığı yanlışlar kadar, içinde bulunduğumuz kapitalist sistemin de sorgulanması gerekiyor. Bu yapılırken, kapitalizm ve bu sistem içinde izlenen politikaların geçirdiği dönüşümün göz önünde tutulması gerekiyor. Bu değerlendirmeyi yaparken iki önemli kavram bize yardımcı olabilir: Felaket Kapitalizmi ve Ölüm Siyaseti (necro-politic).

Felaket Kapitalizmi

2004 yılında Güney Asya’yı 100 metrelik dalgalarla kasıp kavuran ve 230 bin kişinin hayatını kaybetmesine neden olan deprem ve tsunaminin ardından British Columbia Üniversitesi'nde iklim adaleti profesörü olan ve “Şok Doktrini: Felaket Kapitalizminin Yükselişi” başlıklı kitabın yazarı Naomi Klein, sözde yeniden inşa çabalarındaki tuhaf bir durumu fark etti. Öyle ki birçok yerel çiftçi ve bölge sakini tsunami nedeniyle evlerini boşaltmak zorunda kalırken, müteahhitler tatil köyleri ve diğer girişimler inşa etmek için arazilere el koymaya başladılar.

Anılan kitabında Klein, “felaketlerin heyecan verici piyasa fırsatları olarak ele alınmasından ve felaketlerin ardından kamusal alana yapılan bütünleşik ve iyi koordine edilmiş sermaye baskınlarından” söz ediyor. Bu tür baskınların kapitalizmin (özellikle de neo-liberalizmin) 1990’larda gerçekleşmekte olan küresel konsolidasyon döneminde ortaya çıktığını ya da daha belirgin hale geldiğini vurguluyor. (4)

Çağdaş kapitalizm felaketlerden ve şoklardan besleniyor!

Klein kitabında öz itibariyle çağdaş kapitalizmin şoklardan ve felaketlerden nasıl beslendiğini anlatıyor ve ulus devletlerin, genellikle özel şirketlerle iş birliği içinde, normal zamanlarda asla uygulanamayacak politikaları hayata geçirmek için krizleri nasıl kullandığını ortaya koyuyor. Yani toplumdaki varlıklı ve güçlü kesimlerin, politik seçkinlerin genellikle afetten en çok etkilenen insanların zararına olacak şekilde, kendi güçlerini ve kaynaklarını pekiştirmek ve artırmak için bir doğal felaketi nasıl istismar ettiklerini anlatıyor:

“Bir tsunami Asya'yı kasıp kavuruyor ve müteahhitler balıkçı topluluklarını kıyılardan temizleyip lüks oteller inşa etme fırsatını yakalıyor. Katrina Kasırgası Louisiana'yı harap ediyor ve iyi bağlantıları olan şirketler ceset bulma işini para kazanma girişimine dönüştürüyor. Kısaca, kâr için her şey istismar ediliyor”. (5)

Türkiye’de 6 Şubat depremi sonrasında Kızılay’ın kendi çadırlarını piyasada satması ise bir felaketin nasıl istismar edilebileceğinin en acı örneklerinden birisini oluşturdu. Öyle ki bir kamu kuruluşu olan Kızılay’ın depremin üçüncü gününde Ahbap Derneği’ne 46 milyon lira karşılığında çadır sattığı ortaya çıkmıştı. Açıklama yapan Ahbap ve Kızılay da bu yöndeki haberleri doğrulamıştı. (6)

Felaket Kapitalizmi ile askeri diktatörlükler el ele

Klein 'felaket kapitalizminin' köklerini 1970’lerin Latin Amerika’sında buluyor. Özellikle 1973'ten itibaren Şili’yi ekonomik 'şok tedavisi' (sağcı iktisat gurusu M. Friedman tarafından ortaya atılan bir deyim) gören ilk ülke olarak tanımlıyor. Bu özel programı başlatan şok, solcu Başkan S. Allende'yi deviren ve General A. Pinochet liderliğinde askeri bir diktatörlük kuran cuntadır. Cuntanın başı Pinochet yönetiminde uygulanan ekonomi politikaları ise piyasanın serbestleştirilmesi, özelleştirme ve devletin küçültülmesine ilişkin (neo-liberal) teorilerini hayata geçirme fırsatını gören 'Şikago Oğlanları' - Friedman ve müritleri tarafından tasarlandı ve uygulandı. Önerdikleri politikalar ancak silah zoruyla uygulanabilirdi. Bu, 1970’lerde Latin Amerika'da görülen bir model olacaktı: Askeri yönetim (sistematik cinayetleri ve yaygın işkenceyi sürdürürken) ve neo-liberal 'şok terapisi' yan yana yürüyordu.

Benzer gelişmeler Türkiye’de 12 Eylül Askeri Darbesi sonrasında ortaya çıktı. Emek düşmanı neo-liberal 24 Ocak Kararları sivil bir rejim altında uygulanamayınca, CIA destekli bir askeri darbe ile bu kararlar hayata geçirildi ve Şili’dekine benzer sonuçlar alındı. (7) Bugün felaket kapitalizmi Hindistan ve Türkiye örneklerinde olduğu gibi, ağırlıklı olarak otoriter aşırı sağcı rejimler altında hayata geçiriliyor.

Neo-liberal kapitalizm felaket kapitalizminin yaratıcısı

Felaket kapitalizmi kapsamında incelenen pek çok vaka neo-liberal uygulamaların afet risklerinin nedenleri, itici güçleri ve/veya güçlendiricileri olduğunu ortaya koyuyor. Örneğin Brezilya’da Amazon’un çevre korumasının ortadan kaldırılmasından, ABD'de düşük gelirlilerin konutlarından tahliye edilmelerine kadar, ortaya çıkan kanıtlar toplumsal çıkarlar iyi korunmadığında veya piyasa çalkantılarına maruz bırakıldığında, insafsız vurguncuların, insanların çoğunluğu ve gezegenin ekosistemleri açısından sonuçları ne olursa olsun, avantaj elde edebileceğine veya onları yok edebileceğine işaret ediyor.

Bu bağlamda felaket kapitalizminin ortaya çıkışında durmak bilmeyen daha fazla kâr sağlama peşindeki sermaye kesiminin olduğu kadar, özelleştirmeler ve kuralsızlaştırma, de-regülasyon gibi uygulamalarıyla sermayeye hizmet eden neo-liberal iktidarların da büyük sorumluluğu var.

TMMOB’nin yıllardır dile getirdiği üzere, genelde ülkenin özelde ise bölgenin depremselliği görmezden gelinerek yapılan kent planlamaları, yerel yönetimlerde belediye meclisleri tarafından bilim ve tekniğin ilkeleri göz ardı edilerek yapılan plan tadilatları, kamusal denetimin gereği gibi yerine getirilememesi, kaçak yapılaşma kentlerimizi beton yığınlarına dönüştürmüş durumda. 22 yıldır iktidarda olan AKP’nin kentsel dönüşüm adı altında yürüttüğü rant odaklı politikalar, çıkardığı imar afları (2002 yılından bugüne kadar 9 defa imar affı yasası çıkarıldı) ve yerel yönetimlerin çözüme yönelik çabalarını görmezden gelmesi de sorunun giderek derinleşmesine ve çözümsüzlüğe neden oldu. (8)

Kısaca, felaket kapitalizmi tüm ölçekleri etkileyen iki küresel sürecin birleşimiyle ortaya çıkıyor: (Doğal) felaketler ve neo-liberalizm. Dolayısıyla, felaket kapitalizmi, “güçlü özel mülkiyet hakları, serbest piyasalar ve serbest ticaret ile karakterize edilen kurumsal bir çerçeve kurmayı amaçlayan iktidarlar tarafından yürütülen yapısal ve yapısal olmayan neo-liberal politikaların uygulanmasını ifade ediyor. (9)

Felaketler sermaye ve servet birikimi aracı olarak kullanılıyor

Schuller ve Maldonado felaket kapitalizmini, “ulusal ve ulus ötesi devlet kurumlarının bir dizi özel, neo-liberal kapitalist çıkarı teşvik etmek ve güçlendirmek için felaketleri (çatışma sonrası durumlar da dahil olmak üzere) hem sözde doğal hem de insan kaynaklı felaketler) araçsallaştırması yüzünden ortaya çıkan bir durum” olarak tanımlıyor. Yazarlara göre bu tanım üç kurucu unsur içeriyor: (i) Kamusal' müdahalelerde özel şirketlerin artan rolü. (ii) Felaketlerin araçsallaştırılması. (iii) Neo-liberal kapitalist çıkarların desteklenmesi. (10)

Felaket kapitalizmi arazi gaspları ile birlikte yürüyor. Arazi gaspı genelde iki şekilde gerçekleşiyor: İlk olarak, bu tür bir dönüşüm gerçekleşmeden önce, bölge sakinleri genellikle araziden çıkartılıyor ya da yetersiz barınma ve istihdam yüzünden yerlerini terk etmek zorunda bırakılıyor. İkinci olarak, yerel ya da ulusal hükümetler ya kararnamelerle ya da rehabilitasyon kisvesi altında bölge sakinlerini arazilerinden tahliye ederek stratejik arazi gaspı yapıyor. (11)

6 Şubat depremleri sonrasında her iki yönteme de başvurulduğu biliniyor. Yani ya depremzedeler artık dayanamayacak noktaya kadar getirilip yerlerinden edildiler ya da rezerv yapı alanı gibi düzenlemelerle yerlerini terk etmeye zorlandılar.

Felaket sonrası rehabilitasyon ve yeniden inşa sürecinde, bu sürece ilişkin ihalelerin çoğu, genellikle de şeffaf olmayan biçimlerde hızlıca iktidara yakın müteahhit şirketlere veriliyor. Nitekim 6 Şubat depremleri sonrasındaki onlarca milyar liralık inşaat, alt yapı ve yeniden inşa işlerinin iktidara yakın müteahhitlere verildiği biliniyor.

Klein’e göre felaket kapitalizmi; savaş, politik kriz ve doğal afet gibi büyük istikrarsızlaştırıcı olayların ardından sermayenin çıkarlarının belirli bir bölgeye odaklanmasıyla ortaya çıkıyor. Ona göre bu, aslında askeri sanayi kompleksinin bir uzantısıdır ancak sadece savaşlar değil, felaketler sonrasındaki yeniden inşalar ve yapılandırmalar aracılığıyla devasa kârların ve servetlerin yaratılması söz konusudur.

Böylece felaketlerin kapitalizm açısından işlevselliği ortaya çıkıyor. Örneğin iklim değişikliği ya da iklim yıkımı çağında ortaya çıkan felaketler sermaye için sermaye birikimini büyütme biçimi haline geliyor. Nitekim sadece seller, su baskınları, orman yangınları sonrasında yeniden inşa girişimleri değil, aynı zamanda çözüm olarak sunulan ‘yeşil büyüme’ ya da ‘yeşil teknolojiler’ de felaket fırsatçılığının tipik örneklerini oluşturuyor.

Oligarşi ve Felaket Kapitalizmi

“Oligarşi, bir toplumda genellikle en zengin yüzde 1’i oluşturan bir azınlığın yönetimidir. Aristoteles’in siyaset teorisinde oligarşi, demokrasinin evrildiği ve sonunda kalıtsal bir aristokrasiye dönüştüğü aşamadır. “George Orwell, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı romanında, “oligarşik yönetimin özü babadan oğula geçen miras değil, belirli bir dünya görüşünün ve belirli bir yaşam biçiminin sürekliliğidir... Bir yönetici grup, haleflerini atayabildiği sürece yönetici gruptur... Hiyerarşik yapı hep aynı kaldığı sürece gücü kimin kullandığı önemli değildir” diye yazar. Bu sözcük B. Yeltsin döneminde doğal kaynakları ve diğer varlıkları ele geçiren Rusya'nın kleptokratlarına atfen kullanıldı. Bu tanım, aynı zamanda, servet zenginliğini piramidin tepesindeki finans ve mülk sahibi sınıfta yoğunlaştıran Latin Amerika ve diğer ülke oligarşileri için de geçerlidir.” (12)

Monbiot, ‘felaket kapitalizmi’ kavramını oligarşi kavramıyla ilişkilendiriyor. Ona göre, “büyük servetler kapitalist girişimcilikten ziyade; tekelcilikle, rant-kollayıcı faaliyetlerle, arazi, emlak, entelektüel mülkiyet hakları gelirleriyle, software, sosyal medya platformları, montaj hizmetleri gibi normalin çok üstünde kâr marjı ve rant sunan faaliyetlerle gerçekleştiriliyor. Öyle ki sermayenin gücü artık iktidardaki oligarşinin gücüne dönüşüyor ve / veya sermaye gücünü oligarşiden alıyor. Bu oligarşik yapı ve sermaye grupları hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu bir demokratik devlet ya da kontrol altında tutulan bir kapitalizm değil, kaosa dayalı, sermayenin kuralları dışında hiçbir kurala tabi olmayan bir “felaket kapitalizmi” istiyor. Çünkü kaos ve felaket kapitalizminden asıl olarak onlar yararlanıyor. Kaos ve hukuksuzluk servetlerinin katlanarak büyümesine hizmet ediyor. (13)

Felaket Kapitalizminin iki yüzü

Felaket kapitalizmi tüm afet risk yönetimi aşamalarında gözlemlenebilir bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Yani afetlerin öncesinde (ex-ante) ve sonrasında (ex-post) gerçekleşen süreçler söz konusudur.

Bazı yazarlar ex-ante felaket kapitalizminin afet risklerine neden olan ya da afet risklerini artıran neo-liberal reform ve uygulamaları kapsadığını, ex-post felaket kapitalizminin ise afetlerin neo-liberal tarzda siyasi düzenlemeleri hayata geçirmek (ya da güçlendirmek) için bir fırsat olarak kullanılmasını ve nihayetinde önceden var olan riskleri daha da artırabilecek bir piyasa fırsatı ve ekonomik vurgunculuğu ifade ettiğini ileri sürüyor. (14)

Ölüm Siyaseti

Büyük depremler sonrasında yaşananları anlamak için başvurulabilecek bir diğer kavram “Ölüm Siyaseti” (necro-politics) kavramıdır.

“Ölüm Siyaseti”, kimin yaşayacağı ve kimin ölmesi gerektiğinin arkasındaki hesaptır. Nekro, Yunanca “ceset” anlamına gelen “nekros” kökünden geliyor. Bu nedenle necro-politics, “ölüm siyaseti” anlamına geliyor. Filozof Achille Mbembe ölüm siyasetini “kimin önemli kimin önemsiz, kimin gözden çıkarılabilir kimin çıkarılamaz olduğunu tanımlama kapasitesi” olarak betimliyor. (15)

Kısaca Ölüm Siyaseti, devletlerin insan hayatına nasıl farklı bir değer biçtiğini aydınlatan bir çerçevedir. Kavramın temelinde kapitalizm ve onunla bağlantılı şiddet kurumları var: Bu, beyazların siyahilere karşı, erkeklerin kadınlara karşı, hâkim ideoloji ve inançların diğerlerine karşı üstünlüğü ve genelde bir sömürgeleştirmedir. Öyle ki “muktedire ne kadar yakınsanız hayatınızın değeri de o kadar fazla olur”. 

Muktedire uzak olanlar değersizdir!

Keza Ölüm Siyaseti soyut bir toplumsal iyiliğe ulaşmak için bazı insanların ölmesi gerekebileceğini de ileri sürer. Bu çerçevede bir felaket sırasında ilk el uzatılacaklar muktedire daha yakın olan kimlikler ve sınıflar iken, diğerleri feda edilebilirler.

Nitekim 6 Şubat depremleri sonrasında Hatay’da ilk üç gün devletin kendisini neredeyse hiç göstermemiş olması; bu kentte hatırı sayılır bir Arap Alevi kesiminin yaşaması ve bu kesimlerin iktidar partilerine yakın durmaması, onlara yardım elinin zamanında ve tam olarak ulaşmamasının, hatta bu kentte çadırlara ve konteynerlere sığınan insanların kaderleri ile baş başa bırakılmalarının bir nedeni olarak gösteriliyor.

Ölüm Siyaseti hepimizin bildiği ve içinde yaşadığı toplumsal statükoyu koruyan güçtür, yavaş yavaş ilerleyen bir şiddettir. Birçok ötekileştirilmiş insanın doğuştan mahkûm edildiği, uzun süren bir ölüm halidir. Egemen normdan uzaklaşan insanlar, Mbembe’nin “ölüm-dünyası” olarak adlandırdığı şeyin içine hapsolurlar:

“Ölüm Siyaseti büyük nüfusların kendilerine yaşayan ölü statüsü veren yaşam koşullarına tabi tutulduğu bir toplumsal varoluş biçimidir. Diğer yandan, kasvetli bir çerçeve olsa da iktidarın ölümcül işleyişini nasıl fark edeceğimizi öğretmesi açısından faydalı bir çerçevedir”. (16)

Sonuç

On binlerce insanımızın ölümüne ve yaralanmasına, ağır travmalara maruz kalmasına neden olan depremlerin ya da büyük ölçüde küresel ısınmanın bir sonucu olarak ortaya çıkan orman yangınlarının, fırtınaların sellerin, su baskınlarının ve en son Kartalkaya’da yaşandığı gibi kâr hırsı ve ihmal ve denetimsizliğin neden olduğu otel yangınlarının bir kısmı önlenebilir ve/veya yol açtığı insani, ekolojik ve ekonomik hasar asgaride tutulabilir.

Ancak bunun önündeki en büyük engel, felaketleri yeni kârlar ve servetler yaratma fırsatı olarak gören ‘felaket kapitalizmi’ ve bunun üzerine inşa edilen ‘Ölüm Siyaseti’dir. Her ikisinde de sermaye sınıfının devletle doğrudan iş birliği söz konusudur. Bu nedenle de sadece neo-liberal kapitalizmin felaket kapitalizmi veçhesine değil, aynı zamanda bu sistemin temel koruyucusu ve sürdürücüsü olan ve ölüm siyasetini uygulamaktan çekinmeyen siyasal iktidarlara da karşı çıkmak gerekiyor.


Dip notlar:

- Strateji ve Bütçe Başkanlığı, 2023 Kahramanmaraş ve Hatay Depremleri Raporu (Mart 2023), s. 36, 130.

- https://www.statista.com/chart/29258/vulnerability-to-natural-disaster (8 February 2023).

- Burcu Aydın Özüdoğru, Kahramanmaraş merkezli depremin etkileri ve politika önerileri, https://www.tepav.org.tr (27 Şubat 2023).

- Naomi Klein, The Shock Doctrine : The Rise of Disaster Capitalism, London: Allen Lane. 2007, s. 6.

- https://www.developmenteducationreview.com/issue/issue-8/shock-doctrine-rise-disaster-capitalism (Spring 2009).

- https://www.diken.com.tr/kizilaydan-cadir-sattik-ama-bir-sor-niye-sattik-aciklamasi (26 Şubat 2023).

- https://yaziportal.org/emperyalizm-ve-eylul-askeri-darbeleri-11-eylul-1973-sili-ve-12-eylul-1980-turkiye (11 Eylül 2021).

- 6 Şubat 2023 Depremlerinin Birinci Yılı Değerlendirmesi, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, https://www.tmmob.org.tr (6 Şubat 2024).

- David Harvey, A brief history of neoliberalism, Oxford University Press.2005, s. 2.

- Schuller & Maldonado, 2016, s.62’den aktaran UN Office for Disaster Risk Reduction, Global Assessment Report on Disaster Risk Reduction,

- Cohen (2011)’den aktaran https://pmc.ncbi.nlm.nih.gov/articles (18 October 2020).

- Michael Hudson, J is for Junk Economics: A Guide to Reality in an Age of Deception, Germany: ISLET-Verlag, 2017, s..172.

- George Monbiot, “from Trump to Johnson, nationalists are on the rise – backed by billionaire oligarchs”, https://www.theguardian.com (26 July 2019).

- Sandoval vd., 2020, s.833’den aktaran UN Office for Disaster Risk Reduction, Global Assessment Report on Disaster Risk Reduction, 2022.

- Achille Mbembe, Necro-politics (translated by Steven Corcoran), Duke University press, Durham and London, 2019, s. 66-93.

- https://www.teenvogue.com/story/what-is-necropolitics (10 March 2021).

Mustafa Durmuş kimdir?

Akademisyen, yazar, ekonomi politikçi Prof. Dr. Mustafa Durmuş, 1956 yılı Kelkit'te doğdu. 1977 yılından itibaren Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu.

'Güney Kore'de İhracata Dönük Kalkınma Modeli' üzerine doktora tezi yazdı (1989).

TÜRK-İŞ'e bağlı YOL-İŞ Federasyonu'nda eğitim uzmanı, Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'nde asistan, Birleşik Krallık York Üniversitesi'nde misafir araştırmacı, Gazi Üniversitesi İİBF'de öğretim ve özel üst düzey yöneticilik yaptı.

Halen Hacı Bayram Veli Üniversitesi İİBF Maliye öğretim bölümü üyesi ve T24 yazarı. Makalelerini yayımladığı 'Alternatif Akademi' adlı bir tükenme ve Kapitalizmin Krizi (2009), Kriz Darbe Savaş Kıskacında Türkiye Ekonomisi (2018), Büyük Değişim-Popülist Otoriterlik (2019) adlı kitapları var.

Yaşamın Temel Ekonomisi (2021), Dünya Ekonomisini Anlamak I (2021) ve Siyasi Ekoloji (2022) editörlü kitapların da yazarları arasında.

 

Yazarın Diğer Yazıları

TÜİK ‘küçük’ sürprizler yapmayı sever!

Düşük faizlerle birlikte başta inşaat, emlak, bankacılık olmak üzere 22 yıllık iktidarın göz bebeği konumundaki sektörlerde ekonomik canlılık yaratılacak. Böylece eldeki konut stoklarının düşük faizli konut kredileri ile eritilmesi de sağlanacak. Hem müteahhitler hem de bankalar kazanacak

Yüksek enflasyonda madem faizi indirebiliyorsunuz, neden asgari ücreti baskılıyorsunuz?

Sanayicisinden, inşaatçısına, büyük tüccarından bankacısına kadar sermaye sınıfının kârlarını daha da artırarak onları mutlu ederken, asgari ücreti açlık ücretine dönüştürerek işçi sınıfını, emekçileri perişan ettiğinizin farkında değil misiniz?

Asgari ücret yetmiyorsa Halep burması ya da Şam tatlısı verelim!

Muhalefet partileri, demokratik kitle örgütleri ve meslek örgütleri, sivil toplum örgütleri işçilerin, emekçilerin haklı taleplerini desteklemeliler. Bu desteklerini sadece Meclis’te değil, meydanlarda, sokaklarda, mahallelerde ve işyerlerinde düzenleyecekleri kitlesel gösterilerle ortaya koymalılar

"
"