19 Aralık 2023

Kürt Sorunu'nu konuşamamak ve gerçek muhalefet boşluğu

HDP, şimdi DEM Partisi, CHP dışındaki diğer partiler gibi "önce parti sonra demokrasi" demek eğiliminde gözüküyor. Zor bir karar. İstanbullu veya Ankaralı Kürtler muhalefete, yani Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş'a oy vererek önümüzdeki dört sene en azından yerelde nefes almayı ve demokratik bir alternatif yönetime sahip olmayı, bunun ülke çapında demokratikleşme için bir temel olmasını umabilir. Ama Diyarbakır'dakiler yereldeki iradelerinin kayyım atamasıyla gasp edilmemesini nasıl umabilir? Önümüzdeki dört sene boyunca çözüm için bir şeyler yapılmasını nasıl umabilir?

Kürt Sorunu'nun özünü yani nasıl çözeceğimizi neden konuşamıyoruz? Neden tepkisel kalıyoruz ve hep beraber kaybediyoruz? Mayıs 2023 seçimleri sonrası ve Mart 2024 yerel seçimleri öncesi içinde bulunduğumuz dönemde toplumu, demokrasiyi ve geleceği önceleyen, siyaseti farklı bir eksene çeken ümitvar bir dil ve anlatı mümkün mü?

Bu sorunu gerçek anlamda konuşamamamızın üç büyük nedeni var diye düşünüyorum. İlk ikisi genel, üçüncüsüyse mayıs seçimleri pekişen bir durum.

Asimetrik taraflar

Birincisi, Kürt Sorunu'nu ne kadar önemsiyoruz ve bilgi sahibiyiz? Bu konuda Türkler ve Kürtler arasında derin bir asimetri var. Kürtlerin önemli bir kesimi için elbette bu mesele en az ekonomi ve demokrasi kadar hatta daha birincil bir mesele. Onlar için Kürt Sorunu çözülmeden demokrasi ve kalkınma olamaz, yani ne kadar çözüm o kadar demokratikleşme ve kalkınma olabilir.

Ayrıca bu sorun hakkında daha çok bilgi sahibiler. Bu sorunu hem birebir gündelik hayatlarında yaşıyorlar hem de özellikle 1990'lardan beri bu sorunun geçmişi üzerine Kürtler arasında önemli farkındalık, toplumsal hafızanın yazılı hafızaya dönüşmesi ve bilgi birikimi oluştu. Uygulanabilir veya uygulanamaz, haklı veya haksız, somut talep, reçete ve beklentileri var.

Türkler içinse durum çok farklı. Elbette bu sorun önemli ama ekonomi, genel olarak demokratikleşme (ve bir kesim için AKP iktidarının gitmesi), laiklik, seküler veya veya dindar iktidar vb. meselelere göre çok daha ikincil. Nüfus olarak büyük çoğunluk oldukları için ve Kürtlerin coğrafi konsantrasyonu nedeniyle önemli bölümünün Kürt akraba veya sosyal ilişkisi yok. Yani bu yoldan bir bilgilenme söz konusu değil.

Bunun üstüne bu sorunun geçmişi ve Kürtler üzerine ne medya, ne sivil toplum ne de eğitim yoluyla edindiği güvenilir bilgisi mevcut. Kürtlerin toplumsal ve siyasal geçmişi, kültürü, talepleri hakkında, bu sorunun tarihi üzerine, PKK ve ayrılıkçılık hakkındaki üstünkörü bilgiler dışında, çok az enformasyona sahip. Dolayısıyla Kürt Sorunu'na dair Kürtlere yanıt somut çözüm önerisi de yok. Elbette savaş bitsin, demokrasi olsun herkes kendini ifade etsin vs. diyebilir ama idari yapıdan eğitime ve dış politikaya hangi reformlar yapılmalı somut ve içi dolu kanaatleri yok.

Sonuçta Türkler önce güvenlik sonra demokrasi olsun, o da otomatikman bu sorunu çözer, diyor ama bu biraz fazla iyimser bir beklenti. Soyut bir temenni. Demokratikleşme "olan" değil, somut reformlarla ve kurumlarla insan eliyle inşa edilen bir şey, temenniyle olmaz.

Böyle asimetrik bir durumda da konuşma olamıyor çünkü bir taraf statükodan ve temennilerden başka üzerinde konuşacak fazla bir şey sunamıyor.

Bunun tek kısmi istisnası MHP ve kısmen İYİP olabilir. Onlar için Kürt Sorunu, PKK ve DEM Partisi uğruna demokrasiyi bile yakmaya hazır oldukları, bir kısmı için otokrasiyle uzlaşmaya razı eden birincil bir mesele. Ama onların da bu mesele hakkında yeterli ve sağlıklı bilgisi ve askeri ve otoriter çözümler -ki bu çözüm değil- dışında çözüm önerisi yok denebilir.

Cumhuriyet Kürtler olmadan olabilir mi? Güvenliğin, birliğin ve güçlü Türkiye'nin en büyük sigortası kalkınmış ve demokratik bir Türkiye ve hukuk devleti olmaz mı? Ya da tersten bakarsak hukuk, hakkaniyet ve demokrasi eksikliğinin sonucu güçsüz Türkiye ve yoksul ve yurtdışına göçü hayal eden Türkler olmuyor mu? Bu soruları samimi ve nesnel biçimde tartışmıyorlar.

Tarihe bakışımızda üçüncü yol eksikliği

İkincisi, genel olarak tarihe bakışımız, yorumlayış biçimlerimiz ve konuşma dilimizde büyük sorunlar var. Başta Kürt sorunu demokratikleşmeye ket vuran ve demokratik muhalefeti bölen sorunları birlik içinde aşmak istiyorsak, tarihsel olayları "hain-kahraman" ikiliği içinde tartışamayız.

Tarihi tarih olarak tartışacaksak bu terimler zaten olmaz. Hain veya kahraman gibi sıfatlar tarihsel gerçeği değil sübjektif tarafları açıklayan ve olumlayan politik sıfatlardır. Bu akademik bir mesele. Ama eğer birlik içinde demokrasi istiyorsak sadece akademik bir dil değil politik sıfatlar olarak da, Cumhuriyetin ortak kamusal ve siyasal alanında kulanılan bir dil olarak da sorunlu olduklarını söylüyorum.

Şeyh Sait isyanı meselesini ele alalım. Eğer "Kürt ayrılıkçısı" iseniz kahraman diyebilirsiniz, "Cumhuriyet Kürtlersiz de olur" diyebiliyorsanız o zaman da hain deyip işin içinden çıkabilirsiniz. Bu sıfatlar bu politik pozisyonları olumlayabilir.

Ama ya her ikisi de değilseniz? O zaman Şeyh Said hain mi kahraman mı diye tartışmanın "bugün" bir anlamı yok. Çünkü her ikisi de Kürtlerle beraber birlik içinde demokratikleşme siyasal pozisyonunu olumlayan, mümkün kılan sıfatlar değil. Kahraman diyerek Türkleri bu siyasal pozisyona ikna edemezsiniz, hain diyerek de Kürtlerin  önemli bir kısmını. Demokratikleşme için her iki kesimi de razı eden, her iki kesim için de  geçerli hakikate ihtiyacımız var.

Eğer Cumhuriyeti Kürtler dahil herkesle beraber yüceltmek lazım diyorsanız, o zaman siyasal alanda Şeyh Said hain mi kahraman mı diye tartışmanın bir anlamı yok. O bir isyancıydı. Bilmediği, anlamadığı, doğduğu toplumsal kültür, eğitim ve konumu nedeniyle tehdit gördüğü Cumhuriyet'e şiddet yoluyla baş kaldırdı ve reddedip engellemeye çalıştı.

O dönemde daha bir yaşında Cumhuriyet ve ulus devlet kendini korumak için bu isyana tarihte birçok örneğini gördüğümüz gibi yani kaçınılmaz olarak sert tepki vermiş ve bastırmıştır. Ancak her sert tepki de aynı değil. Bu tepkinin içeriği ve özellikle sonrasındaki siyasal uygulamalar, Takrir-i Sükun kanunu, İstiklâl mahkemeleri ve idamlar, zorunlu göç ve iskan, bu isyanın genelde muhalefetin bastırılması için kullanılması ve çok partili demokrasinin ortadan kaldırılması ne kadar gerekli ve meşruydu? Yani bu isyanın bastırılmasının kendisinden çok sonraki dönem siyasal ve tarihsel olarak tartışmalıdır.Bu sert tedbirlerin başka engelleri aşmış olduğu örneğin laik ve cumhuriyetçi kültürel ve kurumsal reformları siyaseten mümkün kıldığı iddia edilebilir. Bu ayrı. Ama Kürt Sorunu'nu çözmemiş hatta kemikleştirmiş olduğu tarihsel bir olgu.

Öte yandan Musul'un kaybedilmesiyle sonuçlanan süreçte bu isyan Türkiye'nin elini zayıflatmıştır ama, isyanın kendisi mi yoksa sonrasında muhalefetin bastırılması mı Türkiye'nin elini daha çok zayıflatmıştır o da tartışılabilir. İsyan sonrası kriminalize edilen Terakkiperver Cumhuriyet Partisi, Musul ve Kürtlerin kazanılması konusunda hassas bir partiydi. İsyan bastırıldıktan sonra atılan adımlar nedeniyle rejim iç siyasete odaklandı ve dışa karşı zayıfladı. Kısayol yorumlara varmak kolay değil. İsyan konusunda demokratik Türk ve Kürt siyasetinin ortak bir noktada buluşması zor, ama sonrasındaki tedbirlerle ilgili ortak yaklaşımlar geliştirebilir.

Mayıs 2023 sonrası muhalefet boşluğu

Üçüncüsü, bugün ülkemizde bu meseleyi vicdanı ve aklıyla tamamen bağımsız ve toplum adına, birlik içinde demokrasi ve çoğulculuğu önceleyerek dillendiren, tarihi de bu perspektiften yorumlayan bir aktör yok.

Yukarıda dediğim gibi siyasal hakikatler tarihsel gerçeklerden farklı olarak belli bir siyasal pozisyonu doğrulayan ve destekleyen sübjektif hakikatlerdir. Bugün iki hakikat söylemi baskın. Biri devletin her yaptığını diğeri de PKK'yı doğrulayan. İktidarda önemli toplumsal desteğe sahip milliyetçi, dinci ve muhafazakâr, otoriter bir koalisyon var. Elindeki yargı, emniyet, istihbarat ve medya gücünü kullanarak devletçi bir perspektifi topluma empoze ediyor.

HDP ise başından beri Kandil'den bağımsız ve seçmenlerini önceleyen demokrasi çizgisi ile, PKK iradesini önceleyen, yani silah ve Öcalan olmadan olmaz diyen perspektif arasında gidip geldi. Buna rağmen seçim öncesi, belki İYİ Parti de dahil Altılı Masa'nın CHP dışındaki üyelerinden fazla demokrasiye destek vermelerini ben önemli buluyorum. Sonuçta dışarıdan ve sandalye kaybetmek pahasına da olsa demokrasi koalisyonunu ve ortak adayı desteklediler. Altılı Masa'nın Kürtlere dair toplumcu demokratik bir söylem ve program sunmamasına rağmen. Bunun en güçlü lokomotifi de galiba cezaevinden Selahattin Demirtaş idi. Tabii CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu da burada ciddi dezenformasyon ve kara propagandaya maruz kaldı ve bedel ödedi.

Seçim sonrasıysa HDP, şimdi DEM Partisi, CHP dışındaki diğer partiler gibi "önce parti sonra demokrasi" demek eğiliminde gözüküyor. Zor bir karar. İstanbullu veya Ankaralı Kürtler muhalefete, yani Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş'a oy vererek önümüzdeki dört sene en azından yerelde nefes almayı ve demokratik bir alternatif yönetime sahip olmayı, bunun ülke çapında demokratikleşme için bir temel olmasını umabilir. Ama Diyarbakır'dakiler yereldeki iradelerinin kayyım atamasıyla gasp edilmemesini nasıl umabilir? Önümüzdeki dört sene boyunca çözüm için bir şeyler yapılmasını nasıl umabilir?

Zor bir denklem. Benim gördüğüm iki şey var. Birincisi, otoriter bir rejimle yapılacak herhangi bir uzlaşma ne kadar özgürleştirici ve güvenilir olabilir? DEM Partisi sanırım bunu tartışıyordur. İkincisi, Mayıs seçimleri sonrası muhalefet partilerinin dağılması ve içe dönmesiyle gerçek muhalefet konusunda büyük bir boşluk oluştu. Yani herhangi bir partiye veya iktidara muhalefetten değil otoriter devlete muhalefetten bahsediyorum. Toplum adına, toplum için ve toplumla birlikte yapılan muhalefetten. Bu konuda büyük boşluk oluştu.

CHP bu boşluğu doldurma cesaretini gösterebilirse hep takılı kaldığı yüzde 20-25 zincirini kırabilir. Ama bu ciddi siyasal yetenek ve irade gerektiren bir şey. Bunun için sadece Kürtleri ve toplumun diğer dışlanmışlarını değil kendi çekirdek kitlesini de ikna eden bir dil ve anlatı oluşturabilmesi gerekir. Yani büyük resmi çizen ve burada herkesin kaygılarına yer verebilen bir anlatı. Siyasal yetenek işte burada. Siyasetin ekseni bu şekilde değişebilir.

Her şeye rağmen mayıs seçimleri sonrası kendi içinde belli bir dönüşüm başaran tek muhalefet partisi CHP. Burada isimler ve büyük ölçüde vitrin mi değişti yoksa gerçek bir vizyon değişimi olabilecek mi? Eğer bu olabilse o zaman ne görürüz? Yeni bir siyasal taraf oluşur. O zaman tarih de özel alanda ne olursa olsun ortak siyasal alanda farklı şekilde, alınacak dersler ve her kesim için aynı hataları tekrarlamamak zaviyesinden tartışılır. Birleştirici, cumhuriyetçi, sosyal adaletçi, ve demokratik bir siyaseti ve dili oluşturma çabası içinde bir konuşma başlayabilir. Tabanda demokrasi koalisyonu da sanırım asıl o zaman en güçlü şekilde büyümeye başlar.

Murat Somer kimdir?

Prof. Dr. Murat Somer, Özyeğin Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünde öğretim üyesi.

Karşılaştırmalı siyaset ve demokratikleşme, kutuplaşma ve kutuplaşmayla mücadele, demokratik erozyon, seküler ve dini siyasetler, etnik çatışmalar, ve Türk ve Kürt Meselesi konularında önde gelen bir bilim insanı olan Murat Somer’in çalışmaları ellinin üzerinde uluslararası kitap, kitap bölümü ve makalede yayımlandı.

Yardımcı Doçent, Doçent ve Profesör olarak Koç Üniversitesi’nde görev yaptı.

Çeşitli geçici görevleri arasında, Demokrasi ve Kalkınma bursiyeri olarak Princeton, Modern Dünyada Etnik Çatışmalar konusunda Mellon bursiyeri olarak Washington, Türkiye Çalışmaları alanında kıdemli araştırmacı olarak Stockholm, ziyaretçi akademisyen olarak Harvard, ve ziyaretçi akademisyen ve okutman olarak Stanford üniversitelerinde araştırmalar yaptı ve dersler verdi.

Central European Üniversitesi’ndeki Demokrasi Enstitüsü ve Brown Üniversitesi merkezli uluslararası Demokratik Erozyon konsorsiyumu üyesi.

Milada Dönüş: Ulus-Devletten Devlet-Ulusa Türk ve Kürt Meselesinin Üç İkilemi kitabı sosyal bilimlerde Sedat Simavi Ödülüne layık bulundu.

"Dindar ve laik elit değerleri" ve çoğulculuk üzerine Sakıp Sabancı Uluslararası Araştırma ödülü kazandı. İstanbul Erkek Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi mezunu olan Somer, Güney Kaliforniya Üniversitesi Los Angeles’dan Ekonomi alanında master ve Politik Ekonomi ve Kamu Politikaları alanında doktora dereceleri sahibi.

Demokrasi, kutuplaşma, kalkınma, hak ve özgürlükler gibi konularda sivil topluma ve siyasal partilere gönüllü katılım ve katkı sağladı ve danısmanlık yaptı. Ulusal ve uluslararası yazılı ve görsel medyaya fikir yazarı, yorumcu ve uzman olarak aktif katkı yaptı.

Yazarın Diğer Yazıları

Halkın egemenliğini hatırlayıp hatırlattığı gün 31 Mart

Acaba Pazar günkü sonuçlar genel seçimde gerçekleşseydi Cumhurbaşkanı balkon konuşmasında bu kadar kolay sonucu kabul eder ve mazbatayı teslim eder miydi?

Pazar günü neyi seçeceğiz?

Pazar günü 2030’ların Türkiye’sinin siyasal aktörleri de şekillenecek

31 Mart: 2017’nin rövanşı ve 2030’ların kuluçkası

2017’de tüm anti demokratik dezenformasyon koşullarına rağmen halkımızın yüzde 49’a yakını ‘Hayır’ diyebilmişti. İstanbulluların ise yüzde 51.35’i ‘Hayır’ demişti. 31 Mart’ta bu oranın azalmak şöyle dursun, artması gerekir