Türkiye son yirmi yılda önce AKP-Erdoğan sonra Cumhur İttifakları yönetiminde 21. yüzyılda dünyada yaşanan en ağır demokrasi ve hukuk erozyonu, kutuplaşma ve rejim transformasyonu süreçlerinden birini yaşadı. Bu esnada gittikçe adil olmayan şekilde seçilen ve hesap vermeden yolsuzlaşan iktidar, devlet kurumlarını fethedip bir bir ortadan kaldırdı veya içlerini boşalttı. Ama istisnalar dışında yerlerine yenisini de inşa edemedi. Yani devlet ve kurum erozyonu yaşadık. Bu esnada muhalefet ne kadar gerçekleri ifade etse de siyasette 2019 ve 2024 istisnaları hariç hep kaybetti. İktidarın atı alıp Üsküdar’ı geçmesini engelleyemedi. İktidar en son 2023 yılında seçmenlerine ekonomi konusunda alenen yalan söyleyerek ve Kılıçdaroğlu’na şimdi meşrulaştırma hamlesi yaptığı Öcalan ve PKK ile iş birliği konusunda alenen iftira atarak kazandı. Yani derin bir ahlak, adalet, nezaket ve düzey erozyonu da yaşadık. Tüm bunlar topluma da, iktidarı, başarıyı ve parayı ne pahasına olursa olsun sürekli yücelten politika ve söylemlerle de birleşince, haklının gitgide daha güçsüz ve mağdur, haksızın ise daha güçlü, cüretli ve gaddar olduğu muazzam bir sosyal yozlaşma olarak yansıdı.
2024 sonrası yeni dönem
2023 Mayıs ve 2024 Mart seçimleri sonrası ise yeni bir döneme girdik. Toplum eşitsiz yaşanan ekonomik krizin de etkisiyle hiç olmadığı kadar bitkin, kızgın, parçalanmış ve şaşkın. Muhalefet ise özellikle CHP özelinde 2024 seçimlerinden aldığı ivme ve ürettiği yeni siyasal yeteneklerle belki hiç olmadığı kadar güçlü ve ümitli. Bu esnada CHP’nin yeni lideri Özgür Özel yeni bir yaklaşım başlattı. Ana muhalefet partisi ama son yerel seçimler ve anketlerde kazandığı birinci parti konumundan yola çıkarak “normalleşme” adı altında iktidarla bir diyalog içine girme ve iktidarın tabanı dahil tüm toplumu kucaklama çabasında oldu. İktidara karşı, yer yer tabanını haklı olarak öfkelendiren şekilde “anlayışlı” bir tutum içerisinde olmaya çalıştı. Eleştirilerini, tüm hukuksuzluklarını birinci elden bilmesine rağmen, iktidarın meşruiyetini tanıyan bir çerçeve içinde yaptı.
Bir yandan da bölgemizde ve dünyada güvenlik risklerinin hızla derinleştiği bir konjonktüre girdik. Bu süreçte iç kavgalarla zayıf düşmek son derece riskli.
Türkiye demokrasiye ve normalliğe siyaset yoluyla ve bir büyük pazarlıkla dönebilir mi?
Bu ahval ve şerait içinde bence önümüzdeki dönemin temel sorusu şu:
Tüm bu koşullar altında ülke olarak demokrasi ve hukuka nasıl geri dönebiliriz? Anlaşma yoluyla dönebilir miyiz? Türkiye demokrasiyi, hukuku ve toplumu – seçilmiş sivil siyasetçilerin önderliğinde bir büyük pazarlığı ve uzlaşmayı içeren -- siyaset yoluyla yeniden inşa edebilir mi? Yani bu işi konuşarak kotarabilir mi?
Hangi normalleşme, neyin diyaloğu?
Bu büyük siyasal pazarlığın şu ana kadar ortaya çıkan gerekli unsurları şunlar olmalı:
- CHP lideri Sayın Özel’in normalleşme olarak ifade ettiği tutum ve konuşma aslında bir demokrasiye geçiş diyaloğu. Bunun koşullarını konuşma. Böyle olmalı. Adını demokratikleşme mi koymak gerekir tartışılır, ama öyle anlamak gerekir.
- Bu diyalogda muhalefetin en temel talebi önümüzdeki seçimlerin olabilecek en özgür ve adil koşullarda yapılması ve muhalefetin kazanması halinde barışçı bir güç transferinin sağlanması güvencesidir. Ve elbette siyasal tutukluların ve düşünce suçlularının olduğu seçimler dünyanın hiçbir yerinde özgür ve adil kabul edilemez.
- Bu süreçte olabilecek en geniş demokratikleşme paketi talep edilmelidir. Yürütmeyi denetleyen kurumların asgari özerkliği mutlaka sağlanmalıdır. Başta Kürt meselesi olmak üzere Türkiye’nin temel meselelerinde özgürleşme, eşitlik, yerinden etkin idare ve adalet reformlarıyla sosyoekonomik iyileşme ve adalet talepleri aynı pakette birleştirilmelidir.
- Bu pakete acil asayiş, adalet ve mülteci-göçmen meseleleriyle ilgili temel değişiklikler de eklenebilir.
Bu diyalog kime yarar?
Peki iktidar bu konuşmayı ve büyük anlaşmayı neden kabul etsin? Bu konuşmadan bir meşruiyet krizi yaşayan iktidar kazanç sağlayabilir.
İktidarın istediği anayasa değişikliği ancak bu koşullar çerçevesinde olabilir. Bu şekilde CB yeniden seçime girme hakkı kazanırsa, ve bu hakkı özgür ve adil seçim koşullarında kullanıp kullanmamayı seçmek kendi tercihi olacaktır.
Ancak kanaatimce CB’nin seçim öncesi rakipleriyle aynı ekranda karşı karşıya tartışmadığı hiçbir seçim adil olarak kazanılmış sayılamaz.
Yeni “çözüm süreci” hamlesinde ne oluyor?
Cumhur İttifakı iktidarının belki de tarihin en keskin tornistanlarından birini oluşturan son “Öcalan ve çözüm süreci” hamlesi de dış konjonktür dahil bu bağlamda değerlendirilebilir. Yirmi yıldır iktidarın iktidarını koruyabilmesinde gündemi ve siyaseti kendisine kazandıran bir eksende belirleyebilme becerisinin büyük rolü var. Mart 2024 seçimlerinden beri bunu yapmakta zorlanıyordu. Şimdi yeniden bu konuma gelmeye çalışıyor. Ayrıca yapmak istediği anayasa değişikliği ve seçimleri kazanmak için Kürtlerin desteğine ihtiyacı var.
İktidar kendini kurtarmak için daha önce söylediklerini ters yüz eden ve yeni aldatmacalara dayanan açılımlar üretmek zorunda, aksi mümkün değil.
Bir yandan da demokratikleşme istemeyen aktörler bu süreçte son lanetli TUSAŞ terör saldırısında olduğu gibi ellerinden geleni artlarına koymayacaklardır. Geçmişten biliyoruz ki maalesef başka olaylar da beklenebilir.
Muhalefetin işi zor ama kritik
Dolayısıyla burada asıl soru CHP’nin ne yapacağı.
Bu olumsuz koşulları siyaseti yeni bir eksende inşa edip gündem belirleyen aktör haline gelmek için değerlendirebilecek mi? Tarih yapabilen siyasal beceri tam da bunu gerektiriyor.
Kürt sorununu çözmek Türkiye’nin yararına. Ama geniş bir demokratikleşme paketi ve demokrasiye geri dönüş süreci le beraber olursa.
Sivil siyasetin inisiyatifi ele geçirmesi ve barış isteyen halkın çözüm için baktığı yer haline gelmesi için ön ayak olmalı. Muhatabı halkın meşru temsilcileri olması gereken "siyasal çözüm" ile bir tarafı terör örgütü olan "çatışma çözümü" mümkün mertebe birbirinden ayrılmalı. Siyasal çözüm düzleminde sivil siyaset bu sorunu çözmek için uzlaşmayla hangi reformlar yapılabilir, bu reformlarla demokratikleşme yolunda adımlar nasıl aynı pakette birleştirilir, bu konuda hamasetten uzak bir konuşma başlatmalı. Bu konuşmanın merkezi de Meclis (gereken yerde gizli oturumlarla) olmalı. Terör örgütüyle "çatışma çözümü"nün tüm dünyada dinamikleri farklıdır, bu süreçlerde muhalefet mutlaka bilgilendirilmeli ama bir ölçüde gizli olmak zorunda. Ama siyasal çözüm ve reformlar konusunda iktidar muhalefeti dışlamamalı. Eşit paydaş olarak davranmalı. Bu süreç belli parti veya partilere çıkar yontmak için kullanılmamalı. Bu esnada (herhalde Öcalan'dan çok daha sivil bir aktör olan) Selahattin Demirtaş'ın şeytanlaştırılmasından vazgeçilmeli. Parti çözümü barış getirmez, barış ancak partilerüstü bir yaklaşımla gelebilir.
Temel sorumuza geri dönersek: Türkiye bir büyük pazarlıkla demokrasiyi yeniden inşa edebilir mi?
Bu hiç kolay iş değil. Çok şeyi sineye çekmeyi ve bir yandan da adalet duygusunu ve arayışını unutmamayı gerektiriyor.
Muhalefet açısından iktidarın hamlelerini sadece "kral çıplak" diye haykırarak boşa çıkarmak maalesef mümkün değil. Çünkü onu zaten herkes biliyor. (Kabul etmeyenlerin de içten içe bildiği öfkelerinden belli.) Ve otoriter güç siyaseti için hakikatlerin bir önemi yok, onlar sadece birer araç, iddiadan güç devşirme siyaseti güdegeldi.
Demokratik siyaset de buna karşı sadece hakikat savunucusu olarak başarılı olamaz aynı zamanda satranç oyuncusu olmak zorunda.
Evet, tüm bunlar çok zor. Ama ülkemiz için çok farklı çıkış yolu da olmayabilir.
Murat Somer kimdir?
Prof. Dr. Murat Somer Özyeğin Üniversitesi’nde Siyaset Bilimleri ve Uluslararası İlişkiler öğretim üyesi ve Central European University Budapeşte’de Demokrasi ve Kalkınma alanında kıdemli akademisyendir. Uzmanlık ve araştırma alanları karşılaştırmalı siyaset, kutuplaşma ve kutuplaşmayla mücadele, demokratik erozyon, demokratikleşme ve muhalefet stratejileri, dindar ve laik siyaset ve etnik çatışmalardır.
Yakın dönem yayınları arasında, dünyada kutuplaşma ve demokrasi ilişkisi üzerine eş-editörlüğünü yaptığı iki özel dergi sayısı (American Behavioral Scientist, 2018, ve the ANNALS of the AAPSS, 2019), ve Return to Point Zero: The Turkish-Kurdish Question and How Politics and Ideas (Re-) Make Empires, Nations and States (Milada Dönüş: Türk-Kürt Sorunu ve Siyaset ve Fikirler İmparatorlukları, Ulusları ve Devletleri Nasıl Yeniden İnşa Eder) adlı kitabı (State University of New York Press, 2022) vardır.
Somer’in verdiği lisans ve lisansüstü dersler, karşılaştırmalı siyaset, uluslararası politik ekonomi, 21. yüzyılda otoriterlik ve demokrasi, dünyada din ve laiklik, ve modern Türkiye’nin tarihi ve siyaseti gibi konularda yoğunlaşıyor.
Milada Dönüş: Ulus-Devletten Devlet-Ulusa Türk ve Kürt Meselesinin Üç İkilemi adlı kitabı, sosyal bilimlerde 2015 Sedat Simavi Ödülüne layık bulundu. Türkiye basınının kapsamlı içerik analizi temelinde “dindar ve laik elit değerleri” üzerine araştırmasıyla 2009’da bir Sakıp Sabancı Uluslararası Araştırma ödülü kazandı.
Özyeğin Üniversitesi’ne katılmadan önce yardımcı docent, doçent ve professor olarak Koç Üniversitesi’nde çalıştı. Demokrasi ve Kalkınma bursiyeri olarak Princeton Üniversitesi‘nde (2010-2011), kıdemli araştırmacı olarak Stockholm Üniversitesi‘ nde (2013), ziyaretçi akademisyen olarak Harvard Üniversitesi’ndeki Weatherhead Center for International Affairs’te (2016-2017), ve ziyaretçi öğretim üyesi olarak Stanford Üniversitesi’ndeki Abbasi İslam Çalışmaları Programı’nda (2019) geçici görevler üstlendi, araştırmalar yaptı ve dersler verdi.
Üyesi olduğu uluslararası işbirlikleri arasında, çağımızın demokrasi sorunları üzerine üniversiteler-arası araştırma ve öğretim işbirliği yapan Brown Üniversitesi’ndeki (ABD) Demokratik Erozyon konsorsiyumu, ve Central European University’deki (Budapeşte) Demokratikleşme ve Demokratikleşme Kaybı (DRD) Araştırma Grubu var.
Dünyanın birçok üniversitesinde, düşünce kuruluşlarında, siyasal partilerde ve sivil toplum örgütlerinde konuşmalar ve dersler verdi. Foreign Policy, Washington Post, New York Times, Frankfurter Allgemeine, Al Jazeera Turk, Politikyol, Radikal 2 ve T24'te fikir yazıları ve yorumları yayınlandı.
CNN Türk, Habertürk, Medyacope, Halk TV, Euronews, Deutsche Welle, BBC, ve Al Jazeera International gibi medya kuruluşlarında tartışma programlarına katıldı ve röportajlar verdi.
Istanbul Erkek Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi (ekonomi) mezunu olan Somer, master (ekonomi) ve doktora (politik ekonomi ve kamu politikaları) derecelerini Los Angeles’da Güney Kaliforniya Üniversitesi’nden (USC) aldı. Doktora sonrası Kaliforniya Devlet Üniversitesi’nde çalıştı, Washington Üniversitesi Seattle‘da ise “modern dünyada etnik çatışmalar” konusunda bir Mellon doktora-sonrası bursiyeri olarak ders verip doktora-sonrası araştırmalar yaptı.
|