15 Ocak 2024

Fikir, cesaret ve gerçek muhalefet

Gerçek muhalefet askeri ve teknik konularda akılcı ve teknokrat eleştirilerden ibaret kalamaz. Başarılı olmak için mutlaka siyasi bir duruşa ihtiyaç duyar

Yine şehit haberleriyle sarsıldık, kahrolduk, öfkelendik. Bazılarımız hiddetlendi.

Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarından beri çözemediğimiz uluslararası Kürt Meselesi gerçeği.. ve bunun bir ürünü ve zehri olan, on yıllardır çözemediğimiz PKK terörü yeniden yüzümüze çarptı.. Ama yüzleştik mi? Yüzleşiyor muyuz?

Teröre karşı tek yürek olalım, güzel. Peki sonra?

CHP’nin altının ne kadar dolu olduğunu ve ana hikâyesini henüz göremediğimiz, ama bir ümit ışığı yakan “artık susmayacağız” farklı çıkışı dışında herkes bilinen ve alışılan rollerini oynuyor.

Gerçek demokratik muhalefet boşluğu dolmadıkça bu böyle devam edecek. Başta yoksul, briketli evler olmak üzere, ki buna Cumartesi Anneleri de Diyarbakır Anneleri de tüm şehit anneleri, terör, şiddet ve hukuksuzluk mağdurları da dahil, bazı evlere ateş düşmeye devam edecek.

Peki gerçek demokratik muhalefet nasıl olur?

Gerçek muhalefet askeri ve teknik konularda akılcı ve teknokrat eleştirilerden ibaret kalamaz. Başarılı olmak için mutlaka siyasi bir duruşa ihtiyaç duyar. Evet, PKK ile mücadelenin askeri, diplomatik ve teknik yönü de Meclis'te, gerekirse kapalı oturumda tartışılmalı. Ama bu sorun hangi siyasi taraf olarak ve hangi programla çözülecek? Gerçek muhalefet bunun da yanıtını vermek zorunda.

Ve fikir olmadan cesur muhalefet ülkeleri felakete sürekler.

Cesaretsiz muhalefet ise düşüncesi ne kadar nitelikli olursa olsun etkisiz kalır, ülkeleri otokrasiye, yoksulluğa, alternatifsizliğe sürükler.

Yani gerçek demokratik muhalefet önce sağlam ve metodik bilgiye ve sağduyulu analize dayanmalı. Sonra da cesur olmalı ve yanına mutlaka toplumsal muhalefeti de almalı.

Fikri zayıf ama cesur muhalefet, AKP’nin bir özeti sayılabilir. Ve tabii müttefiklerinin.

AKP iktidarları Cumhuriyetin bütün kabullerine, tabularına ve kurumlarına oldukça zeki ve stratejik yöntemlerle, cesurca muhalefet etti ve saldırdı. Aynı şekilde özellikle “Arap Baharı” sonrası uluslararası düzenin bazı (işine gelmeyen ve mahalleyi zenginleştirmeyen) kabullerine de. Ama altında sağlam bir bilgi, tahlil ve gelecek tahayyülü olmadan. Bunun ülkeyi getirdiği nokta belli. Şuursuz ve müsrif bir kalkınma, hukuksuzluk ve mali iflas. Dünyaya da bağcıyı dövüp yerine geçmenin ötesinde bir çözüm perspektifi sunmuyor.

Başta CHP parlamenter muhalefet ise otoriterleşmeye, haksızlığa ve hukuksuzluğa karşı çıkarken yeterince cesur olamadı. Cesur çıkışlarının ise ya ardını getiremedi ya da geri adım attı. En büyük cesaretsizliği ise toplumla ve toplumsal muhalefetle yerince ve doğru biçimde bütünleşememesi oldu. Ya provokasyon olur kontrolden çıkarsa? Ya iktidar manipüle eder kullanırsa? Ya radikal unsurlar da karışırsa? Ya meydandakiler bizi de eleştirmeye başlarlarsa? Bu kaygılar hep etkili ve frenleyici oldu.

Peki muhalefetin fikir olarak iktidara oranla daha güçlü olduğunu söyleyebilir miyiz? Görece öyle olabilir. Ama aslında cesaret eksikliğinin altında da çoğu kez nispi düşünsel zayıflık yatıyor.

Benzer şeyleri toplumsal muhalefet, toplumsal muhalefetle daha iç içe olan HDP ve siyasal İslamcı partiler için de söyleyebiliriz. Eleştiri cesur olabilir ama arkasındaki perspektif ne kadar uygulanabilir ve tutarlı? Peki eylem ve fikir ne kadar tutarlı?

İktidarın yaptığı yanlış. Cumhuriyetin kuruluş dönemi de kendi koşullarında bazı sorunları çözememiş belki de körüklemiş. Peki biz nasıl yapacağız? Bunun altı yeterince dolu değilse siyasal eylem de yeterince cesur ve ümitvar olamaz.

Güçlü düşünsel bir altyapı kurmanın ne kadar zor bir iş olduğunu en iyi gerçek bilim insanları ve düşünürler bilir. Parasını verelim yaptıralım, yurtdışından uzman getirelim, dünyadaki örneklere veya ecdadımıza bakalım gibi kısayollarla hallolacak bir iş değil. Emek, zaman, eziyet, yetenek ve talih gerektiren bir iş. Sorgulama cesareti ve iradesi kadar sorgulama yöntemi ve disiplini gerektiriyor.

Kürt meselesi ve terör sorunu örneğine dönersek eğer... Evet demokratik kurumlar işlemeli ve tüm politikalar konuşulmalı, eleştirilmeli. Tamam tüm meşru partilerle meşru zeminlerde konuşulmalı. Ya sonra? Hukuk devleti ve bağımsız yargı olsun güzel ama yargı hangi hukuku uygulayacak, hangi toplumsal mukaveleyi koruyacak?

Milada Dönüş kitabımda sorduğum soru üzerinden gideyim: “Bir an için (sihirli bir değnekle) PKK ile barış müzakerelerinin şiddeti gündemden çıkardığını varsayalım. Şu veya bu iç ve dış ‘derin güçler’ de bir şekilde ortadan kalkmış olsun. O zaman adını ne koyarsak koyalım, Kürt meselesini bütün boyutlarıyla nasıl çözerdik? Neyi, nasıl paylaşırdık?”

Bu meselenin altında üç ikilem yatıyor:

  1. Dış güvenlik ikilemi: Kürtlerin yoğun yaşadığı sınır bölgelerimiz, sınırın her iki tarafında da birer güvenlik tehdidi olmaktan çıkıp nasıl bir barış ve güvenlik alanına dönüşebilir? Komşularımızda yaşayan Kürtlerin kazanacağı demokratik haklar nasıl, hangi hukuk, kurallar ve güvenlik önlemleriyle Türkiye için bir güvenlik tehdidi olmaktan çıkar?
  2. Ortak kimlik ikilemi: Bu ülkenin hiç kuşkusuz (güçlü yerel yönetimleri dışlamayan tam tersine destekleyen) güçlü bir merkezi devlete ve orduya olduğu kadar güçlü ve birleştirici bir ortak kimliğe de ihtiyacı var. Başta Türklük, Türkiyelilik ve laik Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı olmak üzere var olan ortak kimliklerimiz nasıl daha demokratik şekilde anlaşılıp desteklenebilir ve yaşanabilir? Kürt vatandaşlarımızın kendi özgün kimliklerini -ki kimlik denen şey ana dil ve coğrafyadan bağımsız anlaşılamaz- istedikleri şekilde yaşayıp geliştirmesi nasıl ortak kimliğe, toplumsal uyuma ve toprak bütünlüğüne tehdit olmaktan çıkar?
  3. Elit işbirliği ikilemi: Kürt meselesi ve milliyetçilik siyasal elitlerin birbirlerinin altını oymak için istismar ettikleri bir rekabet aracı olmaktan çıkıp... Bir uzlaşma konusu olmaya nasıl başlar?

Bu üç ikilemin her birinin de istenirse sağlam bir uzlaşmaya dayalı üniter ama demokratik bir hukuk devleti içinde çözüme kavuşması, kolay değil ama mümkün.

Başka konularda olduğu gibi bu konuda da alternatif olmak için muhalefetin sağlam bir anlatıya ve anlatıcıya olduğu kadar cesarete ve fikre ihtiyacı var. Konu müspet milliyetçilik konusuyla da yakından ilgili.

CHP dışındaki parlamenter muhalefetin Mayıs seçimleri sonrası iktidara yakınlaşması aslında büyük bir muhalefet boşluğu yaratıyor. Bu boşluğu dolduran bir CHP yüzde 25 zincirini kırabilir.

İyi bir anlatıcı dinleyicinin aklına olduğum kadar yüreğine de dokunabilmeli. Ve sanırım şunu da hatırlatabilmeli.

Büyük çoğunluğumuz için bu sorun gündelik yaşamın somut bir parçası olmadığı için, yaşamın aynen devam ettiği yanılsaması içinde yaşamaya devam edebiliyoruz. Asker veya güvenlik görevlisi değilseniz, bölgede yaşamıyorsanız, kimliğiniz ve anadiliniz nedeniyle etkilenmiyorsanız eğer, bu sorun uzak, soyut, daha çok medya üzerinden bilinen ve yaşanan bir acı...

Ama bu bir yanılsama. Gündelik yaşamımızın parçası olan yoksulluk, yoksunluk, demokrasisizlik ve hukuksuzluk, uzun çalışma saatleri, toplumsal yaşantıda huzursuzluk ve şiddet, tarikatlara ve paraya teslim eğitim sistemi, enflasyon ve vizesiz girilemeyen ülkeler, depreme karşı bizi koruyamayan devlet ve idare yapısı gibi sorunların hepsiyle.. Bu sorunun çözülememesi arasında doğrudan ilişki var. Bir toplumsal, siyasi ve idari sorun olarak Kürt meselesi ve PKK terörünün çözülememesi, barışa varamamak bu sorunları besliyor. Sadece bu konuda değil her konuda reform çabalarını ise tıkıyor. Milli servetin tükenmesine neden oluyor. Bunun aksine bu sorunu kendi içinde ve bütünlük içinde çözmüş bir Türkiye hiç kuşkusuz çok daha güçlü, yaşanası, saygın ve müreffeh olacaktır.

Yazarın Diğer Yazıları

Halkın egemenliğini hatırlayıp hatırlattığı gün 31 Mart

Acaba Pazar günkü sonuçlar genel seçimde gerçekleşseydi Cumhurbaşkanı balkon konuşmasında bu kadar kolay sonucu kabul eder ve mazbatayı teslim eder miydi?

Pazar günü neyi seçeceğiz?

Pazar günü 2030’ların Türkiye’sinin siyasal aktörleri de şekillenecek

31 Mart: 2017’nin rövanşı ve 2030’ların kuluçkası

2017’de tüm anti demokratik dezenformasyon koşullarına rağmen halkımızın yüzde 49’a yakını ‘Hayır’ diyebilmişti. İstanbulluların ise yüzde 51.35’i ‘Hayır’ demişti. 31 Mart’ta bu oranın azalmak şöyle dursun, artması gerekir