2010 yılından beri gerçekleştirilen demokratikleşme adımları yazık ki hep, ‘yetersiz olsa da daha iyi mi’ diye sorarak tartışıldı. Oysa bu, dört tekerleği bağlı bir arabanın bir tekerini çözersek daha mı iyi olur daha mı kötü diye sormaya benziyor. Demokrasi bir dengeler rejimi. Toplumdaki özgürlük ve eşitlik taleplerinin bugün için mümkün gördüklerimizi, karşılayabildiğimiz kadarıyla karşılayalım denilirse demokratikleşme yetersiz olmak bir yana geriye gidebilir hatta çökebilir.
Başbakan Erdoğan’ın kamuoyuna ‘bildirdiği’ son demokratikleşme paketindeki en önemli sorun bence bu. Paketin Kürtçe eğitim ile ilgili bölümü bunu en açık şekilde gösteriyor. Bazı olumlu yönleri yanında, paket birçok değişik açılardan eleştirilebilir. Her şeyden önce hazırlanış ve sunuş şekli, Kürt siyasetçilerinin (ve hükümetin kendi atadığı akil insanların) beklentilerini karşılamaması, ve son yıllarda kendi görüşlerine koşulsuz destek olmayan herkesi aşağılamak ve susturmak eğiliminde olan bir hükümetin önerisi olması, güvensizlik uyandırmaktadır.
Ama bütün bu haklı endişeleri bir tarafa bıraksak bile şunu söylemek mümkün. Sadece özel okullarda Kürtçe eğitime izin vermek opsiyonu bu soruna getirilecek değişik çözümler arasında en kötü opsiyonlardan biri; hatta uzun vadede sorunu çözmek yerine derinleştirmesi mümkün.
Kürtçe eğitim talebi üç ihtiyaçtan kaynaklanıyor ve ancak üçüne birden aynı anda yanıt verilirse kalıcı bir çözüm bulmak mümkün olur.
Bunlardan birincisi, Kürtler’in eşit kimlik ihtiyacı ve talebi. Türkçe eğitim diliyken Kürtçenin eğitim dili olarak kullanılmak ve kendini geliştirmek imkanı bulamaması, Kürtler’in kendisini eşit hissetmemesine yol açıyor. İkincisi Kürtler’in eşit eğitim ihtiyacı. CHP millletvekili Atilla Kart’ın kendi kişisel deneyimine dayanarak aktardığı gibi, anadili Kürtçe olan ve evinde Türkçe konuşulmayan öğrenciler daha küçük yaştan okula bilmedikleri bir dilde ve anadili Türkçe olan yaşıtlarına göre büyük bir dezavantajla başlıyorlar.
Üçüncü ihtiyaç ise Türkiye’nin her yerinde kullanılabilen ve herkesin anlayacağı bir ortak dil ihtiyacı. Hakkari’den gelen bir vatandaş nasıl Edirne’de kendini ifade edebilmeli ve iş bulabilmeliyse, Edirne’den Hakkari’ye giden bir vatandaş da aynı şeyi yapabilmeli. TBMM’de yapılan tartışmaları her vatandaş aynı kolaylıkla takip edebilmeli ve gerektiğinde katılabilmeli. Elbette değişik anadillerde farklı medyalar, siyasal platformlar ve sanat dünyaları olabilir ve olacak. Ama her Türkiye vatandaşının takip edebileceği ve ortak iletişimde bulunabileceği platformlar da korunmalı.
Bu ihtiyaçları aynı anda karşılarken sadece bugünü hatta on sene sonrasını değil, yirmi otuz sene sonrasını düşünmeliyiz çünkü eğitim özellikle yeni kuşakları ilgilendiriyor. Öte yandan bu sorunu hangi yöntemle çözersek gelecekte benzer talepleri olabilecek başka gruplara da büyük ihtimalle aynı yöntemin uygulanacağını akılda tutmak gerekiyor.
Açıklanan paket bu üç ihtiyacın hiçbirini gerektiği gibi karşılamıyor. Eşit kimlik ihtiyacını karşılamıyor çünkü Kürtler her şeyden önce devlet kurumlarında kimliklerinin kabul görülmesini istiyorlar ve devlet okullarında Kürtçe eğitim imkanı tanınmıyor. Eşit eğitim talebini karşılamıyor çünkü sadece özel okula gitme imkanı olanlara Kürtçe eğitim olanağı sağlıyor. Oysa hem anadilini hem de Türkçe’yi doğru öğrenerek eşit fırsatlara kavuşabilmek en çok da dar gelirli insanların ihtiyacı değil mi? Eğer bazı bölgelerde devlet okulardan özel okullara kitlesel kaymalar olursa bu hiç hoş olmayan durumlar oluşturmaz mı?
Paket açıklanan kadarıyla ortak dilin korunması ihtiyacını karşılamak bir yana bir gerileme içeriyor, çünkü herkesin ortak dil olan Türkçeyi yeterli düzeyde öğrenmesini sağlayacak bir düzenleme içermiyor. Başbakan’ın açıklamasında sadece özel okullarda bazı derslerin Türkçe okutulacağı ifade ediliyor; herhalde bazı dersler Türkçe olacağına göre ihtiyacı olanlara Türkçe de öğretileceği varsayılıyor ama bunun güvencesi yok. Sonuçta bir tek dilli eğitimin yerine diğerini getiriyor. Bu eşit eğitim prensibi açısından da sakıncalı. Kürtçe eğitim alan bir okulda okuyan bir öğrenci İstanbul Tıp Fakültesi’ni kazanıp orada okumak isterse Türkçe bilmediği için bu sefer de yüksek öğrenimde dezavantajlı duruma düşmeyecek mi? Dicle Üniversitesi’nden mezun olan öğrenciler Türkiye’nin Batı’sında iş bulmakta zorlanmayacaklar mı? Kutuplaşmanın ve ayrımcılığın hızla derinleştiği bir ülkede bu problemlern çıkması son derece olası.
Doğrusu, nüfusun belli bir oranının evinde konuşulan dilin Türkçe olmadığı, ve bu yönde yeterli talep olan beldelerde (bu talebin nasıl saptanacağı da belirlenmeli), devlet okullarında birinci eğitim dili olarak bu anadilde eğitim alınmasının bir anayasa değişikliğiyle mümkün kılınması; aynı anayasa değişikliğiyle de bütün bu okullarda Türkçe’nin öğretilmesinin zorunlu kılınması ve bazı derslerin Türkçe okutulması ilkesinin oluşturulmasıdır. Yani biri Türkçe olmak kaydıyla çift dilli eğitim ve birinci ve ikinci eğitim dili kavramları getirilebilir. Çift dilli eğitim talebi olmayan yerlerde de yerel dillerin öğrenilebileceği seçmeli dersler olabilir. İleride yapılacak yerel yönetim reformlarıyla, bu anayasal ilkelere uymak kaydıyla yerel yönetimlere eğitim politikalarında esneklik sağlanabilir.
Eğitim dili konusu, ihtiyaç olursa özel okullar talep edilen tür eğitimi sunar deyip işin içinden çıkılamayacak kadar hassas ve önemli. Ama çözülemeyecek bir sorun kesinlikle değil. 19. Yüzyılda, hatta 20. yüzyılın büyük kısmında, bir devlet için sadece bir ortak dili bütün vatandaşlarına öğretebilmek büyük bir başarıydı. Ama bugün Google Chrome’un her dili saniyeler içinde diğer dillere çevirebildiği, gelişmiş ülkelerde her eğitimli insanın bir değil en az iki dili en iyi şekilde kullanabilmesinin beklendiği, birçok ülkenin bütün vatandaşlarını bu şekilde eğitmeyi başarabildiği bir dünyada yaşıyoruz. Bu kadar çok alışveriş merkezi, polisi ve gökdeleni olan bir Türkiye yerine, silaha ve betona daha az para harcayan ama her vatandaşının eşit kimlik, eşit eğitim ve ortak dil ihtiyacını karşılayabilen bir Türkiye daha arzu edilesi bir hedef değil mi?