Tribünlerde pankartlar, mikrofonda yorumcular hemen herkes aynı şeyi söylüyor:
Bize yaşattığın mutluluklar için teşekkür ederiz.
19 Mayıs günü futbol açısından güzel bir gün. Türkiye'de değil ne yazık ki; İngiltere'de. Liverpool Teknik Direktörü Jürgen Klopp dokuz yıl sonra takımına veda ediyor. 2015'ten beri takımın başında olan Kloop, Premier League ve Şampiyonlar Ligi'nin de arasında olduğu sekiz kupa kazandı. Vedasında hem kendi takımının futbolcuları hem rakip takımdakiler hem de hakemler teker teker sarılarak ayrıldı. Youtube'da vedasını seyrederken açıkçası gözüm doldu.
19 Mayıs akşamı aralarında benim de olduğum Galatasaraylılar, 10 kişi kalmış Fenerbahçe'nin nefis futboluyla yenilerek şampiyonluk yolunda riskli bir noktaya gelmiş olmanın şaşkınlığını yaşıyordu. Dostlarla, arkadaşlarla şakalaştık, mesajlaştık, puan durumu üzerinden hesaplar yaptık. Hastalık yüzünden kısılan sesim maçla ilişkilendirildi, güldük… Saat 21.45 gibi normal hayata döndüm. Yarıda bıraktığım bir diziyi izlemeye devam ederken arada sosyal medyaya da bakıyordum. Önce Fenerbahçe'nin taraftar grubunun tweet'ini gördüm: "Geldik, 10 kişi yendik, eğlendik, dövdük, döndük." (iki milyon takipçili aynı taraftar grubu bu yazıyı yazdığım pazartesi günü "rakibi sahasında yenip üstüne bir güzel dövme huyundan vazgeçmemiz gerek" tweeti attı.)
Ardından maçı izlemek için stada gelmeyen Fenerbahçe Başkanı Ali Koç'un maç bitip tribünler boşaldıktan sonra bir kısım yöneticiyle Ali Sami Yen'e geldiği görüntüler düşmeye başladı. Fenerbahçeli futbolcular ile birlikte "galibiyeti kutlamak" istemişlerdi. Sahanın ortasında açılan Fenerbahçe bayrağına müdahele etmeye çalışan bir stat görevlisinin ortaya alınıp yumruklanma görüntülerini izledim. Sonra Koç'un bir Galatasaray yöneticisine "buradan çıkmazsan dayak yiyeceksin" demesini… Kendi yöneticisine yaptığı hamleyi. Sonra Galatasaray Başkanı Dursun Özbek'in stada geri dönüp Koç'u "düello"ya çağırmasını: "Eğer şu kadar cesaretin varsa gel, buradayım. Şu kadar delikanlılığın varsa gel, buradayım..."
Sonra Ali Koç'un basın toplantısı düzenleyip "gerçek şampiyonun kim olduğunu şerefsizlere, hırsızlara, alçaklara gösterdik" deyişini…
Futbol "yaşanan mutlulukların" değil karşı tarafa yaşatılan mutsuzlukların bir şekline dönüşmüş durumda. Bu yıl lig öyle bir hale geldi ki;
- Ankaragücü Başkanı saha ortasında hakem yumrukladı…
- Trabzonspor-Fenerbahçe maçında taraftar sahaya indi, futbolcular ile saha içinde dövüşüldü.
- Süper Kupa için Suudi Arabistan'a gidildi yaşanan rezaletlerin ardından geri dönüldü.
- Sahaya inip takımı maçtan çekme sıradanlaştı. Süper Lig'in 17. Haftasında İstanbulspor Başkanı takımı sahadan çekti. Geçen hafta Kayserispor Başkanı maç oynanırken sahaya girmeye çalıştı.
- Futbol Federasyonu Başkanı "çift bylock'lu" olmasına da dikkat çekilerek ligi yönetemediği için eleştirildi. Ancak onu oraya atayanın, bylock suçsa koruyanın kim olduğu bilinmesine rağmen o sulara hiç girilmedi-girilemedi.
Önemli bir klişe olarak "futbol fena halde hayata benzer"… Yöneticiler, taraftarlar, sloganlar... Türkiye'de hayatın geneli gibi… Gücü gücüne yetene dönemi… Peki ne olacak, nereye gidecek bu süreç? Haklıyı kim ortaya çıkaracak? Hukukun-adaletin olmadığı yerde kitleler-taraftarlar kendi hakkının teslim edildiğine nasıl ikna olacak? Otobüsüne silahlı saldırı yapılan takımın faili nasıl hâlâ meçhul olur, bulunamaz? Bir takım yönetimi diğer takımı nasıl "beka sorunu" olarak çerçeveler? Her biri kendi içinde duruma isyan ederken haklı değil mi?
Bitirirken…
Tanıl Bora futbol üzerine bir yazısında önemli sosyolog Norbert Elias'a atıf yapar.
Elias, sporun ve en popüler spor dalı olan futbolun, medenileşme sürecinin önemli bir veçhesi olan duygu kontrolünden azade bir alan, adeta bir kurtarılmış bölge temin ettiğini tespit etmişti. Hatta başkasına nefretini, tiksintisini beyan etme serbestisi bile vardı bu kurtarılmış bölgede. Azabiliyordunuz. Kontrolden çıkabiliyordunuz.
Ancak medeniyet önemli… Yoksa memleket iyiden iyiye "Kurtlar Vadisi"…
Murat Sabuncu kimdir?
Murat Sabuncu İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı.
Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı.
En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360'da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu.
Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı.
T24'te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay'ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda bekliyor.
Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini "Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi" adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü ve Ayşenur Zarakolu Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü sahibi. Sorbonne'da hukuk doktorası yapan avukat oğlu, Nuri isimli bir kedisi var.
|