06 Ekim 2023

Babacan: Genel seçimlerde biz 15 + 5’te anlaşmışken CHP daha çok yerden vekillik önerdi; İmamoğlu bize gelmeden İstanbul adayını açıklarız

Ali Babacan, tartışılan “CHP listelerindeki DEVA Parti’liler” konusunda yeni bir bilgi verdi. O da CHP’nin kendi istediklerinden, başta anlaştıklarından fazlasını vermesi...

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan ile aralarında benim de bulunduğum bir grup gazeteci sohbet ettik. Dünü; yani Altılı Masa sürecini, bugünü; yani başta yeni kabine ve anayasa yapım süreci beklentileri ve yarını; yani yerel seçimler ittifak konusunu konuştuk. Babacan, toplantıya seçim öncesi Altılı Masa’nın ürettiği anayasadan, bin 500 maddelik Türkiye’yi nasıl yönetmek istediklerine kadar bir çalışmayla geldi. Çoktan unutulmuş; partilerin çoğunun bir diğeri için en ağır cümleleri kurduğu bu süreçte ilginç bir duruş...

Önce, dün: “Altılı Masa doğruydu” diyor Babacan.

“Geçen cumartesi tüzük kongresi yaptık partide. Orada da söyledim. Altılı masa doğruydu, ittifak doğruydu ama bunun ruhu tam anlaşılmadı. Bizim içimizde de anlamayanlar oldu bunun ne demek olduğunu. İçeride bu olunca, tabii vatandaş da hemen hissetti.”

“Anlamayanlar kimlerdi?” diye soruldu, “Parmakla işaret etmenin anlamı yok” dedi.

Ali Babacan’ın anlattıklarından Altılı Masa’nın cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmayı neredeyse garanti gördüğünü anlıyoruz: 

“Biz, ‘seçimi kaybedersek ne olur?’ hesabını hiç yapmadık. Hep kazanacağımıza oynadık. Hatta hareketlerimiz, seçimi kaybetmenin hazırlığı olarak görülürse bunu vatandaş da anlar ve zaten kaybederiz diye düşündük açıkçası. Yani attığımız her adım kazanacağız adımıydı. ‘Ya kaybederse’nin hesabını hiç yapmadık o dönem.”

Cambridge Analytica metodu uygulandı…

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’a, seçimlerin en azından ikinci tura kalacağını hesaplamamış olmanın hatası da soruldu.

Babacan, “Seçime birkaç hafta kala tam da Cambridge Analytica metotlarıyla çalışıldı. Biliyorsunuz, WhatsApp grupları ve Facebook üzerinden ağırlıklı olarak insanlara yalan yanlış şeyler gösterildi, insanlar aldatıldı” dedi.

Okuyucular hatırlar, Trump seçimlerinde ve Brexit’te Facebook üzerinden seçmenler manipüle edilmişti. (‘Great Hack’ belgeseli bu konuda oldukça detaylı.) 

Peki insanlara, seçmenlere ne denmiş? Babacan, teşkilattan gelen iki ‘dedikodu’yu aktardı:

“Balıkesir’deki arkadaşlar tam ‘artık seçime gidiyoruz’ dediler ki, burada acayip bir hava oluştu: ‘Eğer Kılıçdaroğlu kazanırsa Çanakkale Köprüsü yıkılacak, İzmir’e Yunan bayrağı dikilecek..’ Ve buna insanlar inandı… Balıkesir’den haberler geliyor, sağdan soldan. Nasıl böyle bir şey olur? Afyon’dan haberler geliyor, deniyor ki ‘Eğer Kılıçdaroğlu kazanırsa Sivas’tan ülke bölünecek ve Sivas’tan öte pasaportla geçiş olacak.’”

Ali Babacan, kaybetmeleriyle ilgili de şöyle bir özeleştiri yapıyor:

“Güven veremedik. Kırsala yeterince ulaşamadık ve kırsalda Erdoğan’ın oyları merkeze göre çok daha fazlaydı. İlk 10 ilde kazanan biz olduk aslında, ama küçük illere doğru gittikçe ve kırsala doğru gittikçe Erdoğan’ın oyları daha fazlaydı.”

Ali Babacan’ın anlattıklarına göre, DEVA’nın kamuoyunda çokça tartışılan “CHP listelerinden seçime giriş” konusunda bile konuşmalar hep, “Cumhurbaşkanlığını nasıl olsa alıyoruz, Meclis’te de çoğunluğu kazanalım” şeklinde olmuş. Son haftaya kadar DEVA yalnız girecekken, CHP’den Kemal Kılıçdaroğlu’ndan gelen teklifle iş değişmiş. Babacan şöyle anlatıyor o günleri:

“Biz tamamen kendimiz girmek üzere hazırlandık seçimlere. Bin 300 tane aday adayı başvurdu. Sekiz komisyon kurduk. Bunların hepsiyle mülakatlar yapıldı. Üst komisyon kurduk. Ben bizzat üst komisyon başkanı olarak 8 gün kapandım, bizim genel merkezde ayrı bir ofiste… Bin 300 başvurunun tamamına kağıt üzerinden baktım. Komisyon başkanı, alt komisyon başkanı, üst komisyon ve listelerimizi yüzde 95 oranında oluşturduk. Hatırlayın, o günlerde şimdiye kadar yaptığımız en büyük reklam kampanyası dönüyordu.

Tam aday listelerinin verilmesine bir hafta kala CHP geldi. Önce şunu söyleyeyim: Bazen başka partilerin hikâyesi bizim hikâyemizle karıştırılıyor. Baştan beri CHP’yle konuşan, baştan beri CHP’nin listesinden girmeye hazırlanan partiler vardı. Yani maalesef karıştırılıyoruz. Biz öyle değildik. ‘Damga DEVA’ya’ diye reklam yaptık.  Sonra CHP geldi dedi ki, ‘Bizim son araştırmalara bakıyoruz, bu araştırmalarda cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili durum fena görünmüyor ama Meclis’te çoğunluğu sağlayamıyoruz. Çünkü bizim oylar bölünüyor partilere, partilere bölününce bu sefer toplamda milletvekili sayımız çoğunluğu sağlamıyor. Eğer ayrı ayrı girersek kesinlikle Meclis’te çoğunluğu sağlayamayız.’ Getirdiler bize, araştırmaları önümüze koydular, simülasyonları önümüze koydular. Biz de dedi ki, ‘Bir de biz bakalım!’ Bizim elimizde de zaten vardı, sık araştırma yaptırıyorduk o zaman, hâlâ da yaptırıyoruz. Bizim elimizdeki araştırmalardan biz de simülasyonlar yaptık: CHP’nin yaptığı hesap doğru. Yani kabaca o gün bize sunduklarında, altı parti tek listeyle girdiğinde yaklaşık 50 ila 60 milletvekili fazla oluyordu. DEVA, Saadet ve Gelecek bunun 32’sini zaten oluşturuyor, artı 20 küsur de İYİ Parti’den geliyor. Dolayısıyla toplam 50 ile 60 arası bir sayı… Altı partinin tek listeden gireceği varsayımı... Sonra biz hesap yaptık, aşağı yukarı aynı rakamları bulduk. Mesela onların 32 bulduğunu, biz 30 bulduk. Sadece kendi katkımızı 18 bulduk. Ondan sonra toplandık genel merkezde yoğun bir istişare yaptık; ‘şimdi ne yapalım, ne edelim?’ Sonra Kemal Bey’le baş başa görüştüm ben. Hatta o dönemde 2-3 kere falan baş başa görüştük, tam o bir hafta içerisinde.

Ben dedim ki, ‘Bakın bizim açımızdan üç tane ciddi sıkıntı var ortak listelerle ilgili. Bir; biz bunu açıkladık. Yani, bu açıklamamızdan geri dönmemizin ya da kararımızı değiştirmemizin getireceği çok ciddi sıkıntı var; kamuoyu nezdinde de kendi teşkilatımız nezdinde de… İki; partinin kimliğiyle alakalı çok ciddi sıkıntı yaşayacağız. Kimlik erimesi olacak tek listeyle girdiğimizde. Üçüncüsü de dedim; ‘Normal şartlarda bize oy verecek vatandaşlarımızın tamamının gelip de CHP’nin logosunun altına ‘Evet’ diyeceğini düşünmüyoruz. Orada kayıplar olacak kesin’ dedim. Bizim açımızdan üç tane büyük sorun var fakat onların tabii tutumu şuydu: Bu çok önemli, bu memleket meselesi, ülke meselesi… Çok kritik bir dönemeçteyiz; burada her parti kendi açısından bakarsa… Gerçekten Türkiye perspektifiyle bakmak zorundayız; cumhurbaşkanlığını aldık, eğer Meclis’te çoğunluğu sağlayamazsak burada istikrarlı bir yönetim konusunda sıkıntı yaşarız. Üstelik rakamlar da ‘kazan kazan kazan’ sonucunu oluşturuyor; yani herkes daha fazla milletvekili çıkarıyor. Rakamlar da onu söylüyor. Gerçekten de biz de gördük o rakamları…”

CHP ile 15 artı 5’te anlaştık ama…

Ali Babacan tartışılan, “CHP listelerindeki DEVA Parti’liler” konusunda yeni bir bilgi verdi. O da CHP’nin kendi istediklerinden, başta anlaştıklarından fazlasını vermesi:

“Milletvekili seçimleri öncesi, biz ilk önce CHP ile ‘15 + 5’ diye anlaştık. Çünkü 18’i buluyorduk biz. 15 aday, aşağı yukarı seçilmesi daha kolay yerlerde; artı beş de ciddi bir oy artışı olursa o oy artışının getireceği alandı… Ona göre anlaştık fakat daha sonra dediler ki bize, ‘Siirt’te ve Iğdır’da sizin il başkanlarınız çok iyi. Biz onları birinci sıradan aday yapabiliriz.’ İlk anlaşmanın tamamen üstünde... Aradık arkadaşları, 15 + 5 + 2 oldu. İkisi de bizim Iğdır ve Siirt, hep zaten CHP listesinden ve liste başı olarak aday oldu. Bir gün sonra dediler ki, ‘Üç il daha var. Bu üç ile de eğer sizin adaylarınız girerse, -ki seçilebileceği garanti yerler, öyle ihtimal falan değil ama bizim adaylarımıza çok destek veriliyor- neresi? Erzurum, Elazığ ve Yozgat… Aradık il başkanlarımızı, dediler ki, ‘Biz kendimiz şimdi aday olursak olmaz, teşkilatımızdan halkın da tanıdığı düzgün isimlere bakalım.’ Hemen birkaç saat içerisinde isimlerini verdik. Artı üç daha girdi aday olarak, CHP’nin talebi üzerine. Etti mi 25? En son CHP’nin Kilis’teki adayı istifa etti. Kaçıncı sıra hatırlamıyorum iki mi, üç mü… Aradılar, ‘Sizin Kilis İl Başkanınız çok iyi. Onun yerine onu verir misiniz?’ Aradım Yavuz Bey’i. ‘Bir de üç il başkanı kendisi istemedi, kendileri başka isim verdi. Şimdi seni istiyorlar ama kendin de olabilirsin başka ismi de verebiliriz…’ ‘Ben aday olurum’ dedi. ‘Çok çalışırım da’ dedi. En son artık listeler de verildikten sonra istifa üzerine boşalan, gene bizim Kilis İl Başkanı Yavuz Bey’i koyduk. Toplamda bizim 26 adayımız etti. 15 + 5 diye başladık, 26 aday ile tamamladık. Tamamı bize gelen talep üzerine.”

Yerel seçimlere tek başlarına girecekler

DEVA Partisi önümüzdeki seçimlere tek başına girecek. Ali Babacan, şöyle anlatıyor:

“Bizim niyetimiz İstanbul ve Ankara’yı erken açıklamak ama bazı yerlerde daha gecikebilir. ‘DEVA belediyeciliği, temiz belediyecilik’ diye bir manifesto hazırlıyoruz ve aday olacak kişiler ona imza atıp aday olacaklar. Biz niye yanlış düzlem üzerinde başkalarıyla ortaklık yapalım ki? ‘Ortak olalım, biz de nemalanalım’ diye düşünülen bir işin içinde olmayız biz. CHP’nin içinde ortaklığı kaldıracak bir psikoloji yok zaten. CHP’nin içindeki popülizm, ‘İttifak yanlıştı, niye bu partileri kattınız?’ şeklinde. Zaten ortak bir bakış, ortak bir anlayış olmadan ittifak mümkün değil. Tabii çok istisnai ve münferit yerlerde açıklayacağımız, manifestoya uymayı kabul eden partilerle iş birliği yapılabilir ama büyük şehirlerde olmaz.”

Peki ya Ekrem İmamoğlu’nun “İstanbul’da muhalefeti bir arada tutmak için tura çıkma” konusu?

Babacan, “Böyle bir şey çok mümkün gözükmüyor ama olsa bile biz çoktan adayımızı açıklamış oluruz” diyor.

Anayasa’da “duruma” bakılacak…

Ali Babacan, iktidarın Meclis’e getirme planı yaptığını belirttiği anayasa çalışması için şöyle diyor:

“Biz hükümetin böyle bir dönemde yeni anayasadan bahsetmesinin bir samimiyet testinden geçmesi gerektiğini söylüyoruz. Samimiyet testinden nasıl geçecek? Bir; mevcut anayasaya uyduklarını, uyacaklarını gösteren bir şeyler yapmaları lazım, ki yeni anayasayı biz ciddiye alalım. İkincisi; gerçekten yeni anayasa istiyorlar mı, yoksa gündem değiştirmek için mi bunu yapıyorlar bu konuşulsun. Mesela, şu anda ülkede vatandaşa sorsak en önemli sorunu hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı falan ama biz anayasa konuşuyoruz, yerel seçim konuşuyoruz. Tam da istedikleri bu. Dolayısıyla buna dikkat etmemiz gerekiyor. Toplumsal uzlaşma önemlidir. Toplumsal uzlaşı arayışı en azından önemlidir. Dolayısıyla bunun önemli bir sembolü de Meclis’te oluşacak bir uzlaşma komisyonudur ve Meclis’te temsil edilen partilerde bir uzlaşma komisyonu oluşturalım, herkes elindekini koysun masaya çalışalım. Yoksa böyle mi yapacak mesela? Bunların hiçbirini bilemiyoruz… Yani eğer hazır bir şey getirirlerse o hazırın içeriğine bakmak gerekecek. Yok, ‘Uzlaşma komisyonu kuralım’ derse uzlaşma komisyonunun temsil gücü yeterince geniş olacak mı, olmayacak mı; bunları bilmiyoruz…”

Babacan seçim öncesi gündeme gelen “başörtüsü” ve “aile” kavramlarıyla ilgili değişiklik önerileri için şunları söylüyor:

“Bu konu seçimden önce gelseydi bile blok karar alma imkânımız yoktu. Çünkü Altılı Masa’nın birkaç toplantısında konuştuk ve gelseydi bu Altılı Masa’da ayrışma sebebi bile olabilirdi.

Biz bu kadar detaylı bir konuyu anayasa maddesi yapınca, gün gelir 20-30 sene sonra biri bu maddeyi iptal edebilir, eğer öyle olursa başörtüsü yasağı geri mi gelecek yani? Dolayısıyla bu yöntem yanlış ama niye geliyor? Muhalefet bloku da kalmadı ama muhalefeti çatlatmak için... Macaristan ve Polonya’da da örnekleri var, Türkiye’ye taşınabilir bu.

Yani anayasa tekniği açısından da sorunlar görüyoruz ama nihai bir karar noktasında özgürlük alanını genişletecek, özgürlük alanını geliştirici bir şey önümüze geldiğinde buna ‘Hayır’ demekte de zorlanabiliriz. Ama büyük resme bakıp, ‘Bu tamamen bir oyun kardeşim, sizin oyununuza gelmeyeceğiz’ de denenebilir o gün itibariyle. Onun için bir bakalım, izleyelim. Yani kendi istişarelerimizi bir yapalım. Çünkü siyasi iklim değişiyor. Bu gündeme geleli neredeyse bir yıl oldu. Bir yıldır gündemde. Bir de topluma bakmak lazım. Toplum bunu nasıl değerlendiriyor, ne düşünüyor? Yani oraların bir nabzını tutup ondan sonra nihai kararları vermek gerekiyor.”

AKP’nin, iktidarın yeni kadroları…

Ali Babacan, kabinedeki yeni değişimi de şöyle değerlendiriyor:

“’Kadrolarda değişiklik var, yeniden rasyonaliteye dönüş olabilir mi?’ diye bir algı var ama hukuk, özgürlükler konusunda en ufak bir değişiklik yok. İçişleri Bakanı değişti diye bir ülkede suçlu suçsuz, suçsuz suçlu olursa o ülke hukuk devleti olmuyor. Şunu da unutmayalım, en üstte bunu yapan da aynı kişi, ama öncesini yapan da aynı kişi. Mesela, bir grup yer değiştirip başka grubun önü mü açılıyor, bilmiyoruz. Yeni İçişleri Bakanı’nın adımlarını biz de destekliyoruz ama bunun sürdürülebilirliğini göreceğiz. Ama hukuk ve adalet konusunda hiçbir değişiklik yok, görüyorsunuz. Dışişleri ve dış güvenlik kadrosunun iyi olduğunu ve daha az sorun olabileceğini daha önce de söylemiştim. Cumhurbaşkanı üzerinde etkilerinin olması da ayrıca önemli. Dışişleri’ndeki arkadaşların ikna etkisi daha çok ama diğer taraf için aynısını göremiyorum.

Ekonomiye gelelim, çoğu bizim eski çalışma arkadaşlarımız. Erdoğan belli konularda göz yumuyor ama koskoca bir belirsizlik var. Merkez Bankası tam bağımsız ve tam şeffaf olmadan düzelme mümkün değil. Seçimden sonra tam 40 milyar dolar arka kapıdan satıldı. 128 milyar dolar diyoruz ya, üstüne 226 milyar daha satıldı, toplam rakam 354 milyar dolar... Merkez Bankası’nın ne kadar sattığını açıklaması lazım. 2002-2015 arasındaki 13 yılın toplam satışındaki 8 milyar dolar tamamen şeffaftı. Bugünkü 27,5 liralık kur acaba piyasa dengesiyle mi oluşuyor, yoksa Merkez Bankası bankalara 3 milyar dolar verip mi bu seviyede tutuyor? Bunlar bilinmiyor… Böyle giderse bu arkadaşlar git gide bataklığa batar. Şeffaf olmamak, yanlışı doğru gibi göstermek, hele hele kendilerinden öncekilerin yanlışlarının üstünü örtmeye çalışmak… O bataklık onları yavaş yavaş içine çeker. Dolayısıyla kendi itibarları da kalmaz. Mesele üç beş kişinin itibarı değil ama memlekete yazık.”

Ali Babacan buluşmasından notlar böyle… Özet, yerel seçimlerde muhalefetin tamamı, belki birkaç yer hariç kendi başına seçime girecek. Başta büyük şehirler, 1994 yılına benzer bir tablo yaşanma ihtimâli her geçen gün artıyor.

Murat Sabuncu kimdir? 

Murat Sabuncu İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı.

Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı.

En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360'da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu. 

Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı. 

T24'te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay'ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda bekliyor.

Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini "Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi" adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü sahibi. Sorbonne'da hukuk doktorası yapan bir oğlu, Nuri isimli bir kedisi var.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Türkiye’nin ‘eski Osmanlı havzasındaki’ hamleleri, Erdoğan iktidarının cami sembolizmi

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Emevi Camii’nde namaz hedefi’ni en yakınındaki isimlerden MİT Başkanı İbrahim Kalın yerine getirdi. Üstelik Esad rejimini deviren HTŞ’nin lideri Colani’nin kullandığı araçta da yan koltukta fotoğraf verecekti. Camide namaz görüntüsü bu kez sınır dışında dünyanın yakından izlediği bir noktada gerçekleşmiş, ibadetten çok siyasi bir mesaj içermişti

Sığınmacılardan Kürt sorununa ve ekonomiye ‘yeni Suriye’ Erdoğan’a ne kazandırır?

Halkına eziyet eden bir diktatör Esad gitti. Yerine geçmişinde El Kaide ve El Nusra olan bir ismin liderlik ettiği örgütün ‘daha ılımlı görüntü veren’ bir ismi geldi. Bunun Türkiye açısından çok uzak olmayan bir vadede barındırdığı risklerle karşı karşıya kalınabilir. Ancak içeride ve kısmen dışarıda şu anda ve bir süre ‘söz-gündem üstünlüğü’ Erdoğan’a geçmiş gözüküyor

Kapitalizmin yıkıcılığı, otoriterizmin baskıcılığı altında “çekmediğim her acı için acı çekiyorum”

Nahif, gerçekten uzak bulunabilir ama ‘çekmediğim her acı için acı çekiyorum’ içselleştirilebilirse farklı bir dünyayı, memleketi konuşabiliriz

"
"