"Biz Türkiye'deki diğer insanlar gibi darbe olduğunu TRT'den öğrenmedik. Diyarbakır Cezaevi'nde dayak yiyerek öğrendik. Çok dayak yedik. Mazgallardan izlenirdik. Mahremiyet diye bir şey yoktu. Şak diye kapı açılır Cezaevi Müdürü Esat Oktay köpeği ile beraber içeri girerdi. Saatlerce bağırırdı, 'Burası kadın koğuşu burası bizim namusumuz' diye. Esat Oktay bana 6 ay boyunca, köpeği Jo'nun kaldığı kulübede 'Ben Kürt değilim Türk'üm' demediğim için hücre cezası verdi. Yaşadıklarım ruhumun derinliklerinde derin yaralar açtı. Hâlâ vücudumda fiziksel izlerini taşıyorum. Ayak bileklerimde söndürülen sigaraların izleri, falaka izleri hâlâ duruyor."
Yukarıdaki alıntı Kürt siyasetinin önemli isimlerinden Gültan Kışanak'a ait. 12 Eylül Darbesi'nde Diyarbakır Cezaevi'nde 32 kadın tutuklunun yaşadıklarını "Eylül'ün Kadın Yüzleri" belgeselinde yönetmen Ayşe Ayben Altunç tarihe not düşmüş. Bugün darbenin üzerinden 43 yıl geçti. Kışanak belediye başkanlığı, milletvekilliği yaptı; iktidarın başlattığı barış sürecinde aktif rol alışının ardından yedi yıldır yine hapiste… Yüzlerce Kürt siyasetçi gibi…
Birkaç gündür CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu'nun bir televizyonda söyledikleri nedeniyle tartışılıyor-hedef alınıyor.
Tanrıkulu 1994'te Şırnak'a bağlı Kuşkonar ve Koçağılı köylerinin bombalanması ve Diyarbakır Kulp'ta 11 kişinin kaybedilmesini hatırlattı. TSK'nın eleştirilerden muaf olamayacağını söyledi.
Kuşkonar ve Koçağılı üzerine kısa bir hatırlatma. 38 Kürt köylüsünün öldüğü bombalamada dönemin hükümeti "uçaklar Türkiye'ye ait değil"den "O tarihte bölgede hava kuvvetlerine ait uçak uçmadı"ya kadar pek çok söz söyledi. Şırnak Savcılığı, üç yıllık soruşturmanın ardından "PKK terör örgütünün saldırısı" diyerek dosyayı görevsizlik kararıyla Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne gönderdi. Olayın peşini bırakmayan hedef gösterildiği bir süreç sonucu öldürülen Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi oldu.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı aynı soruyu bu kez Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü'ne yöneltti. Genelkurmay'ın gönderdiği uçuş defterleri kayıtlarına göre, Hava Kuvvetleri uçakları 26 Mart 1994 tarihinde, bomba yüklü olarak Şırnak bölgesinde uçmuşlardı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye'yi suçlu buldu, tazminata mahkûm etti, o tazminatlar ödendi. O günlerden dönemin 'tak şak Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş'in "bombaların kayışları zayıflamış" skandal cümlesi kaldı.
28 Aralık 2011'de yine Şırnak'ta bu kez Uludere Roboski'de F-16 uçaklarının bombardımanıyla 34 sivil öldürüldü. Aralarında çocukların da olduğu bir 'katliam'… Olayın ilk günlerinde pek çok siyasetçi gitti bölgeye… Tayyip Erdoğan'ın eşi Emine Hanım da başta, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da… Bu katliamı en iyi takip edenlerden biri de CHP'li Levent Gök oldu bir de kitap yazdı. (Roboski Uludere'nin Gözyaşları)…
2023 seçimlerinden önce 'helalleşme' çalışması başlatan Kılıçdaroğlu bir kez daha bu kez eşi Selvi Hanım ile buraya gitti. Orada "Bu olayı aydınlatacağıma dair söz vermek için buraya geldim" dedi. Seçimlerin ilk turuna, 14 Mayıs'a kadar Kılıçdaroğlu'nun sözleri-vaatleri demokratik-hukuk devleti kavramı içinde, her kurumun-kişinin sorgulanabileceği bir Türkiye vaat ediyordu. 14 Mayıs ile 28 Mayıs sürecinde sözel olarak girilen ve hâlâ süren dönemde radikal sağ dile-politikalara yönelmiş bir performans görülüyor.
Uludere Katliamı'nda hayatını kaybedenlerin ailelerini ziyaret eden Kemal Kılıçdaroğlu "Eğer ülkeye adalet gelecekse bu acını dindirilmesi gerekiyor. Bu olay aydınlatılmalı. Olay aydınlatıldıktan sonra ancak helalleşme olabilir" demişti.
Tanrıkulu'nun yaptığı konuşma sonrası önce parti sözcüsü Faik Öztrak'ın '"Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu'nun, milletimizin gözbebeği Türk Silahlı Kuvvetleri'ni töhmet altında bırakan ifadeleri kabul edilemez" deyişi… Ardında Kılıçdaroğlu da "Açıklamayı parti sözcümüz yaptı, TSK bizim gözbebeğimizdir" dedi.
Malum kısa bir süre, Tanrıkulu hakkında "Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin Kurum ve Organlarını Aşağılama" ve "Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama" suçlarından soruşturma başlatıldı. Tanrıkulu siyasete girmeden önce başta Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da insan hakları konusunda avukatlık yapmış, Diyarbakır Baro Başkanlığı'nda bulunmuş bir isim.
Mahkeme kararlarına dayanan açıklamaları nedeniyle hedefte ve partisinin yönetimi kendisine sırt çevirmiş durumda. Türkiye uzun süredir iktidarın dönemsel olarak ilan ettiği, zamana ve duruma göre değişen 'dokunulmazlık kurallarıyla' iktidarın belirlediği kişi ve kurumlarla ilgili söz söyleme, soru sorma hakkından mahrum. Demokrasilerde iktidar da ordu da polis de muhalefet de gazeteciler ve milletvekillerince sorgulanır, eleştirilir. Bir kurumun gözbebeği olmasının-olabilmesinin en önemli süreci hesap verebilir olmasıdır. Bu ülkede en küçük belge olmadan ya da 'gizli tanıklarla' hedefe konabilen-özgürlüğünü kaybeden binlerce muhalif olacak, onlarla ilgili her konu doğru-yanlış- manipüle edilerek konuşulacak. Konu dönemsel kırmızı çizgilere gelince durulacak. İktidarın refleksi bir şekilde anlaşılabilir gerçi 2005'te faili meçhul dosyaları raflardan indiren AKP idi. Ama muhalefeti anlamak mümkün değil.
Bitirirken…
Serbestiyet'te iki gündür Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu'nun, içinde kimi konularda özeleştiri sürecini de barındıran, söyleşişini okuyorum. Bir bölümünde "Altılı Masa ittifakının farklılıklarıyla bir arada duruşunun bugün anlaşılmasa bile Türkiye demokrasi tarihinde ileride bakıldığında olumlu anlamda yıktığı kimi önyargıların görüleceğinden" bahsediyor.
Burada sorum şu: CHP açısından özellikle, 100 yıllık parti geçmişinin en önemli açılımlarından biri olarak görülebilecek 14 Mayıs öncesi Kürt sorunundaki sözel-davranışsal demokrat duruştan geri dönüş bir daha tamir edilmemek üzere CHP ile Kürt seçmen arasında bir kopuşu getirdi mi-getirir mi?
Burada oluşan boşlukta, biraz da Yeşil Sol Parti'nin hâlâ net olarak ne vaat ettiğinin ortaya çıkmamasından, Erdoğan yeni bir çıkış ile Kürtlerde yeni bir umut oluşturur mu?
Bir soru daha ekleyerek bitireyim. Geçtiğimiz hafta sonu Reform Enstitüsü'nün toplantısında izlediğim, yazılarını dikkatle takip ettiğim saygın akademisyen Seda Demiralp'in şu sözlerini not aldım:
"Seçimden önce kendinden olmayan, daha uzak seçmenle bir helalleşme çabası içinde bir CHP izlemiştik. Bana göre bugün kendi seçmeniyle bir helalleşmeye ihtiyacı var."
Seda Demiralp'in söylediği şu anda yaşanan ve gelecek ile ilgili beni gördüğüm şu: CHP de muhalefetteki diğer partiler de özeleştiriden ve karşılıklı helalleşmeden vazgeçmemeli. Elbette kendi tabanındaki kırgınlıklar da önemli ve giderilmeli. Çoğunluğun 'bağırdığı' dönemlerde az bir sesle de olsa konuşmak önemli. Televizyonda 12 Eylül Darbesi'nde yapılanları anlatan diziye bakıp hüzünlenmek, 6-7 Eylül Pogrom'unu anlatan Kulüp dizisine bakarak isyan etmek iyidir… Ancak yakın geçmişte ve bugün yaşanan-yaşatılanları da görmek, itiraz etmek de değerlidir. İkisi bir arada önemlidir.
Murat Sabuncu kimdir?
Murat Sabuncu İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı.
Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı.
En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360'da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu.
Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı.
T24'te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay'ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda bekliyor.
Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini "Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi" adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü sahibi. Sorbonne'da hukuk doktorası yapan bir oğlu, Nuri isimli bir kedisi var.
|