14 Aralık 2020

Sinemada bir başyapıt: Savaşın Gölgesinde

Savaşın Gölgesinde, tarihi, politik ve savaş filmi olarak çok türlülükle tanımlanabilir. Bu şaheser film, İspanya İç Savaş tarihini bilenler için de bilmeyip ilk kez filmi izleyerek gören izleyiciler için de namuslu bir tarih anlatımıdır aynı zamanda

Yönetmen: Alejandro Amenábar
Oyuncular: Karra Elejalde, Eduard Fernández Serrano, Santi Prego, Nathalie Poza, Tito Valverde
Yapım Yılı, Ülke: 2019, İspanya, Arjantin
Ödül: 5 Goya Awards
Süresi: 1 saat 47 dakika
Senaryo: Alejandro Amenábar, Alejandro Hernandez

İspanya İç Savaşı'nın sanatta, edebiyatta yansımaları ve tartışılan düşüncelerin kitapları, başlıklı önceki yazımda, konuyla ilgili yapılmış sinema filmlerinden bir seçkiyi listelemiş o listede Savaşın Gölgesi filmine de yer ver vermiştim. Hem sinema sanatı hem de savaşın farklı veçhe ve boyutlarını işleyiş tarz, üslup ve sinema dilleri bağlamında bu filmlerin kaliteleri ortalamanın çok üstündedir. Sloganlara boğulmamış, illa bir tarafın haklılığını ya da haksızlığını göstermek gibi kaba ideolojik propoganda sığlığına düşmemiş filmlerdi.

Savaşın Gölgesinde, İç Savaşla ilgili en son çekilen yani en yeni film; 2019 yapımı. Gerçek olaylardan esinlenmiş güçlü senaryosu, çok boyutluluğu, sade ama gerçekçi anlatım dili, oyuncuların üstün performansları, mekan ve kostümlerdeki detay hassasiyeti ve tabii yönetmen Alejandro Amenabar'ın her karede kendini gösteren içtenliği ve takdire şayan yeteneği her sahnede görülüyor.

Alejandro Fernando Amenábar Cantos 31 Mart 1972, Santiago – Şili doğumlu. Ailesi general Pinochet diktatörlüğünden 1973 yılında kaçıp Madrid' e yerleşmiş. İspanya'ya geldikleri tarihte diktatör Franko artık çok yaşlanmış ve yönetimde kısmi gevşemeler olmuştu. Zaten 2 yıl sonra da öldü. Madrid'de yetişen Amenabar, daha ilk filmi Tesis ile 1997 yılında Goya ödülünü almış.

Film, İspanya yazın ve entelektüel dünyasının en önemli isimlerinden Miguel Unamuno odak alınarak 1936 yılından itibaren bilincin akışı halinde; mesaj verme kaygısı gütmeksizin ama yaşanmış bir dönemi gerçek olay ve kişileri canlandırarak, izleyicinin sindire sindire ve ikna ede ede mesajı almasını sağlıyor.

Miguel Unamuno Karra Elejalde – filmde Unamuno rolünde

Elbette Unamuno gibi İspanyol kültür tarihinde adı ilk sıralarda yer alan bir entelektüeli oynayan başrol oyuncusu Karra Elejalde'nin performansı için birkaç kelam etmek gerekiyor. Olağanüstü denilebilir. 1960 doğumlu, yani çekimler sırasında 58 yaşında olan Elejalde, 73 yaşındaki Unamuno'yu öyle oynuyor ki, sanki karşımızda gerçeğini görüyor gibi oluyoruz. Sinirli halinde, hayal kırıklığını yaşadığı anlardaki kameranın yakın çekiminde, torunu, kızı, arkadaşları ile diyaloglarında, Franko ve karısıyla görüşmesinde, tartışmalarında ve Salamanca üniversitesi salonunda Franko'nun karısı, adamları ve taraftarları önünde yaptığı konuşmada sergilediği usta oyunculuğuyla seyirciyi yerinden kıpırdamaz ediyor. Aşağıda yer alan o tarihi konuşma ayniyle vaki. Bunu nereden biliyoruz? Unamuno'nun biyografisini yazan Emilio Salcedo, o konuşma sırasında salonda bulunuyor. Tanık olduğu konuşmayı, gelen tepkileri, küfür ve hakaretleri aynen yazıyor. Elejalde, iki kez Goya yardımcı erkek oyuncu ödülünü daha önce almış. Bu filmdeki oyunu ile başka ödüller alırsa sürpriz sayılmaz.

Filmin bir diğer önemli oyuncusu Eduardo Fernandez Serrano da, bir gözü ve bir kolunu savaşta kaybetmiş, Franko hayranı ve ateşli destekçisi, aynı zamanda Franko'yu darbeye, iktidarı alarak diktatörlüğünü kurmaya teşvik eden general Jose Millan Astray (Pepe) rolünü kusursuz oynuyor.

Eduardo Fernandez Serrano filmdeki Pepe rolünde (solda) - Franko'nun yılmaz neferi: Jose Millan Astray/Pepe (sağda)  

Millan Astray, gerçek hayatta da Franko'nun çok eski arkadaşı. İç savaşın daha ilk günlerinden itibaren Franko'nun İletişim ve propoganda işlerini yürütüyor. Aralarındaki ilişki, Hitler ile Goebles ikilisindeki gibi bir rol ve işleve sahip.

Serrano, üç Goya ödüllü bir oyuncu olarak İspanyol sinemasında iyi bir kariyere sahip. Yönetmen, oyuncular, teknik ekip belli ki görüş ve anlayış birliği içerisinde çok iyi bir takım halinde çalışmışlar. Işık efektleri, kostüm, mekan gibi sinemasalar ögeler seyircinin dönemi tam anlamıyla yaşamasına ve idrak etmesine imkan veriyor.

Unamuno'nun film boyunca anlatılan trajedisini tanımlamak Erich Fromm'un şu sözleri ile daha kolay olacak:

 "İnsanlar genellikle büyük kötülük ile küçük kötülük arasından bir alternatifi seçiyorlar. Yapabileceklerinin yalnızca iki kötülük arasından birini seçmek olduğunu düşünüyorlar. Ve mantık olarak küçük kötülüğü seçmenin, büyük kötülüğü seçmeye göre daha iyi bir fikir olduğu fikrindeler. Genelde bireysel ve siyasal yaşamda olan şey şu: Büyük kötülüğün gelmesini yalnızca bir süreliğine ertelemiş oluyorlar.Er ya da geç büyük kötülüğün gelmesi kaçınılmaz. Ancak bizim kendimize yaptığımız, toplumdaki liderlerin de halka yaptıkları şudur: Cesaret vermek amacıyla işlerin yolunda gittiğine inandırmak, her şeyin yolunda gittiğine inandırmak."

Film, 19 temmuz 1936 tarihinde Salamanca, şehrinin merkezinde cumhuriyet yönetimine isyanı başlatan silahlı askerler tarafından, İspanya'da savaş hâli ilan edildiğinin uyarı anonsuyla başlıyor. Askerler ilk iş olarak şehrin sosyalist belediye başkanını hiçbir gerekçe göstermeden tutukluyorlar. Başkanın birkaç gün sonra vurularak infaz edildiği öğreniyoruz.

Unesco tarafından korumaya alınan Salamanca şehrinin aynı adı taşıyan üniversitesinde Yunanca ve klasik edebiyat profesörü olan Unamundo, 1900-1924 yılları ile 1930 – 1936 tarihleri arasında iki kez rektörlük yapıyor.

Kendisinin de şikayet ettiği sivri dilli ve açık sözlü olması rektörlükten iki kez alınmasına neden oluyor. İktidarı eleştirmekten, her konuda doğru bildiğini her ortamda söylemekten asla imtina etmiyor.

Unamuno, en yakın arkadaşları protestan papaz Atilano Coco ve genç akademisyen Salvador Vila ile her gün kahve içmeye meydandaki bir kafeye gidiyorlar. Franko güçlerine 5.000 pesa -6 aylık geliridir- para yardımı yapan Unamuno, cumhuriyetçi yönetimi eleştirmekte ve yaşanan kargaşa ortamını Franko güçlerinin gidereceğine inanmaktadır.

Önce belediye başkanının cesedinin bulunmasına, ardından İspanya' nın en büyük şairi F. Garcia Lorca'nın evinden sürüklenerek çıkarılıp kurşuna dizilmesine inanmak istemez. Kendince gerekçeler üretir. Ama önce arkadaşı Atilano Coco'nun, ardından Salvador Vila'nın ortadan yok olması karşısında dehşete kapılır. Franko ile yüzy üze görüşmeye gider. Franko ve karısı tarafından çok iyi karşılanır ama konuşup arkadaşlarının akıbetini sorduktan sonra kibarca kovulur. Bu beklemediği bir darbe olur.

Gerçek yüzleri görünmeye başlamıştır, Franko ve adamlarının. Cunta tarafından 1936 yılında üçüncü kez Salamanca üniversitesi rektörlüğüne getirilen Unamundo, Salamanca üniversite salonunda Franko'nun karısı ve en yakın adamı Pepe ile falanjist subayların da bulunduğu  "ırk şenliği" toplantısında şu tarihi konuşmayı yapar:

"Şimdi benim burada ne söyleyeceğimi büyük bir merakla beklediğinizi biliyorum. Beni tanıyorsunuz, beni biliyorsunuz. Hepiniz, benim, susmadığımı ve susmayacağımı biliyorsunuz. Yetmiş üç yıllık ömrümde susmayı, suskun kalmayı bir türlü öğrenemedim. Ve bugün de öğrenmek istemiyorum suskun ve sessiz kalmayı. Bazı durumlar vardır ki, orada susmak, yalan söylemektir. Zira sükût, ikrar olarak yorumlanabilir. Bugüne kadar içimde daima birbiri ile tutarlı bir uyum içinde yaşayagelen sözüm ile vicdanım arasında bir boşanmaya asla izin veremem. Kısa konuşacağım. Süslemesiz ve dolambaçlı cümleler olmaksızın dile geldiğinde, gerçek, daha bir gerçektir. Bu çerçevede, biraz önce dinlediğimiz ve şu an aramızda bulunan Genaral Millan-Astray'in konuşmasına, - eğer buna bir söylev denebilirse- birkaç şey eklemek istiyorum. Basklara ve Katalanlara ilişkin iftira ve aşağılamalar yığını içinde kişiliğime yönelik olanları bir yana koyalım… Marazi ve anlamdan yoksun bir çığlık dinledim: 'Yaşasın ölüm!' Ben ki, ömrümü, anlamını kavrayamayanların tüylerini diken diken eden paradoksları hale yola koyup aşmaya çalışmakla geçirdim, uzman kimliğimle, bu barbar paradoksun benim için tiksindirici olduğunu söylemeliyim. General Millan-Astray bir maluldür. Bunu, kaba bir art düşünce olmaksızın vurgulayalım. Kendisi gerçek bir harp malulüdür. Cervantes de bir harp malulü idi. Bugün İspanya'da, ne yazık ki, çok fazla sakat kimse vardır. Ve eğer Tanrı bize yardımcı olmaz ise yakın bir gelecekte, maalesef daha pek çok sakat insanımız olacak. General Millan Astray'in bir kitle psikolojisinin temellerini atmakta olduğu düşüncesi, bana acı veriyor. Cervantes'in ruh büyüklüğüne sahip olmayan bir malul, bu kompleksinden kurtulup rahatlamayı, genellikle başkalarının da sakat kalmasını sağlamakta arar. Yenmek ikna etmek demek değildir; aslolan önce ikna etmektir; oysa duyguya ve tutkuya yeterince yer vermeyen kin, hiçbir zaman ikna edemez. Siz yeneceksiniz, çünkü siz, gerekli olandan daha fazla kaba kuvvete sahipsiniz. Ama kandıramayacak, inandıramayacaksınız. Zira, inandırabilmeniz için, ikna edebilmeniz gerekli. Oysa ikna etmek için, size, sizde bulunmayan iki şey gerekir: Akıl ve mücadelede haklılık. Sizi İspanya'yı düşünmeye çağırmanın, İspanya için tasalanmanızı beklemenin bir yararı olmadığını, bunun beyhude bir çaba olduğunu düşünüyorum. Bu kadar!"

Çok büyük tepki alır, küfür, hakaret ve faşistlerin İspanya İç Savaşı'ndaki ünlü sloganları "Yaşasın Ölüm" naralarına maruz kalır. Bu esnada general Jose Millan Astray yani Pepe ayağa fırlar ve dinleyici kitlesini ajite edecek "Zekaya Ölüm" sloganını atar, silahlar çekilir ve namlular Unamuno'ya çevrilir. Faşist subaylar, general Pepe'den işaret beklerler ama Franko'nun karısının siper olmasıyla dışarı çıkartılır.

Franko ve faşizm adım adım zafere yani Franko'nun diktatörlüğüne yaklaşmaktadır.

Unamuno kaybolan iki arkadaşının sorgusuz sualsiz infaz edilmesi ve faşizmin iktidarının başka uygulamaları karşısında hayal kırıklığı yaşamaya başlar. Falanjizme verdiği masumane desteğin dayanakları birer birer çökerken hiçbir şey yapamamak bu bilim insanı entelektüeli kararının yanlışlığıyla yüz yüze gelmesine yol açar. Reaktif-depresif ruh hali giderek depresyona dönüşür.

Eric Fromm'un dediği gibi küçük kötülüğü seçmiştir ama büyük kötülük kaçınılmaz olarak gelmektedir. Unamuno, cunta tarafından 1936 yılında üçüncü kez getirildiği Salamanca Üniversitesi'ndeki rektörlük görevinden azledilir ve ev hapsine alınır, iki ay sonra da kalp krizi sonucunda hayatını kaybeder.

Bu film geçtiğimiz temmuz ayında TRT 2 de gösterildi. Bir program formatı olarak filmden önce ve filmden sonra sinema eleştirmenleri Alin Taşçıyan ve Mehmet Açar hem filmin kritiğini yapıyorlar hem de oyuncular, yönetmen, senarist hakkında bilgi veriyorlar. Ödüllerden, eleştirilerden, filmin nasıl karşılandığından bahsediyorlar. Bu filmin öncesinde Alin Taşçıyan, Unamuno için varoluşçuluğun öncülerinden Danimarkalı filozof Soren Kierkegaard (1813-1855) ile bizzat tanışmış, ifadesini kullandı. Unamuno 1864 yılında doğdu.1855 yılında yani Unamuno'nun, doğumundan dokuz yıl önce ölmüş olan Kierkegaad ile bizzat tanışmış olmasını, galiba bir dil sürçmesi olarak kabul etmeliyiz.

İspanya İç Savaşı hakkında yeterli bilgisi olmayan izleyicilerin tam anlayamayabileceği diyalogsuz bir sekans var filmde: Kırmızı fesli askerler hızlı hızlı uçaklara binerler. Sonra gökyüzünde bir uçak filosu görünür.

Açıklama yerinde olacaktır:

Franko, Fas'ta 15 bin kişilik bir ordunun komutanıdır. Faslı kabileler, sömürgeci İspanya ordusuna karşı ayaklanma başlatırlar. Franko, bu ayaklanmayı çok kanlı bir şekilde bastırır ve büyük prestij kazanır. Akabinde Franko o prestijin de özgüveniyle Cumhuriyetçi İspanya yönetimine ilk isyanı Fas'ta birlikleriyle başlatır. Ülkesindeki darbe hazırlığı yapan generallerden oluşan cuntanın harekete geçmesi üzerine isyanı İspanya'ya taşımak için ordusuyla gitmek ister. Ama Cebelitarık boğazını gemilerle geçmek sorun olur. Bunun üzerine ilişki halinde olduğu Hitler ve Mussolini uçak filolarını yollarlar. 15 bin kişilik Franko birlikleri 800 sefer düzenleyen faşist uçak filoları ile İspanya'ya taşınır ve iç savaş başlar.

İşte filmdeki o uçak sahnesinin esinlendiği gerçek öykü budur.

Savaşın Gölgesinde, tarihi, politik ve savaş filmi olarak çok türlülükle tanımlanabilir. Bu şaheser film, İspanya İç Savaş tarihini bilenler için de bilmeyip ilk kez filmi izleyerek gören izleyiciler için de namuslu bir tarih anlatımıdır aynı zamanda. Bu özellikleri filmi başyapıtlar listesinin zirvesine getiriyor.

Yazarın Diğer Yazıları

100 Sene 100 Nesne: Cumhuriyete Nesnelerin Gözünden Bakmak

100 Sene 100 Nesne mamulü ve Kültür Hane mütekabiliyeti denklik bağlamında birbirine yakışmış

Yapay zekâ ile sanat ve müzik

Yapay zekânın egemenliği, romantizmin sonu olacak ya da başka bir tür romantizm yaratacak. Fakat bu yeni romantizmin duygulanımı, organik zekânın yerini alabilecek mi?

Anımsanan hatıralar ve siyasi belleğin tahkimatı

Yazar Recep Tatar, gönüllerde cürmünden fazla yer kaplayacak bu kitabıyla şimdi bir kapı araladı...