03 Şubat 2025

Seçim mi, savaş mı?

Tayyip Erdoğan’ın başında olduğu İslamcı siyaset üst üste seçimlerle iktidarı ele geçirdi. Önünde duran en ciddi görev bu yüzyıllık politikaya bir son vermek ve bu politikanın şimdiye kadar bu topluma verdiği zararı silmek

Siyaset arenasında gerilim, sertlik, şiddetli çıkışlar normaldir, sık sık olur. Türkiye’nin de bu bakımdan bir eksiği, bir farklılığı yoktur. Sertlikse sertlik, bol miktarda bulunur. Siyasi tarihimize şöyle bir göz atsak, darbeler, idamlar, hepsinden yeterince (ve yeterinden fazla) örnek vardır. Gelgelelim, Adalet ve Kalkınma Partisi seçim kazanarak iktidar olduğundan beri, bunların dozu gözle görülür biçimde yükseldi. Onun için yazının başlığında “savaş” kavramını kullanmamın bir abartma olmadığı kanısındayım. Medeni, demokratik toplumlarla aynı ligde olmak için idam cezasını kaldırdık. Siyaset dünyamızda bundan çok üzgün olan ve geri getirmek için fırsat kollayan kimbilir kaç kişi vardır!

Aslında resmi düzeyde geçerli olmayan, ama siyaset dünyasında geçerli gibi kabul edilen “Siyasi mücadelede her şey meşrudur” kanısı iktidar blokunu oluşturan partilerin gizli amentüsünde yerini almış. Gezi olayları olurken Tayyip Erdoğan “muhalif”lerin bir Müslüman kadının üstüne işediklerini, camide bira içtiklerini ileri sürmüştü. Şok geçirmiştik. Ama fazla sürmedi, bunun yalan olduğunu, böyle bir şey olmadığını bizzat camideki dinibütün görevlinin ağzından öğrenmiştik. Bunu duymayan ve öğrenmeyen sanırım bir tek Tayyip Erdoğan kaldı çünkü hâlâ zaman zaman söylüyor. Bu tek başına bir olgu değil: Seçimde fotomontaj yapıp CHP’lilere iftira atmak da bir “Tayyip Erdoğan” eseri. Üstelik “onlar fotomontajdı” denince Erdoğan “ister olsun, ister olmasın” anlamına bir açıklama getirmekten de geri kalmamıştı. Belli ki Tayyip Erdoğan “ampirik gerçeklik” dediğimiz şeye fazla önem vermiyor.

Peki, neye önem veriyor? Kendi ağzından çıkanların doğrunun ta kendisi olduğuna inanmanın gereğine önem veriyor. Siyaset dünyasında bu tavra ne ad verilir?

Bunu bir süredir yazıyorum: ortaya bir iddia atarsanız, onu destekleyecek inandırıcı kanıtlar bulup göstermeye dikkat edersiniz. İyi de ortaya birçok iddia atan Tayyip Erdoğan böyle bir dikkat gösteriyor mu? Dediğim gibi, göstermiyor. Daha yığınla örnek gösterebilirim, ama gerek yok, çünkü muhalefet bunları tek tek ele alıyor, sergiliyor. Türkiye’nin siyasi tarihinde “gerçeklik” hiçbir zaman bu kadar itilip kakılmamıştı. Tayyip Erdoğan’ın “iddia”larını andım ama hukuk ve Yargılama bunun en dediği dedik biçimde uygulandığı alan.

Geçen gün Ruşen Çakır’la Kemal Can’ın bir programında onların da bunun farkında olduğunu gördüm. Aynı şekilde yorumluyorlardı. Yani, bunun bir “yanlış görme” olayı olmadığını, özellikle böyle yapıldığını çünkü amacı olduğunu söylüyorlardı.

Nedir o amaç? Öyle olmadığını bildiğin halde “öyle oldu” diye tutturacaksın ve öyle olmuş gibi davranacaksın. Dolayısıyla senin iddia ettiğin şey doğru olmadığı halde geçerli olacaktır. “Güç” senin elindedir, o gücü kullanarak dediğini yaptırırsın. Ve aynı zamanda hasımlarına ne kadar kudretli olduğunu da göstermiş dülhamolursun: “Big Brother böyle söylediğine göre öyledir, tartışmaya gelmez.”

Tayyip Erdoğan düşünce dünyasında bir “İslamcı.” Bütün Batılılaşma tarihi onun gözünde bir ihanet. Hiç olmaması gereken bir dönem ve bir politika.

Bunca yıl “faşist” bir baskıyla bu toplumu bu ihanet içinde yaşatmayı başardılar. Ama şimdi Tayyip Erdoğan’ın başında olduğu İslamcı siyaset üst üste seçimlerle iktidarı ele geçirdi. Önünde duran en ciddi görev bu yüzyıllık politikaya bir son vermek ve bu politikanın şimdiye kadar bu topluma verdiği zararı silmek. Tayyip Erdoğan harıl harıl bu görevi yerine getirmekte.

Düzeltilecek şeyler arasında politik yapılanma da var. İslam politik bir dindir.

Batı’dan liberal siyasi düzenini kopya etmekle büyük bir kusur işledik. Şimdi bu düzenden kendimizi kurtarmamız gerekiyor.

Müslüman toplum “lider” siyasetini bilir. Bizim içinde yaşadığımız, muzaffer bir imparatorluk kurduğumuz Osmanlı toplumu da otokratik bir toplumdu. Bu şanlı devleti doğru otokratik kararları veren padişahlar kurdu. Batı’nın liberal düzenini taklit etmeye başladığımızda ise, her şey bozuldu. İşte Tayyip Erdoğan, bu bozulma süreci içinde direnç gösteren tek padişah Abdülhamid’den gerekli dersleri de almış olarak memleketi yeniden özlediği Müslüman yönetime kavuşturmak için arı gibi çalışıyor. Ne kadar doğru davrandığının ölçütü de gene kendisi.

Evet, şimdilik bu kadar. Hepimize hayırlı olsun.

Murat Belge kimdir?

16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. İngiliz Erkek Lisesi'ni ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Aynı bölümde asistanlık ve doktora yaptı. 1969'da İngiltere'deki Sussex Üniversitesi'nde araştırmacı olarak bulundu. Christopher Caudwell ve Marksist estetik konulu teziyle 1980'de doçent oldu.

Genç yaşlarda yaptığı William Faulkner ve James Joyce çevirilerinin yanı sıra 1964'ten itibaren Yeni Dergi, Papirüs gibi dergilerde çıkan eleştirileri, yorum yazılarıyla tanındı. Namık Kemal, Behçet Necatigil gibi yazarlar üstüne incelemeler yaptı. 1970'te Halkın Dostları Dergisi'nin kurucuları arasında yer aldı. 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1975'te Birikim dergisini kurdu. 1981'de YÖK'ün kuruluşunun ardından üniversiteden istifa etti. 1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu, 1984'te Yeni Gündem dergisini çıkartmaya başladı. Denemelerini Tarihten Güncelliğe (1983), 12 Yıl Sonra 12 Eylül (1992), Edebiyat Üstüne Yazılar (1994) kitaplarında topladı. 1980'lerde Sadık Özben mahlasıyla düzenli olarak mizah yazıları yazdı. 1991'de Helsinki Yurttaşlar Derneği, Türkiye şubesini kurdu. 1997'de profesör oldu; 1995'ten bu yana Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde akademik çalışmalarını sürdürüyor.

Marksist estetikten militarizme, edebiyattan yemek kültürüne, Osmanlı ve İstanbul tarihine dek birçok farklı alanda 26 tane kitabı ve çok sayıda makalesi yayımlandı. Halkın Dostları, Birikim, Yeni Dergi, Yeni Gündem, Milliyet Sanat, Papirüs dergilerinde ve Cumhuriyet, Demokrat, Milliyet, Radikal, Taraf gazetelerinde yazdı. Hale Soygazi ile evli.

Kitapları

- Tarihten Güncelliğe (Alan, 1983; İletişim, 1997)

- Sosyalizm, Türkiye ve Gelecek (Birikim, 1989)

- Marksist Estetik (BFS, 1989; Birikim, 1997)

- The Blue Cruise (Boyut, 1991)

- Türkiye Dünyanın Neresinde (Birikim, 1992)

- 12 Yıl Sonra 12 Eylül (Birikim, 1992)

- İstanbul Gezi Rehberi (Tarih Vakfı, 1993; İletişim, 2007)

- Türkler ve Kürtler: Nereden Nereye? (Birikim, 1995)

- Boğaziçi'nde Yalılar ve İnsanlar (İletişim, 1997)

- Edebiyat Üstüne Yazılar (YKY, 1994; İletişim, 1998)

- Tarih Boyunca Yemek Kültürü (İletişim, 2001),

- Başka Kentler, Başka Denizler 1 (İletişim, 2002)

- Yaklaştıkça Uzaklaşıyor mu: Türkiye ve Avrupa Birliği (Birikim, 2003)

- Osmanlı: Kurumlar ve Kültür (Bilgi Üniversitesi, 2006)

- Başka Kentler Başka Denizler 2 (İletişim, 2007)

- Genesis: "Büyük Ulusal Anlatı" ve Türklerin Kökeni (İletişim, 2008)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları (İletişim, 2009)

- Balkan Literatures in the Era of Nationalism (Jale Parla ile birlikte, 2009)

- Sadık Özben'in Toplu Eserleri (Helikopter, 2010)

- Başka Kentler, Başka Denizler 3 (İletişim, 2011)

- Edebiyatta Ermeniler (İletişim, 2013)

- Başka Kentler, Başka Denizler 4 (İletişim, 2014)

- Militarist Modernleşme-Almanya, Japonya ve Türkiye (İletişim, 2014)

- Linç Kültürünün Tarihsel Kökeni: Milliyetçilik (Agora, 2006; Berat Günçıkan ile söyleşi)

- Step ve Bozkır - Rusça ve Türkçe Edebiyatta Doğu-Batı Sorunu ve Kültür (2016)

- Şairaneden Şiirsele / Türkiye'de Modern Şiir (İletişim, 2018)

- "Siz isterseniz…" – Popülizm Üzerine Yazılar (İletişim, 2018)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları II (İletişim, 2019)

Çevirileri

- Hegel Üstüne: W.T. Stace

- Martin Chuzlewitt: Charles Dickens

- Döşeğimde Ölürken, Ağustos Işığı, Ayı: William Faulkner

- Dublinliler, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi: James Joyce

- Arabadakiler, Patrick White

- 1844 Elyazmaları: Karl Marx

- Bir Zamanlar Europa'da, Leylak ve Bayrak: John Berger

- Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla: Leo Huberman

- Yazıcı Bartleby: Herman Melville

- Kayıp Kız: David Herbert Lawrence

- Yurtsuzların Ülkesi: Dugmore Boetie

- Lenin ve Felsefe: Louis Althusser (Bülent Aksoy ve Erol Tulpar ile birlikte)

- Yanya Sultanı – Tepedelenli Ali Paşa: William Plomer

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Oynak zemin

Sağına dönüp baktığında “plebisiter diktatörlük” -popülizm, cemaat, tarikat, din, iman falan filan. Soluna dönüp baktığında zart zurt, sopalı medeniyet, okumuş adam zorbalığı... Buradan demokrasiye çıkış yok

Demokratik ilerleme

Adamı “vatan hainliği yapan yazılar” yazdığı için hapse atıyorsunuz ya da “Cumhurbaşkanına hakaret etti” diye hapse atıyorsunuz. Yani, “hapse atıyorsunuz.” Onun için Tayyip Erdoğan uygulaması ile Kenan Evren uygulaması sonuçları çerçevesinde benzeşiyor

İş bölümü

Politikada beklenmedik tıkanmalar, kilitlenmeler olağandır. Olumlu sonuç almak son derece zordur. Gıdım gıdım mesafe almaya alışmalıyız. En kötüsü demoralize olmaktır. Yani durum “saf” olmayı gerektiriyorsa saf olunur. Daha doğrusu, saf görünülür. Sorun ipin ucunu kaçırmaktır

"
"