03 Mart 2025
Devlet Bahçeli’nin herkesi şaşırtan bir atak yaparak araladığı kapıda bir trafik başladı gibi görünüyor. Kürt kesiminden ilk tepkiler gelmeye başladı. Selahattin Demirtaş bu sürece sonuna kadar destek vereceğini açıkladı. Demirtaş’ın şu andaki konumunu (daha doğrusu on yıla yaklaşan bir süreden beri devam eden konumunu) düşündüğümüzde “bravo!” dedirtecek bir tavırla karşı karşıya olduğumuzu söylemek gerekiyor. Ama onun temsil ettiği değerler çerçevesinde bunu yapması şaşırtıcı değil. Onun bu tavrının DEM çevresinde de yankılanması gene şaşırtıcı değil; partinin ayırt edici özelliği barışçı çözüm konusundaki ısrarlı tavrı. Bu partide üye olan ya da bu partiye oy veren herkes aynı kararlılıkla bu tavrı benimsemiyor olabilir, ama partinin kendisi tutarlı.
Asıl merak konusu olan DEM değil, Kandil. Oradan da gelen tepkilerin olumlu olduğu söyleniyor. Öyle olduğu görülüyor da. Bu herhalde çoğumuz için şaşırtıcı oldu: Öcalan “PKK kendini feshetmelidir” diyor; örgütün sorumlu yöneticileri olarak bildiğimiz kişiler de “Olur, feshedelim” diyorlar. Bu kadar kolay bir biçimde olur muydu böyle bir olay?
Ama bu süreç başlayalı hızlanan hayat içinde her gün yeni bir şeyler öğreniyoruz. Öğrenilmesi en önemli konulardan biri, bütün bu olayın çok da kısa sayılmayacak bir süredir görüşülüyor olması. Devlet Bahçeli çıkışını yaptığında ve bizi şaşırttığında “Neye güveniyor da ‘Öcalan gelsin, Meclis’te konuşsun’ diyecek kadar ileri taleplerde bulunabiliyor?” diyorduk. Şimdi Bahçeli’nin bu taleplerle konuyu önümüze koymadığını, konunun bir süreden beri tartışıldığını, Bahçeli’nin çıkışının bu tartışmalarda belirli bir aşamaya gelmesi üzerine yapıldığını anlıyoruz. Bu tartışmanın içeriği, gidişatı v.b. hakkında hiçbir şey bilmiyoruz çünkü gizli tutulmuş. Ama belli ki epey mesafe alınmış.
Ancak elde edilen sonuçların ilgili herkesi mutlu eden şeyler olduğunu sanmıyorum. Böyle durumlarda bu türden geniş anlaşmalar olmaz. Kırk yıldır devam eden bu çatışma ortamında “Artık yeter” diyecekler bulunacaktır elbette. Ama çeşitli şekilde beklentilerine karşılık bulamayanlar muhtemelen daha kalabalık olacaktır. Kırk yıl, dile kolay. Neredeyse bütün bir ömür! Bu süre içinde ve bu ortamın koşulları çerçevesinde insanlar kendilerine bir konum yaratacaklar ve bu konumu terk etmek istemeyeceklerdir. Silahlı mücadele ortamları özellikle “tiryakilik” yaratır. Dolayısıyla, şimdi Abdullah Öcalan’ın çağrısına olumlu cevap verenlerin varlığı aldatıcı olmamalı. Çok da uzun olmayan bir zaman içinde “Öz PKK”, “Hakiki PKK” tarzı adları olan çeşitli örgütler karşımıza çıkarsa çok fazla şaşırmayalım. Hayal kırıklığına da kapılmayalım derim.
Bu sorun yalnız “Kürtler Cephesi”nde olacaklara bağlı değil elbette. Orada “Hayır! Savaşa devam!” diyecekler çıkacaksa burada da böyleleri haydi haydi çıkacaktır—çıkmaya başladı bile.
Ayrıca sürecin mimarları ne tavır alacak, “barış” dedikleri şey ne menem bir “barış”tır (kayyum rejimi midir, sözgelişi?), asıl belirleyici olaylar burada oluşacak. Şu anda iktidarda olan, yani bu görüşmeleri buraya kadar getiren kadrolar “barış”la ne kadar barışıklar? Şimdiye kadarki performansları bu alanda çok başarılı, hatta çok “istekli” oldukları izlenimini vermiyor. Bu konu onların bambaşka gelecek planlarına hizmet edecek bir manevra alanı olmasın sakın!
Karamsar lakırdılar etmeyelim. “Onlar böyle bir şey yapamaz, boşuna umutlanmayalım” havasına girmeyelim. Ama tabii böyle olumsuz tepki göstermeyelim derken olmadık beklentilere de kapılmayalım. Bu konu kendisi öyle kolay tarafından çözülecek bir konu değil. İnişi çıkışı da az değil. Kısa vadede barış taraftarlarının yüzünü güldürecek gelişmeler olmasa da, “barış” üstüne söylenecek bütün olumlayıcı sözler, bir yerlere oturuyor, daha olumlu bir geleceğin mümkün olduğu inancına katkıda bulunuyor.
Bugünlerde yazı yazmaya devam edeceksek, ne yazacağımız belli oldu.
Murat Belge kimdir? 16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. İngiliz Erkek Lisesi'ni ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Aynı bölümde asistanlık ve doktora yaptı. 1969'da İngiltere'deki Sussex Üniversitesi'nde araştırmacı olarak bulundu. Christopher Caudwell ve Marksist estetik konulu teziyle 1980'de doçent oldu. Genç yaşlarda yaptığı William Faulkner ve James Joyce çevirilerinin yanı sıra 1964'ten itibaren Yeni Dergi, Papirüs gibi dergilerde çıkan eleştirileri, yorum yazılarıyla tanındı. Namık Kemal, Behçet Necatigil gibi yazarlar üstüne incelemeler yaptı. 1970'te Halkın Dostları Dergisi'nin kurucuları arasında yer aldı. 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1975'te Birikim dergisini kurdu. 1981'de YÖK'ün kuruluşunun ardından üniversiteden istifa etti. 1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu, 1984'te Yeni Gündem dergisini çıkartmaya başladı. Denemelerini Tarihten Güncelliğe (1983), 12 Yıl Sonra 12 Eylül (1992), Edebiyat Üstüne Yazılar (1994) kitaplarında topladı. 1980'lerde Sadık Özben mahlasıyla düzenli olarak mizah yazıları yazdı. 1991'de Helsinki Yurttaşlar Derneği, Türkiye şubesini kurdu. 1997'de profesör oldu; 1995'ten bu yana Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde akademik çalışmalarını sürdürüyor. Marksist estetikten militarizme, edebiyattan yemek kültürüne, Osmanlı ve İstanbul tarihine dek birçok farklı alanda 26 tane kitabı ve çok sayıda makalesi yayımlandı. Halkın Dostları, Birikim, Yeni Dergi, Yeni Gündem, Milliyet Sanat, Papirüs dergilerinde ve Cumhuriyet, Demokrat, Milliyet, Radikal, Taraf gazetelerinde yazdı. Hale Soygazi ile evli. Kitapları - Tarihten Güncelliğe (Alan, 1983; İletişim, 1997) - Sosyalizm, Türkiye ve Gelecek (Birikim, 1989) - Marksist Estetik (BFS, 1989; Birikim, 1997) - The Blue Cruise (Boyut, 1991) - Türkiye Dünyanın Neresinde (Birikim, 1992) - 12 Yıl Sonra 12 Eylül (Birikim, 1992) - İstanbul Gezi Rehberi (Tarih Vakfı, 1993; İletişim, 2007) - Türkler ve Kürtler: Nereden Nereye? (Birikim, 1995) - Boğaziçi'nde Yalılar ve İnsanlar (İletişim, 1997) - Edebiyat Üstüne Yazılar (YKY, 1994; İletişim, 1998) - Tarih Boyunca Yemek Kültürü (İletişim, 2001), - Başka Kentler, Başka Denizler 1 (İletişim, 2002) - Yaklaştıkça Uzaklaşıyor mu: Türkiye ve Avrupa Birliği (Birikim, 2003) - Osmanlı: Kurumlar ve Kültür (Bilgi Üniversitesi, 2006) - Başka Kentler Başka Denizler 2 (İletişim, 2007) - Genesis: "Büyük Ulusal Anlatı" ve Türklerin Kökeni (İletişim, 2008) - Sanat ve Edebiyat Yazıları (İletişim, 2009) - Balkan Literatures in the Era of Nationalism (Jale Parla ile birlikte, 2009) - Sadık Özben'in Toplu Eserleri (Helikopter, 2010) - Başka Kentler, Başka Denizler 3 (İletişim, 2011) - Edebiyatta Ermeniler (İletişim, 2013) - Başka Kentler, Başka Denizler 4 (İletişim, 2014) - Militarist Modernleşme-Almanya, Japonya ve Türkiye (İletişim, 2014) - Linç Kültürünün Tarihsel Kökeni: Milliyetçilik (Agora, 2006; Berat Günçıkan ile söyleşi) - Step ve Bozkır - Rusça ve Türkçe Edebiyatta Doğu-Batı Sorunu ve Kültür (2016) - Şairaneden Şiirsele / Türkiye'de Modern Şiir (İletişim, 2018) - "Siz isterseniz…" – Popülizm Üzerine Yazılar (İletişim, 2018) - Sanat ve Edebiyat Yazıları II (İletişim, 2019) Çevirileri - Hegel Üstüne: W.T. Stace - Martin Chuzlewitt: Charles Dickens - Döşeğimde Ölürken, Ağustos Işığı, Ayı: William Faulkner - Dublinliler, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi: James Joyce - Arabadakiler, Patrick White - 1844 Elyazmaları: Karl Marx - Bir Zamanlar Europa'da, Leylak ve Bayrak: John Berger - Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla: Leo Huberman - Yazıcı Bartleby: Herman Melville - Kayıp Kız: David Herbert Lawrence - Yurtsuzların Ülkesi: Dugmore Boetie - Lenin ve Felsefe: Louis Althusser (Bülent Aksoy ve Erol Tulpar ile birlikte) - Yanya Sultanı – Tepedelenli Ali Paşa: William Plomer |
Bir iki “tadilat” daha yaptık mı istenen toplumun kurumsal yapısı yerleşmiş olur. Geriye “ad”ını koymak kalır. Ama madalyonun öbür yüzüne bakmadık. “Öbür yüzü”, yani bu değerleri benimsemeyen Türkiye
Çok kişi, politikanın içinde olanlar, aydınlar, muhalifler Türkiye’nin hiçbir zaman bu kadar kötü yönetilmediğini söylüyorlar. Buna katılmamak mümkün değil. Ama “kötü” yönetmekten ne anlıyoruz? Niçin böyle oluyor?
Teğmenlerin ihraç kararı, şimdiye kadar hep olduğu gibi, “hukuki” değil “siyasi” demek istiyorum. Yapılan iş “suç” ise suçu işleyenlerin hepsinin cezalandırılması beklenir. Beş kişinin dışında kalanlar suç işlemediyse o beş kişi de işlemedi
© Tüm hakları saklıdır.