Bir hafta, on gün oldu, geçti, hâlâ memleketin en çok konuşulan konusu: Saray’ı ziyaret eden CHP’li! Ne olduğunu hâlâ anlamış değilim. Komplo teorilerine hiç inanmadığım ve hiç değer de vermediğim için olsa gerek, "çözmekte" de başarılı değilim. Komplo teorisine inanmam ama "Adam paranoyak ama izleniyor olabilir" esprisinde olduğu gibi, işte oluyor. Şu olanı başka ne türlü açıklayacağız?
Evet, benim de inanmadığım, komploların tarihin asıl gidişini etkileyecek ve değiştirecek ölçüde bir belirleyiciliğe sahip olmaları. Yoksa zaten koca koca devletlerin koca koca örgütleri var: CIA ne, KGB niye var? Mossad’dan Intelligence Servce’e, Stasi v.b. sürüsüne bereket istihbarat örgütü ve bunların her türlü provokasyonu yapabilecek kadroları. Devletler bunlara dünyanın maaşını ödüyor.
Şunu söylüyorum: Dünya zaten çeşitli nedenlerle savaşmaya hazır olmasaydı, Avusturya veliahtı öldürüldü diye savaş çıkmazdı. Olsa olsa Avusturya ile Sırbistan arasında maraza çıkar, öbür devletler de "Ne ayıp! Kavga mı ediyorsunuz? Hiç yakışmıyor" der, az sonra ortalık durulurdu. Ama durum öyle değildi; bunun bir "dünya savaşına" evrilmesini kaçınılmaz kılacak her türlü neden vardı.
Bizim bu "Saray ziyareti" hikayesinde de bunu andıran bir durum var. Başından (kamuya açıklanan "başından") başlayalım: Rahmi Turan böyle bir ziyaret olduğunu yazıyor. Kimdir Rahmi Turan? Olay olduktan sonra birçok kişi yazdı. Türkiye’nin açık ara "asparagas" şampiyonudur. Böyle birinin yazdığı bilgiye güven olur mu? Olmamalı, ama oldu. "Niye?" derseniz, bizim ülkede birtakım ölçülerin bir türlü oturmadığını söyleyeceğim. Rahmi Turan bu yazısıyla bizi bu konuyu tartışmaya kilitledi; ama bir tarihte Rahmi Turan’ın "Hürriyet" Yayın Yönetmenliği'ne getirildiğini de unutmayalım. "Hürriyet", malum, tuhaf bir gazetedir. Magazini boldur, popülist bir çizgi izler ama aynı zamanda "MİT’in gazetesi" diye bilinir. Belirli kritik zamanlarda kritik bir bilgi "Hürriyet"ten yayılır (ünlü Johnson Mektubu gibi). Yani sonuç olarak ciddi işlevleri de vardır. "Tan" gazetesinde (daha önce "Günaydın" v.b.) günde bilmem kaç palavra üreten bir kişinin buraya "Yayın Yönetmeni" olması şaşırtıcı bir olaydır.
Demek ki "asparagas" uzmanlığı bu işlevleri yerine getirmek açısından bir sakınca taşımıyor.
Hani sorun hastanın dişini çekmek, siz oraya doğum doktoru gönderiyorsunuz. İşini iyi yapıyor olabilir, ama işi farklı. Bunun için "değerleri oturtamamaktan" söz ediyorum.
Burada bir ilginç ayrıntı da Kılıçdaroğlu’nun Rahmi Turan’ın gazetesi "Sözcü"ye biçtiği değerdi: "Amiral Gemisi" nitelemesini yakıştırdı. Ertesi gün "Amiral Gemisi" bu haberi verdi.
Zaten Kılıçdaroğlu da verilen bu haberde şaşılacak bir şey yokmuş, hatta kendisinin bu işten haberi varmış gibi bir eda takındı.
Böyle bir "kompliman"a niçin gerek duydu? Herhalde kendi çevresinin bir kısmına, koyu bir Kemalist ideoloji temelinde oluşmuş "Sözcü" gazetesine sempatiyle baktığını ihsas etmek istedi.
Bu asparagasın bir Kılıçdaroğlu planı olduğu kanısında değilim. Muharrem İnce artık onun için "tehlikeli" bir rakip değil. Böyle bir kumpasa ihtiyacı yok. Ancak Rahmi Turan haberini izleyen günlerde Kılıçdaroğlu’nun benimsediği tavır işin içinde onun da parmağının olduğu şüphesini yaratıyordu. Bu tavrı alması Tayyip Erdoğan’ın da yaptığı çıkışın normalde olabileceğinden daha etkili olmasını sağladı. Kılıçdaroğlu "Böyle bir olaydan haberim yok. Olabileceğine de ihtimal vermiyorum" dese ve burada kesip atsa, Erdoğan’ın meydan okumalarının bir zemini olmazdı. Ama anlaşılan Kılıçdaroğlu Muharrem İnce’ye pek güven duymuyor; ayrıca, "Haberim yok" demekten, bu sefer de "Adamın dünyadan haberi yok" dedirtmekten kaçındı. O zaman da böyle oldu.
Peki, CHP’lilerin iddia ettiği gibi, haberin AKP laboratuvarlarında üretilme ihtimali var mı?
Benim tabii hiçbir bilgim yok, bütün bu tartışma içinde kimse de böyle bir "bilgi" vermedi.
Öyle olduğunu "tahmin" edenler var ama kanıt gösteren yok. O cephede işi gücü bu tür faaliyet olan kişiler bulunduğunu, bunların Haziran seçiminden bu yana başta İmamoğlu, "tehdit" olarak gördükleri herkesi itibarsızlaştırmak için her türlü aracı kullanmaya hazır ve istekli olduklarını biliyoruz, zaten görüyoruz. Önümüzde cereyan eden şu olaydan son derece mutlu oldukları da besbelli. Ama "Onlar yaptı" denecek bir şey yok ortada. Bir "spekülasyon" olarak "Onlar yaptı" diyeceklerin de (bunlar da var elbette) bu işte en büyük yardımı Kılıçdaroğlu’nun yaptığını görmeleri gerekir.
Bu yazının başına döneceğim şimdi. "Komplolar, provokasyonlar tutmaz" demiştim. Bu "tutmaz", bir koşula bağlı: Ortam, yapılan provokasyona yatkınsa, tutar. Bu olayda söz konusu "sorun"un ana çizgileri ne? CHP içinde varolan yapıdan hoşnut olmayan, bunun değişmesi için iktidarla bir iş birliği ilişkisi kurmayı göze alan birileri var. Önümüze konan hikaye bu, değil mi? Eğer gerçekten varsa, "Saray’a gitti", "Erdoğan’la görüştü" gibi ayrıntılar gerçek ya da kurmaca olsun, provokasyon tutar. Nitekim adlar telaffuz edilmeye başlayınca Muharrem İnce de olanca öfkesiyle ortaya atıldı ve "CHP" içindeki "çetelerden" söz etti.
Yenilenen İstanbul seçiminde elde edilen sonuç "spektaküler"di. Ama ondan önce 31 Mart Seçimi de seçmen davranışında önemli değişiklikler olmaya başladığını işaret ediyordu. Bunlar, kolay kolay tersine dönecek eğilimlere de benzemiyordu. Bu iktidarın ayağı -beklendiği üzere- 'sürçmeye başlıyor'… ihtimali ve düşüncesi doğdu. İktidarın ayağı kayıyorsa ufukta yeni bir iktidar gözükmez mi? Gözükürse ne olur? Vapura ya da otobüse ötekilerden önce binmek için dirseklerimizi çalıştırmaya başlamaz mıyız?
Halk Partisi içinde "takım" çok. Bir süreçte birlikte çalışmış takımlar sonraki aşamada gırtlak gırtlağa da gelebiliyorlar; görülmemiş bir şey değil. Muharrem İnce’nin "çete" lafı içimi burktu. Kimleri kastediyor, bilemiyorum, ama CHP’de yeni bir siyaset anlayışını yerleştirmeye çalışanlar olabilir hedef aldıkları. İnce onları hedef almıyorsa da onları hedef alacak başkaları bulunur.
CHP’nin başlıca siyasi rakibi şüphesiz AKP. Şu geldiğimiz noktada da bir hayli puan kaybettiği görülen AKP’nin alacağı tahmin edilen oy oranı CHP’ninkinin üstünde. Ama CHP’nin AKP’den daha zorlu bir "hasmı" daha var: kendi tarihi.