17 Mart 2025

Küsme zamanı değil

İktidar, kendisiyle aynı fikirde olmayan kişilere hayat hakkı tanımama tavrını şiddetini artırarak sürdürüyor. Bu koşullarda kiminle kavga edeceğime karar verirken herhalde Halk TV aklıma gelemez

Halk TV yayına girdiğinden beri en çok onu izlediğimi sanıyorum. Bir süredir içinde olduğumuz politik evrede kendi duygularıma ve düşüncelerime en yakın onu buluyorum olsa gerek. Zaten bu evrede sinirlenmeden seyredecek kanal bulmak iyice zorlaştı.

“İçinde bulunduğumuz politik evre” filan diye gevelediğim şey, malum, AKP iktidarı. AKP’nin MHP ile paylaştığı iktidar. Bu, Türkiye’nin siyasi tarihinde gerçekten çok özel bir dönem. Düşünüyorum, bizim bu “siyasi tarih” süreci içinde “normal” denecek bir dönem bulmak zor olabilir; ama normalden bu derece uzaklaşanı da yok. Örneğin Halk TV bir “haber kanalı”; ama haberi vermekle kalmıyor . Olayı “haber” yapanla kavga ediyor! Bunu, bizde “normal” sayılacak bir dönemde yapıyor olsa eleştirmek gereğini duyar mıydım? Evet, duyardım. Ama bu dönemde bunu yadırgamıyorum, hatta özellikle doğru buluyorum. Bu iktidarın önümüze yığdığı olaylardan “haber” çıkarması gereken ben olsaydım ben de aynı şeyi yapardım. Bunu zaten iktidar kendisi yapıyor.

İktidar “camiye girip bira içtiler” diyor. İşte “haber”! Haberi vereceğiz. Peki bunu sahihliği kesinleşmiş bir olgu olarak mı vereceğiz, yoksa iktidarın iddiası olduğunu söyleyecek miyiz? Söyledikten sonra, sözkonusu caminin imamının böyle bir şey görmediğini söylemesini de haberimize ekleyecek miyiz? Yoksa bu ihmal edilebilir bir ayrıntı mı?

Ben bugün Halk TV içinde ortaya çıkan anlaşmazlık üstüne birkaç şey söylemek istiyorum. Olan olayı herkes biliyor, onun tarihçesine uzun uzun girmeme gerek yok. Konu Rasim Kütahyalı ile yapılmış bir mülakatın yayımlanmış olması. Kanalın sahibi o sırada burada değilmiş ve burada olsa bunun yayımlanmasını engelleyeceğini söylüyor. “Haberim olmadı” diyor. Ancak onun bu cevabı kanalda uzun süredir program yapmakta olan bir grup insanı ikna etmiyor; kanaldan ayrılıyorlar.

Bazan böyle bir durum oluyor hayatta: iki kişi kavga ediyorlar, ikisini de seviyor ve bu kavgaya yol açan olayı da onlar kadar ciddiye alamıyorsunuz. Ama dinletemiyorsunuz!

Kütahyalı’nın konuşmasını yayımlamanın böyle vahim bir olay olduğu kanısında değilim. Gazetecilik gazetecinin ele aldığı konu ve ilgili kişilere belirli bir mesafe koymasını zorunlu kılar. Kütahyalı ya da her kimse, onun görüşleri ile TV kanalının hangi değerleri benimseyerek yayın yaptığı besbelli. Herhalde Halk TV Kütahyalı’nın görüşlerini yaygınlaştırmak gibi bir amaçla yayımlamıyor bu konuşmayı. Ama bu meslekte taban tabana karşıt olduğunuz kişiyi de konuşturmanız gerekebilir ya da sadece ilginç buldunuz (çok yanlış bulsanız da) ve bunu belirli bir nezaket çerçevesinde yapmalısınız. Böyle bir yayın yapılmışsa, ben kendi hesabıma, “zevksiz bir şey yapılmış” diyebilirim. Ama bu oldu diye “yolları ayırmak” gibi radikal tavırlar almanın aşırı bir tepki olduğu kanısındayım.

Kaldı ki, konuşup durduğumuz gibi, Türkiye zorlu bir dönemeçte. Bunu yaratan öncelikle iktidar. İktidar, kendisiyle aynı fikirde olmayan kişilere hayat hakkı tanımama tavrını şiddetini artırarak sürdürüyor. Bu koşullarda kiminle kavga edeceğime karar verirken herhalde Halk TV aklıma gelemez. Bu kanal işte bu insanlar, bu kadrolarla başarılı bir yayın yapıyor, etkili bir muhalefet kanalı oluşturuyor. Bu başarıyı zayıflatacak davranışlardan kaçınmamız gerektiğine inanıyorum.

Yani, umarım bu ayrılma kararı yeniden gözden geçirilir ve Halk TV’nin gücünü azaltacak eylemlerden vazgeçilir.

Murat Belge kimdir?

16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. İngiliz Erkek Lisesi'ni ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Aynı bölümde asistanlık ve doktora yaptı. 1969'da İngiltere'deki Sussex Üniversitesi'nde araştırmacı olarak bulundu. Christopher Caudwell ve Marksist estetik konulu teziyle 1980'de doçent oldu.

Genç yaşlarda yaptığı William Faulkner ve James Joyce çevirilerinin yanı sıra 1964'ten itibaren Yeni Dergi, Papirüs gibi dergilerde çıkan eleştirileri, yorum yazılarıyla tanındı. Namık Kemal, Behçet Necatigil gibi yazarlar üstüne incelemeler yaptı. 1970'te Halkın Dostları Dergisi'nin kurucuları arasında yer aldı. 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1975'te Birikim dergisini kurdu. 1981'de YÖK'ün kuruluşunun ardından üniversiteden istifa etti. 1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu, 1984'te Yeni Gündem dergisini çıkartmaya başladı. Denemelerini Tarihten Güncelliğe (1983), 12 Yıl Sonra 12 Eylül (1992), Edebiyat Üstüne Yazılar (1994) kitaplarında topladı. 1980'lerde Sadık Özben mahlasıyla düzenli olarak mizah yazıları yazdı. 1991'de Helsinki Yurttaşlar Derneği, Türkiye şubesini kurdu. 1997'de profesör oldu; 1995'ten bu yana Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde akademik çalışmalarını sürdürüyor.

Marksist estetikten militarizme, edebiyattan yemek kültürüne, Osmanlı ve İstanbul tarihine dek birçok farklı alanda 26 tane kitabı ve çok sayıda makalesi yayımlandı. Halkın Dostları, Birikim, Yeni Dergi, Yeni Gündem, Milliyet Sanat, Papirüs dergilerinde ve Cumhuriyet, Demokrat, Milliyet, Radikal, Taraf gazetelerinde yazdı. Hale Soygazi ile evli.

Kitapları

- Tarihten Güncelliğe (Alan, 1983; İletişim, 1997)

- Sosyalizm, Türkiye ve Gelecek (Birikim, 1989)

- Marksist Estetik (BFS, 1989; Birikim, 1997)

- The Blue Cruise (Boyut, 1991)

- Türkiye Dünyanın Neresinde (Birikim, 1992)

- 12 Yıl Sonra 12 Eylül (Birikim, 1992)

- İstanbul Gezi Rehberi (Tarih Vakfı, 1993; İletişim, 2007)

- Türkler ve Kürtler: Nereden Nereye? (Birikim, 1995)

- Boğaziçi'nde Yalılar ve İnsanlar (İletişim, 1997)

- Edebiyat Üstüne Yazılar (YKY, 1994; İletişim, 1998)

- Tarih Boyunca Yemek Kültürü (İletişim, 2001),

- Başka Kentler, Başka Denizler 1 (İletişim, 2002)

- Yaklaştıkça Uzaklaşıyor mu: Türkiye ve Avrupa Birliği (Birikim, 2003)

- Osmanlı: Kurumlar ve Kültür (Bilgi Üniversitesi, 2006)

- Başka Kentler Başka Denizler 2 (İletişim, 2007)

- Genesis: "Büyük Ulusal Anlatı" ve Türklerin Kökeni (İletişim, 2008)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları (İletişim, 2009)

- Balkan Literatures in the Era of Nationalism (Jale Parla ile birlikte, 2009)

- Sadık Özben'in Toplu Eserleri (Helikopter, 2010)

- Başka Kentler, Başka Denizler 3 (İletişim, 2011)

- Edebiyatta Ermeniler (İletişim, 2013)

- Başka Kentler, Başka Denizler 4 (İletişim, 2014)

- Militarist Modernleşme-Almanya, Japonya ve Türkiye (İletişim, 2014)

- Linç Kültürünün Tarihsel Kökeni: Milliyetçilik (Agora, 2006; Berat Günçıkan ile söyleşi)

- Step ve Bozkır - Rusça ve Türkçe Edebiyatta Doğu-Batı Sorunu ve Kültür (2016)

- Şairaneden Şiirsele / Türkiye'de Modern Şiir (İletişim, 2018)

- "Siz isterseniz…" – Popülizm Üzerine Yazılar (İletişim, 2018)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları II (İletişim, 2019)

Çevirileri

- Hegel Üstüne: W.T. Stace

- Martin Chuzlewitt: Charles Dickens

- Döşeğimde Ölürken, Ağustos Işığı, Ayı: William Faulkner

- Dublinliler, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi: James Joyce

- Arabadakiler, Patrick White

- 1844 Elyazmaları: Karl Marx

- Bir Zamanlar Europa'da, Leylak ve Bayrak: John Berger

- Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla: Leo Huberman

- Yazıcı Bartleby: Herman Melville

- Kayıp Kız: David Herbert Lawrence

- Yurtsuzların Ülkesi: Dugmore Boetie

- Lenin ve Felsefe: Louis Althusser (Bülent Aksoy ve Erol Tulpar ile birlikte)

- Yanya Sultanı – Tepedelenli Ali Paşa: William Plomer

 

Yazarın Diğer Yazıları

AKP’nin “politika yapma” üslubu

Türkiye, içinde birden fazla siyasi çizginin iktidar olmak için tarafların belirli kurallar içinde birbiriyle mücadele etiği bir toplum değil, bugünün AKP ideolojisini benimseyen birilerinin bunu benimsemeyenlerin topunu sınır dışı etmeye çalıştığı bir “muharebe meydanı”

Barış (Mı?)

Sürecin mimarları ne tavır alacak, “barış” dedikleri şey ne menem bir “barış”tır (kayyum rejimi midir, sözgelişi?), asıl belirleyici olaylar burada oluşacak. Şu anda iktidarda olan, yani bu görüşmeleri buraya kadar getiren kadrolar “barış”la ne kadar barışıklar?

Yeni aşama

Bir iki “tadilat” daha yaptık mı istenen toplumun kurumsal yapısı yerleşmiş olur. Geriye “ad”ını koymak kalır. Ama madalyonun öbür yüzüne bakmadık. “Öbür yüzü”, yani bu değerleri benimsemeyen Türkiye

"
"