Geçen akşam, geççe bir vakit, MHP’li bir taksi şoförüne denk geldim. MHP’li ama Bahçeli’nin Tayyip Erdoğan destekçisi tavrını beğenmemiş, şimdi Meral Akşener’i tercih ediyor. Yol boyu epey dostane konuştuk; ama görüşlerin birbirine uymasına imkân yok tabii.
“Görüşler” derken, “İmamoğlu iyidir, Yıldırım kötüdür” ya da bunun tersi bir düzeyde görüşler demek istemiyorum. Oralara varmadan, çok daha genel düzeyde anlaşma engelleri var. Ancak bunlar benimle Akşener’ci şoförün arasındaki engeller de değil. Şoför arkadaşım bu toplumda son derece yaygın olan bir noktadan bakıyor dünyaya, siyasete. Böyle bir yazı yazmaya karar vermemin nedeni de bu.
Siyaseti bir “komplo dizisi” olarak anlama tavrından söz ediyorum.
Bir noktada “İmamoğlu da bir proje” dedi, bu yeni terimi seçip kullanarak. Anladım ama gene sordum; “Ne demek?” Evet anladığım gibi, Ekrem İmamoğlu, Amerika’nın Erdoğan’ı tasfiye etme “projesi”nin seçilmiş (ve herhalde eğitilmiş) aracı olarak meydanlara salınmış. Şoför arkadaş da onu Erdoğan’a tercih ediyor ama “gerçekçi” bir yurttaş olarak arkasında duranları da tespit etmekten vazgeçmiyor.
Ben, “Olur mu öyle şey?” filan diyerek “komplo” mantığının sakatlığı üstüne üç beş şey söylemeye hazırlanırken arkadaş devam etti: Erdoğan kendisi de ‘proje değil miydi?’ dedi. “Hapse attılar falan, yetiştirdiler.” İş buraya varınca tartışmaktan vazgeçtim.
Tayyip Erdoğan’ı (ve bütün siyasal İslamcı hareketi) tehlikeli, sakıncalı bulan bir anlayış tabii ki vardır. Onlar, önünü kesmek için, o tiplerin her zaman yaptıkları gibi, Erdoğan’ın hapse atılmasını sağladılar. Yaptıkları ters tepti, kahramanlaştırdılar. Erdoğan’ın zaten pek sevdiği “mağdur”, “mazlum” söylemini daha iyi kullanmasını sağladılar. Bu onların yanlış düşüncelerinin sonucuydu.
Ama şoför arkadaş aynı olayı alıyor, bundan “başarılı” bir plan çıkarıyor. Meğer, bizim “Erdoğan’ı yoktan yere hapsettiler” diyerek baktığımız adamlar, Erdoğan’ı başbakan ve cumhurbaşkanı yapmanın gerekli stratejik adımlarını atıyorlarmış.
Bunun böyle olduğuna Erdoğan kendisi de (duyarsa) epey şaşar sanırım.
Siyaseti “komplolar dizisi” olarak gören mantık, “toplum”muş, “halk”mış, “ideoloji”ymiş takmıyor. Türkiye seksen milyonluk bir toplum. Ama burada olup bitenler üzerinde bu seksen milyon kişinin bir payı yok, olamıyor. Washington’da üç adam bir odada oturup Türkiye’de neler olacağına karar veriyorlar. Biri, “Tayyip’ diye biri var” diyor. “Onu öne çıkaralım.” Öbürü “Onu bir de hapse attıralım” diyor. “Böylece popülaritesi yükselsin.”
Bir süre sonra o odanın yanındaki odada beş kişi oturmuş, konuşuyor. “Ekrem, tam aradığımız adam” diyor biri. “Onu Türkiye’nin başına geçirelim.” “İyi olur” diyor öteki, “Ona karşı bir haksızlık yaptıralım ki popülaritesi yükselsin.”
Böyle böyle seksen milyonluk Türkiye’yi yönetiyorlar. Ama bu iş Türkiye ile başlayıp Türkiye ile bitmez ki! Bu adamlar bütün dünyayı yönetiyorlar. Yani, Pentagon’un odalarında (orada da “bin oda” var mıdır dersiniz?) üçer beşer oturmuş adamlar her şeyi planlıyor ve uyguluyor. Bu dünyada yaşayan birkaç milyar insan da onların hazırladığı yollardan geçip onların gösterdiği jestleri yaparak siyasi eylemde bulunduklarını sanıyorlar.
Hiçbir şey göründüğü gibi değil. Hayır. İşin kuralı: Her şey görünmediği gibi. Görünen, aldatmaca; gerçeklik, görünmeyen.
O zaman bu gidişi durdurmanın da yolu yok. Belki birileri bunu durdurmak için uçakla Pentagon’a girdi… derken öğrendik ki onu da Pentagon kendisi planlamış.
Tabii kimsenin “komplo”su öbürününkine uymuyor.
Şoför arkadaşım Tayyip Erdoğan’ın yükseltilmesi komplosunu çözerken Tayyip Erdoğan da kendisini alaşağı etme komplolarını çözüyor.
Arada fark yok demek istemiyorum, arada fark var: Şoför arkadaşın komploları onun zihninde, öylece duruyor; Tayyip Erdoğan’ın komplolarının sonucunda insanlar hapiste, mahkemede v.b.