09 Ekim 2023

İsrail gene karman çorman

Sorun sıkıntısı çekilmeyen dünyamızda en girift, en eski, en içinden çıkılmaz sorunlardan biri bu.  Bizim kuşağın dünya olaylarına aklının ermediği zamanlarda başlamış, o zamandan bu zamana bu kadar yıl boyunca durulacağına ateşlenmiş, kendi durulmadığı gibi başkalarını da ateşin içine çekme potansiyeline sahip bir sorun

İsrail’de işler, bu sefer alışık olmadığımız bir biçimde karıştı. “Alışık olduğumuz” biçim ağır saldırıyı İsrail’in yaptığı biçim. Bu saldırı Araplar tarafından gelen ve “teröristik” bir özellik taşıyan bir eyleme karşılık İsrail’in “cezalandırma” mahiyeti taşıyan misillemesi şeklini alır. Ama bu sefer Araplar “masif” bir saldırıyla perdeyi açtılar. Onların tarafından bir saldırı gelmesi hiç beklenmeyen bir şey değildi.  İsrail’in bazı tasarrufları nedeniyle Filistin tarafından silahlı bir eylem şaşırtıcı bir şey olmazdı. Ancak, cevabın bu biçimi alması beklenmiyordu; “Beklenmemek” bir yana, böyle bir şeyi yapabilecek imkanları olması bilinmiyordu. Bilmeyen ve beklemeyenlerin başında da İsrail geliyordu.  Bu da bir hayli şaşırtıcı bir durum.

Sorun sıkıntısı çekilmeyen dünyamızda en girift, en eski, en içinden çıkılmaz sorunlardan biri bu.  Bizim kuşağın dünya olaylarına aklının ermediği zamanlarda başlamış, o zamandan bu zamana bu kadar yıl boyunca durulacağına ateşlenmiş, kendi durulmadığı gibi başkalarını da ateşin içine çekme potansiyeline sahip bir sorun. Şu anda bu başkalarını çekme potansiyelinin ne kadar etkili olduğunu, olacağını görmeyi bekliyoruz: “dünya savaşı”ndan dahi söz edenler var.

İsrail, yani böyle bir “Yahudi ülkesi”, Yahudiler’in gözünde çok ski bir özlemdir. Ta Yasef Nasi zamanında, Nasi’nin Kıbrıs adasında böyle bir yurt kurma hayalinin sözü geçer. Ondokuzuncu yüzyılda Herzl padişah Abdülhamid’i bu fikre ikna etmek için çok dil dökmüş, ama başarılı olmamıştı. 

Yahudiler... Dünya tarihinde başkalarının pek yaşamadığı bir serüven yaşamış bir topluluk. Savaşta, yaşadıkları yerden sürülmüş, böylece bütün dünyaya (bir “azınlık” olarak) yayılmış bir “soy." Bu topluluk, ayrıca “monoteizm”i benimsemiş ilk topluluk. Bu inançları aralarında çok güçlü bir “birlik” bilincinin oluşmasına yol açmış. Onun için bunca yıldır böyle, azınlık olarak var olan bu insanlar “Biz Yahudi’yiz” demekten, bu kimliği sımsıkı benimsemekten vazgeçmemişler. “Diaspora”, kaderleri olmuş. Her yerde “azınlık”, her yerde “farklı..." Dünya tarihinde en fazla hırpalanmış topluluk. Bu tarihe özgü “getto”, “pogrom” ve benzeri terimler, bu acılı varoluşun dile yansıyan kelimeler. Bunlar sonunda geliyor, Nazi kıyımı gibi korkunç bir raddeye varıyor.

İsrail’i düşünülebilir, hatta “kabul edilebilir” bir hayal haline getiren olay da zaten bu zulüm oldu.  Yahudiler’in “son sığınak” olarak benimseyeceği  bir “anayurt”ları olmalı düşüncesi gittikçe daha çok insana hitap etti. Kendi hesabıma düşündüğümde ben de buna hak veriyorum. “Buna hak veriyorum” da, böyle bir özlemin olması anlaşılır, insani bir şey olmakla birlikte, gerçekleştirmesi de hiç kolay değil. Dünya paylaşılmış, her “yerin” bir sahibi var. İnsanların yurt olarak bildiği, benimsediği bir yere gidip “Şöyle kenara çekil, ben burada oturacağım” demek ne kadar kabul edilebilir? Amerika’da, Avrupa’da yaşayan insanlar olaya uzaktan bakıp “Evet, Yahudiler ‘vatan’ belledikleri yerde kendi devletlerini kurabilmeli” demekte güçlük çekmezler, bu da anlaşılır bir şey—özellikle Nazi canavarlığının boyutlarını gördükçe; ama, evet, bin yıl önce olmuş olaylardan ötürü niçin ben şimdi hayatımı değiştirmek zorunda kalayım? Hem de bu biçimde değiştirmeye?

Böyle bir ciddi olayın gerçekleşmesini istiyorsak olaydan etkilenecek herkesin bunun iyi bir şey olduğuna ikna edilmesi gerekir. Bu erken aşamalarda topraklarını satan Araplar oldu v.b. ama bunlar kitlelerin ikna edildiğini göstermiyordu.  Öte yandan, başlarından geçen bütün felaketlerden sonra Yahudiler’in sabırlı olmasını beklemek de çok gerçekçi değildir.  Onlar da kendilerini sonuna kadar haklı görüyorlardı.

Yani pürüzler vardı. Zaman geçtikçe bu pürüzlerin buharlaşıp gitmeyeceğini, tersine büyük bir ihtimalle büyüyeceğini tahmin etmek gerekirdi. Ama böyle bakılmadı, böyle düşünülmedi ve bu topraklarda yaşaya n Arap halk bir oldubitti ile karşı karşıya bırakıldı. Bu eksik ve yanlış başlangıçtan sonra yaşanan olaylar da—bekleneceği gibi—gerilimleri büyüttü, alevlendirdi.

Tamamen “düşman” kesilen bir coğrafyada kurulan İsrail’in varlığının pamuk ipliğine bağlı olduğunu düşünebiliriz. Bunu tabii İsrail toplumu sürekli düşünüyor ve mümkün olan her türlü tedbiri alıyor.  ”Tedbir alma” politikasının ters sonuç vermesi görülmemiş bir durum değildir. Bu sorunun şimdiye kadar gözlemlediğimiz gelişmesi de böyle ilerledi. Bugün İsrail’de hükümetin başında Netanyahu’nun bulunması da zaten bunu gösteriyor. Netanyahu gibi bir politikacıdan “barışa katkı” olarak algılanacak, anlaşılacak bir davranış beklemenin boşuna olduğu belli. Netanyahu sadece “sindirme” gibi tedbirlerin geçerli olacağını düşünen bir çizginin adamı. Oradaki durum ise, bütün güçlüğüne rağmen, barış ve karşılıklı anlayış gerektiriyor.

“Karşılıklı” diyorum. Öyle elbette. Ama bunca yıldır kural olarak ezilen, horlanan, yenilen Filistinli halk.  Bu tür deneyimlerle yıllardır yaşamış bir toplumdan “anlayış” beklemek ne derece gerçekçi? Nitekim gelen yarım yamalak bilgilerden bile Araplar’ın oldukça vahşi bir biçimde öç almaya (duruma hakim oldukları yerlerde) yöneldikleri anlaşılıyor.  “Anlaşılır” bir davranış, şüphesiz, ama “kabul edilebilir” değil.

Hamas’ın saldırıya geçmesinin şimdiye kadar dünya kamuoyunda yarattığı ilk izlenimlerine göz attığımızda, bunun “huzur bozucu” bir girişim olduğunu düşünenlerin muhtemelen çoğunlukta olduğu görülüyor. Oysa bu böyle bir değerlendirmeyle açıklanacak bir olay değil. Netanyahu önderliğinde İsrail kendi “huzur” anlayışını zor kullanarak kabul ettirme hakkına sahip taraf olarak davranmakta ısrar ettikçe huzuru imkansızlaştıracaktır ve bugüne kadar İsrail’e destek vermiş ülkelerin herkesten önce bunu İsrail’e anlatmaları gerektiğini düşünüyorum. Başta Amerika. Amerika’nın İsrail’in tutarlı bir dostu ve destekçisi olduğu herhalde uzun boylu tartışma götürmez. Ama varolan durumda İsrail’in “dostu” ve “destekçisi” olmanın İsrail’i saldırgan ve buyurgan tavırları karşısında eleştirel davranmayı gerektirdiği kanısındayım. İsrail’in de buna ihtiyacı olduğunu söyleyebiliriz. Hamas saldırısı olmadan önce İsrail’de kronikleşen protesto eylemleri Netanyahu karşısında demokratik İsrail’in tepkisini ortaya koyuyordu.

Dünyada bu tip “inatçı keçi” karakteristiği edinen sorunların çözülmesi için inatlaşan keçiler dışında “üçüncü” kişi rolünü benimseyen birilerinin rol üstlenmesi gerekli ve olumlu bir eylem, sanıyorum.  Vardığımız bu noktada İsrail’in yapması gereken şey Filistinliler’i cezalandırmak olamaz;  intikam almak olamaz. Bunu herkesten önce İsrail’in dostlarının yapması gerektiği kanısındayım. 

Murat Belge kimdir?

16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. İngiliz Erkek Lisesi'ni ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Aynı bölümde asistanlık ve doktora yaptı. 1969'da İngiltere'deki Sussex Üniversitesi'nde araştırmacı olarak bulundu. Christopher Caudwell ve Marksist estetik konulu teziyle 1980'de doçent oldu.

Genç yaşlarda yaptığı William Faulkner ve James Joyce çevirilerinin yanı sıra 1964'ten itibaren Yeni Dergi, Papirüs gibi dergilerde çıkan eleştirileri, yorum yazılarıyla tanındı. Namık Kemal, Behçet Necatigil gibi yazarlar üstüne incelemeler yaptı. 1970'te Halkın Dostları Dergisi'nin kurucuları arasında yer aldı. 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1975'te Birikim dergisini kurdu. 1981'de YÖK'ün kuruluşunun ardından üniversiteden istifa etti. 1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu, 1984'te Yeni Gündem dergisini çıkartmaya başladı. Denemelerini Tarihten Güncelliğe (1983), 12 Yıl Sonra 12 Eylül (1992), Edebiyat Üstüne Yazılar (1994) kitaplarında topladı. 1980'lerde Sadık Özben mahlasıyla düzenli olarak mizah yazıları yazdı. 1991'de Helsinki Yurttaşlar Derneği, Türkiye şubesini kurdu. 1997'de profesör oldu; 1995'ten bu yana Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde akademik çalışmalarını sürdürüyor.

Marksist estetikten militarizme, edebiyattan yemek kültürüne, Osmanlı ve İstanbul tarihine dek birçok farklı alanda 26 tane kitabı ve çok sayıda makalesi yayımlandı. Halkın Dostları, Birikim, Yeni Dergi, Yeni Gündem, Milliyet Sanat, Papirüs dergilerinde ve Cumhuriyet, Demokrat, Milliyet, Radikal, Taraf gazetelerinde yazdı. Hale Soygazi ile evli.

Kitapları

- Tarihten Güncelliğe (Alan, 1983; İletişim, 1997)

- Sosyalizm, Türkiye ve Gelecek (Birikim, 1989)

- Marksist Estetik (BFS, 1989; Birikim, 1997)

- The Blue Cruise (Boyut, 1991)

- Türkiye Dünyanın Neresinde (Birikim, 1992)

- 12 Yıl Sonra 12 Eylül (Birikim, 1992)

- İstanbul Gezi Rehberi (Tarih Vakfı, 1993; İletişim, 2007)

- Türkler ve Kürtler: Nereden Nereye? (Birikim, 1995)

- Boğaziçi'nde Yalılar ve İnsanlar (İletişim, 1997)

- Edebiyat Üstüne Yazılar (YKY, 1994; İletişim, 1998)

- Tarih Boyunca Yemek Kültürü (İletişim, 2001),

- Başka Kentler, Başka Denizler 1 (İletişim, 2002)

- Yaklaştıkça Uzaklaşıyor mu: Türkiye ve Avrupa Birliği (Birikim, 2003)

- Osmanlı: Kurumlar ve Kültür (Bilgi Üniversitesi, 2006)

- Başka Kentler Başka Denizler 2 (İletişim, 2007)

- Genesis: "Büyük Ulusal Anlatı" ve Türklerin Kökeni (İletişim, 2008)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları (İletişim, 2009)

- Balkan Literatures in the Era of Nationalism (Jale Parla ile birlikte, 2009)

- Sadık Özben'in Toplu Eserleri (Helikopter, 2010)

- Başka Kentler, Başka Denizler 3 (İletişim, 2011)

- Edebiyatta Ermeniler (İletişim, 2013)

- Başka Kentler, Başka Denizler 4 (İletişim, 2014)

- Militarist Modernleşme-Almanya, Japonya ve Türkiye (İletişim, 2014)

- Linç Kültürünün Tarihsel Kökeni: Milliyetçilik (Agora, 2006; Berat Günçıkan ile söyleşi)

- Step ve Bozkır - Rusça ve Türkçe Edebiyatta Doğu-Batı Sorunu ve Kültür (2016)

- Şairaneden Şiirsele / Türkiye'de Modern Şiir (İletişim, 2018)

- "Siz isterseniz…" – Popülizm Üzerine Yazılar (İletişim, 2018)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları II (İletişim, 2019)

Çevirileri

- Hegel Üstüne: W.T. Stace

- Martin Chuzlewitt: Charles Dickens

- Döşeğimde Ölürken, Ağustos Işığı, Ayı: William Faulkner

- Dublinliler, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi: James Joyce

- Arabadakiler, Patrick White

- 1844 Elyazmaları: Karl Marx

- Bir Zamanlar Europa'da, Leylak ve Bayrak: John Berger

- Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla: Leo Huberman

- Yazıcı Bartleby: Herman Melville

- Kayıp Kız: David Herbert Lawrence

- Yurtsuzların Ülkesi: Dugmore Boetie

- Lenin ve Felsefe: Louis Althusser (Bülent Aksoy ve Erol Tulpar ile birlikte)

- Yanya Sultanı – Tepedelenli Ali Paşa: William Plomer

Yazarın Diğer Yazıları

Değişim yaratan yerel seçim

Yerel seçimden görmezden gelinemeyecek bir kazançla çıkmak, Özel’in CHP’sine, bir manevra alanı açmıştı. Seçim kaybetmiş bir partinin iktidara “Bizi kaale alın” çağrısında bulunması o parti açısından bir zayıflık işareti olarak algılanabilir, yorumlanabilir. Ama CHP’nin kazandığı başarıyla muhatabına “Gelin, konuşalım” demesi bir güçlülük göstergesidir

İtibardan ne olmazmış?

“İtibardan tasarruf etmeyenler” toplumu bu “değer” sistemiyle “fenomenler” fenomenini üretti

Değişen dünya

Solun daldığı kış uykusundan uyanması, silkinmesi ve toparlanması gerekiyor, diye düşünüyorum. Bu işe girişirken cesur olmak çok önemli. “Geçiştirme” değil, gerçek bir özeleştiri gerekiyor