Ortalık gene toz duman... İstanbul Sözleşmesi, Merkez Bankası, Gezi Parkı üst üste. Bunlar, Gergerlioğlu buhranının ardı sıra önümüzde yığıldı. Bunların her biri uzun uzun açıklanacak, yorumlanacak olaylar ya da davranışlar. Bir açıdan baktığınızda her biri karşısında şaşkınlıktan şaşkınlığa düşebilirsiniz. Ama muhtemelen şaşırmayacaksınız; çünkü şimdiye kadar Erdoğan'ın eylemleri karşısında yeterince şaşkınlığa düşmüş, şaşkınlığa alışkanlık kesbetmiş olmalıyız. Zaten bizzat Erdoğan şaşkınlığın yersiz olduğunu bildiren sözler söylüyor.
Geçenlerde konuşuyordu. "Kanal İstanbul'u da inadına yapacağız" dedi. İnadına!" Bu geri kalan her türlü şaşkınlığı lüzumsuz kılan bir söz. Bir cumhurbaşkanı böyle bir sözü nasıl söyler? Bu söylendikten sonra da, başka sözlerine şaşırmanın bir anlamı kalır mı?
Tayyip Erdoğan'ın her şeyin doğrusunu söyleyeceğine dair verilmiş bir sözü de yok, böyle bir adeti de. Ama siyaset anlayışı hakkında çok doğru şeyleri en dosdoğru biçimde söyleyebiliyor. Örneğin demokrasi neydi? Tramvay mıydı, otobüs müydü? Hani istediği yerde inip gidebiliyordu. Ya da belirli bir konuda ne karar verileceğini tartışırken "ulemaya sormak" gereğinden söz etmişti. Böyle daha birkaç parlak örnek bulunabilir.
İnadına... Evet, bu da çok doğru. Tayyip Erdoğan'ın yalnızca politika felsefesinin özünü oluşturan temel öge değil, aynı zamanda kişiliğinin çok belirgin bir özelliği. Bir şeyi onun, Tayyip Erdoğan'ın söylemiş, istemiş olması en önemli sorun. Öyleyse, o söylemişse mutlaka gerçekleştirilmeli. Gerçekleşmezse, gerçekleşmesine bir engel çıkarsa, bu Erdoğan'ın onurunun yerlerde sürünmesi demek. Onun kişiliğine ağır bir hakaret demek ("hakaret" konusunda ne kadar duyarlı olduğunu bol bol gözlemleme fırsatımız oldu).
Tayyip Erdoğan'ın birtakım hedefleri var elbet. Anladığım kadar oldukça küçük bir yaştan beri işittiği, dinlediği konuşmalardan zihninde kurduğu bir "ideal Müslüman toplum" kavramı çerçevesinde oluşuyor bu hedefler. İdeal Müslüman toplumun oluşmasının başlıca koşulu da Tayyip Erdoğan'ın önderliğinde olması. "İnadına" nitelemesiyle kastettiği şey, politikası değil, "politika yapmasının" tarzı, üslubu. Dolayısıyla o da "politika"nın ondan ayrılmayacak bir parçası.
Epey zaman önce bir yazıda söylemiştim: "Politika nedir?" sorusuna Tayyip Erdoğan'ın cevabı belli ki çok sevdiği futboldan çıkarsadığı bir "hikmet"! "En iyi savunma saldırmaktır." Bu da zaten "tarz" dediğim "inadına" ögesiyle tam bir uyum içinde bir tarz.
Geçtiğimiz (geçtik mi?) şu uğursuz hafta sonunda sonra Merkez Bankası olayında normal ahvalde cevap vermesi güç olan bir karmaşa var. Şu kadar zamanda bu kadar "el çektirme" nasıl açıklanır? Adamları tayin eden sensin, iki gün sonra el çektiren gene sensin?
İstanbul Sözleşmesi'ne baktığımızda orada da cevap verilemez sorular birikmiş: Böyle bir süreç sonunda biçimlendirilmiş bir uluslararası anlaşmadan bir gece vakti tek bir adamın kimseye danışmadan verdiği kararla çekilip çıkılıyor olmasının garabeti bir yana, herkesten önce kendi ürünü olan şeyi reddetmek! Madem zararlıydı, nasıl oldu da görmedin bu zararları; hiç de kullanmadığın halde, bu anlaşma metni; zerzavat gibi durduğu yerde çürüdü mü?
Ya Gezi Parkı? İmamoğlu karşısında "inadına" faslı tastamam ortaya çıkıyor. O, parkın nasıl olmasını istediklerini halka sormuş (demokrat bir belediye başkanının yapması gerektiği gibi), tasarım yarışması açmış, oylama yapmış. Bunlar iktidarın umurunda değil. Can havliyle saldırıyor, bunlara engel olmak üzere. Bunları çiğneyerek kendi dediğini yaptırma, İstanbul halkının bunca açık farkla galip çıkardığı bir başkanın da elini, kolunu bağlamak üzere... İnadına.
Burada da "Kanal İstanbul" vadettikten sonra iki kere seçim kaybetmişsin, belli ki İstanbul halkı senin vadettiğin bu projeyi pek beğenmemiş, ama sen buna aldırmıyor, "Ben gene de yaparım" diyorsun. Üstelik de saçma sapan bir "vakıf" icat ediyorsun...
Bunlar "cevap verilmesi zor" sorular, hatta cevabı olmayan sorular. Ama böyle olmaları Tayyip Erdoğan açısından önemli değil, çünkü o politika felsefesiyle, politik tarzıyla ve politik hedefleriyle, zaten, cevap vermek zorunda olmayan bir önder olmak üzere yola çıkmış ve yolun sonuna yaklaştığına inanan bir kişi.
Tayyip Erdoğan'ın davranışları, "meydanı boş bulmuş" derler ya, işte öyle birinin davranışları. Bu davranışlar, açıkça yasadışı, hukuku ayaklar altına alan davranışlar. Böyle olması onun umurunda değil, çünkü onun "siyaset kültürü" de iradesinin önünde herhangi bir engel olmayan bir "yönetici" anlayışına dayanıyor.
Böylece geliyoruz "muhalefet" konusuna. Böyle davranan bir iktidara karşı nasıl direniş gösterilir? Bu soruyu soranların sayısı gün geçtikçe yükseliyor. Soruyu soranlar çoğalıyor ama cevap veren yok kelimelerle ama daha önemlisi eylemiyle. Soru ciddi, çünkü sorun (lar) ciddi.