AKP iktidarının kurulmasından bu yana, ama özellikle Gezi direnişinden bu yana, Türkiye toplumunu oluşturan nüfus kabaca ikiye ayrıştı. Daha önceleri de varlığından haberdar olduğumuz bu ayrım gün geçtikçe biraz daha elle tutulur, gözle görülür hale geldi ve bu süreç devam ediyor -ayrışmanın sonu gelmedi. "Politika" alanında olanlardan söz ediyoruz ama ayrım politikaya sığacak gibi değil. "Topyekûn" denecek çapta bir bölünmeden konuşuyoruz. Bir "politika" ayrışmasından ibaret değil. Bir "dünya görüşü" ayrışması; bir "değerler" ayrışması.
Bir toplumun çeşitli kesimleri, tabakaları arasında "dünya görüşü" farklılığı olması o kadar da görülmemiş bir şey değildir. Ama toplumsal kesimler arasında bir "birikte var olma" anlaşması vardır (bir "modus vivendi" mutabakatı). Buna saygı gösterilir. Türkiye’nin farklılığı, farklı değerlerin yalnızca farklı olmakla kalmaması, aynı zamanda "antagonist" olması. AKP iktidarının özellikle Gezi direnişinden bu yana gerçekleştirdiği değişik durum burada.
"Politika" düzeyinden bakarak başlayalım. Örneğin "Suriye politikası". Çeşitli aşamalardan geçtikten sonra şimdi İdlib’de yeni şeklini aldı. Geçen günlerde kaybedilen sekiz kişiden sonra dün yeniden beş kişinin ölüm haberini aldık. Haberi aldık ve bütün benzer durumlarda söylenenlerin söylendiğini de işittik. İyi, her şey alıştığımız tarzda devam ediyor. Bir kere "misliyle karşılık vermiş" durumdayız. Böyle olması çok "rahatlatıcı", değil mi? Ölenlerin kanının yerde kalmaması önemli. Ölenlere Allah’tan "rahmet" ve yaralılara "acil şifalar" da diliyoruz. Başka bir şey dileyecek durumda değiliz zaten.
Evet, "politika" düzeyinde, oraya asker gönderme politikasına karşı olanlarımız var. Bu işin, Kürtler’den başlayarak buraya gelme sürecinin bütün evreleri için söylenecek eleştirel yargılarımız var ama şimdi -yeniden- oraya takılmayalım. Dolaysız duruma bakalım: beş ölü daha. Ne yapılacak?
Hamasi nutuklar atılacak. Yeniden iman tazelenecek. Atalar anılacak. Bu arada muhtemelen ölenlerin aileleri ölenin en büyük emelinin Türkiye için şehit olmak olduğunu söyleyerek amacın gerçekleşmesi karşısında neredeyse "mutlu" bir duruş sergileyecekler. Çünkü bugün iktidarda olan koalisyonun böyle durumlar karşısında kullandığı dil ve herkesin de kullanmasını istediği dil bu. Türk-İslam sentezi çeşitli durumlarda söylenmesi beklenenlerin listesini yapmış, zahmet çekmeyelim diye. "Bunun böyle olması şart mıdır?" sorusunu sormak da aşağı yukarı yasaklanmış durumda, öyle bir şey söyleyecek olursan "vatan haini" yaftası hazır bekliyor.
Tabii yalnız Suriye politikası değil, Libya politikası, Ukrayna politikası hep benzer özellikler taşıyor. İktidarın bütün bu politikalarını dindarane bir imanla onaylamamız, onaylamakla kalmayıp can-ı gönülden tezahürat yaparak desteklememiz gerekiyor. "Vatanperverlik" denen şeyin tek bir biçimi vardır, onu da iktidar bilir.
Kıbrıs’ta Mustafa Akıncı gibi, buna uymayan görüşleri dile getirecek olursanız o dilinizi kerpetenle koparmaya hazır bir kalabalık siper almış, beklemektedir.
Bu siyasi davranış biçiminin öngördüğü ve hepimize bağrımıza basmamızın öğütlendiği "ahlak" oldukça yalın, "düzayak" bir "felsefeye" dayanır: "Her durumda biz haklıyız." Ben ve X aynı şeyi yapmış olabiliriz. Ama sonuç olarak benim yaptığım doğru, X’in yaptığı yanlıştır. Dünyayı böyle görmeye alışmalıyız. İtiraz edenlerin de haddini bildirmeliyiz. Bunu başardığımız zaman her durumda haklı olmanın kazandırdığı derin huzur içinde yaşamaya başlarız.
İtiraz edenleri, edecek gibi görünenleri şimdilik hapislerde tutuyoruz. Oradan buradan gelen haberler, "kararlar" vb. dünyanın bizim bu "hukuk" uygularımızı nasıl gördüğünü anlatıyor.
Ama onların bu tavırları da bizi ırgalamıyor. Tedbirimizi alıp hamlemizi yapıyoruz. Her hamlemiz bizi "hukuk" denen o şeyin biraz daha uzağına taşıyor ama bundan da endişe duymak gerekmez, çünkü asıl "hukuk" başkanın iradesinin gerçekleşmesidir. Başkanın isteklerini militanca yerine getirecek kadroları iş başına getirdik. Asayiş berkemal.
Gezi protestosunu izleyen dönemin olayları AKP ile MHP’yi birbirine yaklaştırdı. Böylece Türk-İslam sentezi idealinin gerçekleşmesi doğrultusunda önemli adımlar atıldı. Yukarıda saydığım özgül olaylarda kararları son analizde ittifakın "İslam" yanını temsil eden Tayyip Erdoğan veriyor olabilir. Ama "Türk" tarafının sözcüsü Bahçeli ve MHP’nin ruhuna merhem gibi gelen kararlar bunlar. Nitekim uygulanan "politikalar" olarak yukarıda saydığım her şey daha çok "Türk" ideolojinin alanında bilinirdi. Şimdi, Erdoğan’la, "İslam" kesimi "Biz de buradayız" diyor.
Böylece bir yanda kaba kuvvetin izin verdiği ölçüde yumrukla ya da silahla empoze edilen kurallar, bir yanda kardeşlik temelinde uzlaşma ve anlaşmayı savunanların önerdiği ilkeler, tamamen "antagonist" bir tavır alışla, karşı karşıya duruyor. Tabii bu "vaziyet alış" saydığım birkaç örnekle başlayıp bitmiyor. Büyük çoğunluğu göz önünde de olmayan bir çekişme ülkenin tamamında sürüp gidiyor.
İşte, beklenmedik bir anda, adamın biri çıkıp erken yaşta kızların evlenmesini durduran yasaya çatıyor. Gerekçesi, bu yasada "sınır" kabul edilen yaşın "Kur’an"dakine uymamasıymış. Şimdi buna basit bir "görüş ayrılığı" deyip geçmek mümkün mü? Buzdağının suda kalan kısmı gibi, kadınlara ilişkin koca bir kitle var bu sözlerin temelinde. Bu adam dünya nüfusunun yarısına ne gözle bakıyor, genel olarak, anlıyoruz. Bu işin "hukuk"unu nasıl düzenleyeceğini (Elinde imkan olsa) görüyoruz.
Kadınlara bakış bir yana, öyle bir yasa çıkmasının depreme yol açtığını da söylüyor. Yani jeolojiyle falan ilgileniyor, depremlerin nedenlerini öğrenmeye çalışıyorsanız, bu hazrete göre, kadınların evlenme yaşlarının depreme yol açtığını da "nedenler" listenize eklemeniz gerekiyor. "Bireysel bir durum", "eksantrik bir adam" diyebilirsiniz. O kadar basit değil. Olay
Medyaya yansıyıncaya kadar memlekette böyle bir adamın var olduğunu bilmiyorduk. Olabileceğini tahmin ediyorduk ama bu bir "bilgi" değil bir "tahmin" idi. AKP iktidarının Gezi direnişine tepkilerini birer birer ortaya çıkardığı ortamda her Allah’ın günü bu kategoride biriyle daha tanışıyoruz.
Bütün toplumun bu ölçülerde yaşadığını sanmıyorum. Mümin bir kız babası da, kızını on üç, on dört, neyse Kitab’ın uygun gördüğü yaş, o yaşta bir adamın kucağına atmak fikrinden hoşlanmaması mümkün. Gel gelelim, yaratılan "antagonist gerilim" ortamında, bu durumlarda hep olduğu gibi, meydan en uçta, en aşırı olanlara kalır.
O aşırı olanlar da, kendilerine uymayanlarla yaşamaktan hoşlanmazlar...