“Aile” dediğimiz kurum insanlık kadar eski. Onun için sosyologlar “en küçük topluluk” olarak tanımlıyor ve toplumun temel birimi sayıyorlar. Ama tabii bu uzun tarih boyunca “aile”
dediğimiz bu kurum da birçok değişikliğe uğramış.”İçevlenme”, “dışevlenme” gibi duraklardan geçerek bugünkü “çekirdek aile” biçimine ulaşmış. Yani iyice küçülmüş, diyebiliriz. Ama “asli” sayabileceğimiz ögelerine inerek varlığını koruyor. “Aile”, gene aile. Aileler birleşiyor, “toplum”u meydana getiriyor.
Peki, aile içinde ne oluyor? Hele bu “çekirdekleşme” olmazdan önce, aile daha büyükken, “akrabalık” ilişkisi çok daha önemliyken, kişilerin birbirleriyle bağlantısı nasıl kavranıyordu?
Türkçe bu bakımdan ilginç bir dildir; geniş bir ailede insanların birbirleriyle ilişkilerini anlatan çok sayıda kelime bulunur. Batı dillerinde annenin kız kardeşine de, babanın kız kardeşine de “Aunt” (“tante”, “tia” v.b.) denir; erkek kardeşler de “Uncle” olur. Ama Türkçede “hala” ile “teyze” veya “amca” ile “dayı” ilişiği daha özgül hale getirir.
Ama iş bununla bitmez. “Elti”, “görümce”, “bacanak”, “baldız”, derken “enişte” ve “yenge”, “kayın”lı ilişikler (burada, nedense, Arapçadan yardım almışız), ve hatta onların birbirleriyle hangi ilişki içinde olduklarını anlatan “dünür”, tabii “yeğen” (ama, gene nedense, “kuzen/kuzin” ikilisini, dilbilgisi kuralıyla, Fransızca’dan almışız.)
Bu kelime bolluğu, herhalde bu dili konuşan toplulukta ailenin ne kadar önemli bir kurum olduğunu anlatıyordur. Kim kimle hangi ilişki içinde?
Bu arada “abi” ve “abla” da kardeşler arasında “yaş” bakımından nasıl bir ilişki olduğunu gösteriyor ki Batı dillerinde bunun karşılığını da bilmiyorum. Onlar cinsiyete göre ayırıyor, biz “karındaş” diye cinsiyeti görmezden gelip “karından çıkma sırası”nı gözetiyoruz.
Konuya “aile” diye girdim ama niyetim “aile”nin kendisi üstüne konuşmak değil. Kendisi değil de genel ideolojide simgesel yeri üstüne biraz kafa yormak istiyorum.
Çıkış noktam, başlıktaki “abi” kavramı. Bu kelime, bugün Türkçede en sık ve en fazla telaffuz edilen kelimelerden biridir sanıyorum, çünkü “teknikman” abi sayılmayacak kişilere de “abi” denilen bir topluma yaşıyoruz. Bu kadar sık kullanılmasına rağmen orta yerde bir oturmamışlık da var sanki. Çünkü kelimenin aslı “ağabey”; ama böyle telaffuz eden kalmadı gibi—yazması da ayrı sorun. Yazarken “ağabey”e sadık kalan belki daha çok. “Abi” yazanlar var; “A”nın üstüne heceyi uzatan şapkayı geçirenler var; aynı işlevi “yumuşak ge” ile halletmeye çalışanlar da oluyor.
Bir bileşik kelime bu. “Ağa” ve “Bey” aynı zamanda toplum içinde “konumlanma”yı anlatan kelimeler. Anadolu’da “ağa” yaş da anlatır ama temelde toplumsal hiyerarşiyi işaret eder. “Bey” ise zaten öyledir. Bu ikisinin aile içinde kullanılmak üzere “ağabey” haline gelmesi, kardeşler arasında “büyük erkek kardeş”e verilen önemi de gösteriyor olmalı.
Ben daha sekiz, on yaşlarında bir çocuktum. Yakınımızdaki manavdan bir şeyler ısmarlardık. Manavın “Bektaş” adındaki çırağı malları getirirdi. Bektaş benden en az on yaş büyük, sakalı bıyığı olan bir genç adamdı. Ama bana “abi” derdi! Bu ilk kez olduğunda bayağı şaşırmıştım ve anneme filan da anlatmıştım: “Bektaş bana ‘abi’ diyor. Ne demek istiyor?”
Buradan belli ki o yıllarda, yani ellilerde, “abi” kelimesinin bu kullanımına henüz alışık değildik.
Elliler… Yani Demokrat Parti’nin iktidar olduğu yıllar. Yani köyden kente göçün hızlandığı, yoğunlaşmaya başladığı yıllar. Bu “abi” kullanımını onlar, yani köylüler getirdi.
İnsanoğlu, bilmediği, yeni gördüğü şeyleri anlaşılır kılmak için bildiği kelimelere tercüme eder.
Bektaş elinde kese kağıtlarında domatesler, patlıcanlarla bir “apartman”ın merdivenlerini tırmanıyor, “zil” denen nesneye basıyor, sekiz yaşında bir çocuk kapıyı açıyor. Yaşı Bektaş’tan küçük ama toplumsal merdivende onun yeri daha yüksekte. Daha eski bir zamanda, evde “dadı”, “taya”, “kalfa” filan olsa bu çocuğa “küçük bey” derler, öyle hitap ederlerdi. Bektaş “küçük bey” diye birini tanımıyor, “abi” diyor.
Yani toplumsal sınıfların oluşturduğu bir hiyerarşik ilişkiyi reddetmiş oluyor; bunun yerine “ailevi” bir ilişkinin adını koyuyor. Olan olayı böyle görüp anlattığımızda “eşitlikçi” bir tavır anlatmış oluyoruz. Sınıfa dayalı toplumsal hiyerarşinin soğuk ve herkese haddini bildiren terminolojisine karşılık tanıdığımız “aile”nin sıcak kelimeleri. Saygı burada da var. Birine “abi” dediğimde “Sen benden büyüksün. Yaşça büyük olmasan da” demiş oluyorum. Ama bu “aile içi” bir büyüklük.
Türkiye toplumunun tarihi geçmişinde bu gibi davranışlara zemin hazırlayan bir temel aslında vardır. Osmanlı’da daha çok “kapitalizm-öncesi” anlamında kullandığımız bir “feodal” geçmiş buluruz ama bu Avrupa’daki “feodalizm” değildir. Hele Hindistan’ın “kast sistemi” hiç değildir.
“Abi” üstünde duruyorum, çünkü o daha yaygın; ama bu konuştuğumuz bağlamda başka “aile” terimleri de geçerli. Bizden yaşlı, genellikle hiç tanımadığımız insanlara da “amca” veya “teyze” diye hitap ederiz. Tabii neden babanın erkek kardeşi olan “amca” ile annenin kız kardeşi olan “teyze”yi seçtiğimiz, burada niçin “hala” ile “dayı”yı gözden çıkardığımız bir başka esrar, ama öylesini uygun görmüşüz. Sonuçta bu hitaplarda da “yaş” temeli üstüne kurulu bir “saygı” var. Ama gene aile üstünden giden, “hepimiz bir aileyiz” diyen bir “saygı” bu.
Böyle bir ideolojinin (buna belki “ideolojinin altyapısı” denebilir) varlığı toplumda sınıfsal bir hiyerarşinin olmadığı anlamına gelmiyor. Tam tersine, bir hiyerarşinin varlığını gösteriyor. Ama bunun üstünü örtme içgüdüsüne işaret ediyor. Potansiyel demokratizmine baktığımda bunun iyi bir şey olduğunu düşünüyorum. Ama tabii aynı zamanda çok köklü bir gelenekselcilik ve tarihin çok eski evrelerinden kalma bir ataerkillik de taşıyor.
Bu yazıda “abi” üstünde durdum ama zihnimin geri planında ha bire kıpırdanarak rahatımı kaçıran “popülizm” konusuna geçmedim. Ama elbette o bağlam, o çerçeve içinde birçok şeyi açıklayacak bir kavram bu. Sağ popülizmin başarısını, sol popülizmin ise bir ihtiyacını anlatan bir şey. Bu konuya daha sonra gelelim.