Depremle yıkılan bir dünyanın ortasında nasıl da dehşet içinde kaldığınızı?
Depremin mahvettiği hayatlara uzaktan ya da yakından tanık olmanın kalbinizde hangi yaraları açtığını ve o yaraların asla kapanmayacağını sandığınızı?
Yapamadıklarınızın yapabildiklerinizden kat be kat çok olmasının yaşattığı çaresizliği?
Kime neden ve ne kadar öfkelendiğinizi hatırlıyor musunuz? Kimleri tahtlarından indirmek istediğinizi, kimlerin saltanatlarına son vermek için delirdiğinizi?
Neyi neden ve nedenli çok değiştirmek istediğinizi hatırlıyor musunuz?
Hatırlamıyorsunuz.
Hatırlasınız…
Bugün bu insanlar hâlâ iktidarda duramazdı, tüm siyasiler hala ezberden bildiğini okuyamazdı, tüm devlet kurumları hala liyakatsizlerin elinde kalmazdı, kimsenin eli yolsuzluğa, rüşvete varamazdı, hukuk en adil şekliyle işler, hiçbir sorumlu cezasız kalmazdı.
Hatırlasanız…
İşçilerin, emeklilerin, memurların, beyaz yakalıların, doktorların, avukatların, öğretmenlerin, akademisyenlerin, sanatçıların, aydınların, iktidarın ve muhalefetin… Yani halkın, yani sizin öncelikleriniz tamamen değişmiş olurdu.
Hatırlasanız…
Bugün bu ülkede beklenen bir depremin şiddetiyle yaşanabilecekler bu denli korkunç olmazdı.
Çok büyük felaketler ve onların sonuçları söz konusu olduğunda hatırlamak, bir meseleyi sadece tekrar tekrar gündeme getirmek değildir. Olanları bilip olabilecekleri tahmin etmek hiç değildir. Böyle durumlarda hatırlamak, aynı zamanda o konuda bilinçlenmek anlamına gelir. Neden sonuç ilişkileri kurulmuş, hatalarla eksiklikler tespit edilmiş ve önlemler alınmışsa hatırlamanın bir anlamı vardır. Yoksa hatırlamak boş bir teferruattır.
6 Şubat 2023’te neler yaşandığını, neler hissettiğinizi, neler düşündüğünüzü dürüstçe hatırlamadığınız, hatırladıklarınızdan bir bilinç oluşturmadığınız için, 6 Şubat 2025’te bu ülkede, bu şekilde, bunca tehdidin gölgesinde hâlâ nefes alabiliyorsunuz.
Aslen kamuya hizmetle yükümlü devlet güçleriyle belediye güçlerinin birbirine azılı düşman olduğu, tarikat, cemaat ve dini vakıflar dışında kalan neredeyse tüm sivil toplum örgütlerinin “terörist damgası” yemekle tehdit edildiği ve iktidara “Gözünün üzerinde kaşın var” diyenin anında gözaltına alındığı bu iklimde…
Kalbinizi en ince yerinden delip geçen gerçeği unutmak, belki de hayatta kalma biçiminiz.
Dayanamayacağınız ve değiştiremeyeceğiniz şeyleri yeniden tarif edip hafızanın makul yerlerine yerleştirdiniz.
Neyi hatırlayıp neyi unutacağınızı ya da neyi nasıl hatırlayıp neyi neden unutacağınızı seçerken kendi doğrularınızdan çok genelin doğrularına tutunmayı yeğliyorsunuz.
Ve nihayetinde kendinizi en tehlikeli ama en konforlu yerde güvende hissediyorsunuz.
İşte belki de bu yüzden, deprem tehlikesinin ve depremden sonra olacakların devamlı gündemde tutulması ya da başka felaketler sonrası yaşananlar sizin için aslen bir kıymet taşımıyor.
Gerçekleri olduğu gibi hatırlamak ve o gerçeklerden bir bilinç yaratmak yerine gerçeği nasıl hatırladığınızın konforunu fark ettiğinizden beri kısırdöngüye kapıldınız ve kendinize bahanelerle dolu bir sığınak yarattınız. Bu arada bilmekle bilinçlenmek arasındaki o önemli bağı da kendi ellerinizle söküp attınız.
Bir felaketin ikinci yıl dönümünde, yeni felaketlere gebe bir ülkede, haberlere bakıp partiler arası transferler hakkında, sanki futbol takımları arasındaki transferlermiş gibi yorum yapabiliyorsunuz. Seçim ne zaman olur, adaylar ne zaman belirlenir, muhalefet aday olarak kimi gösterir diye bahislere giriyorsunuz. Sanatçıların akıl almaz iddianamelerle sorguya çağırılmasını, “Hepimiz Gezi’deydik” diyen sesin gittikçe alçalarak kısılmakta olmasını hızla kanıksıyorsunuz. Türk Silahlı Kuvvetleri’nden ihraç edilen teğmenlere yapılanları izlerken bir yandan da yeni başlayan dizilere göz atıyorsunuz. Her ay erkeklerin öldürdüğü kadınların sayılarını veren istatistikleri okuyorsunuz. Ve haberlerin arasına sıkıştırılan, olası bir depremde İstanbul’da neler olacağı hakkındaki uzman yorumlarını dinledikten sonra, ilk depremde tepenize yıkılacak bir evde/ülkede mışıl mışıl uyuyorsunuz.
O yüzden;
Bugün payınıza düşen, hileli hafızanın cehenneminde ısınmaya çalıştığınız her açıdan tekinsiz bir kış daha…
Mine Söğüt kimdir?
Gazeteci ve yazar Mine Söğüt, 1968 yılında İstanbul'da doğdu. 1985 yılında Kadıköy Kız Lisesi'nden mezun oldu ve aynı yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Latin Dili ve Edebiyatı bölümüne girdi. Lisans eğitimini 1989 yılında tamamladı ve aynı bölümde yüksek lisansa devam etti.
Gazeteciliğe 1990 yılında Güneş gazetesinde başladı. Daha sonra Tempo dergisi ve Yeni Yüzyıl gazetesine çalıştı. Haberci adlı televizyon belgeselinin metin yazarlığını yaptı.
Çeşitli dergi ve gazetelerde yazı ve röportajları yayınlandı. 2013- 2021 yılları arasında Cumhuriyet gazetesinde köşe yazdı.
Yayımlanmış yapıtları
- Adalet Cimcoz, Bir Yaşamöyküsü Denemesi (Biyografi - YKY 2000) - Beş Sevim Apartmanı (Roman - YKY 2003) - Sevgili Doğan Kardeş (Araştırma - YKY 3003) - Kırmızı Zaman (Roman- YKY 2004) - Aşkın Sonu Cinayettir - Pınar Kür'le Hayat ve Edebiyat (Söyleşi - Everest Yayınları 2006) - Şahbaz'ın Harikulade Yılı 1979 (Roman - YKY 2007) - Dolapdere, Kürt Kediler Çingene Kelebekler (Deneme - Heyemola Yayınları 2009) - Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey (Roman – YKY 2010) - Deli Kadın Hikayeleri (Hikâye – YKY 2011) - Darbeli Kalemler (Derleme – Getto 2011) - Gergedan, Büyük Küfür Kitabı (Hikâye- YKY 2019) - Alayına İsyan (Deneme - Can Yayınları 2020) - Başkalarının Tanrısı (Roman – Can Yayınları 2022)
|