Hiç hoşnut olmadığınız ataerkil, feodal bir toplumsal düzende yaşadığınızı biliyorsunuz da bu düzenin nasıl değişebileceğini bir türlü bilemiyorsunuz.
Kadınlar öldürülmesin istiyorsunuz ama gözü dönmüş erkekleri zapt etmenin yolunu bulamıyorsunuz.
Bu konularda kitaplar okuyorsunuz, panellere katılıyorsunuz, dostlarınızla tartışmalar yapıyorsunuz, mesele üzerine uzun uzun düşünüyorsunuz, eylemlere gidiyorsunuz.
Sonra hepiniz evlerinize dönüyorsunuz.
Ev…
Kadının iş yeri, erkeğin oteli.
Eve dönerken…
Sokağa düşen delirmiş bir kadından gözlerinizi kaçırıyorsunuz.
Çocuklarını içi tıka basa dolu dev bir tekerlekli çöp torbasının üzerine oturtmuş hamile kadının yanından geçiyorsunuz.
Plastik ve teneke kutuları toplayarak geçinmeye çalışan yaşlı kadını görmezden geliyorsunuz.
Paçanıza yapışıp kâğıt mendil satmaya çalışan küçük kız çocuğunu kibarca öteliyorsunuz.
Geceleri sokaklarda, kulüplerde en güvensiz koşullarda çalıştığı besbelli genç kadınların yanından geçerken başınızı başka taraflara çeviriyorsunuz.
Elinizde bir gazete ya da telefon…
Erkekler tarafından öldürülen kadınların, yaşadığı hayatın baskılarına dayanamayıp intihar eden kadınların, cinnet geçirip çocuğunu öldüren kadınların hakkında çıkan haberleri okumaya devam ediyorsunuz.
Ve eve gidiyorsunuz.
Gittiğiniz evde…
Çalışan bir kadın var.
Çamaşırlardan o sorumlu. Yemekten o sorumlu. Ütüyü o yapıyor. Temizliği o yapıyor. Bulaşıkları o yıkıyor. Nevresimleri o değiştiriyor. Çocukları o yediriyor. Çocukları o giydiriyor. Alışverişi o yapıyor. Her şeye yetişebilmek için sabah 6’da uyanıyor. 8’de koşarak evden çıkıp akşam 6’da koşarak eve dönüyor, yatağa girmesi gece yarısını geçiyor.
Gittiğiniz evde…
Çalışan bir erkek var. Faturaları o ödüyor. Kirayı o ödüyor. Sabah 8’de uyanıp, kahvaltısını edip işe gidiyor. Akşam kaçta isterse o saatte eve dönüyor. Yemeğini yiyip, kumanda elinde televizyon izliyor. Uykusu gelince yatağa giriyor.
Gittiğiniz evde…
Yaşlı bir erkek var. Çoktan emekli olmuş. Faturaları ve kirayı o ödüyor. Devamlı söyleniyor. Hiçbir şeyi beğenmiyor. Etrafında kim varsa azarlıyor. Dizleri acıyor. Sırtı ağrıyor. Bütün gün canı ne isterse onu yapıyor. Uyanınca kalkıyor, uykusu gelince yatıyor.
Gittiğiniz evde yaşlı bir kadın var. Çoktan emekli olmuş. Erkeği devamlı alttan alıyor. O daha fazla hiddetlenmesin diye söylediklerine ses çıkartmıyor. Ömrü onu yatıştırarak geçiyor. Erkek kızacak diye ödü kopuyor. Çünkü erkeğin kalbi var. Çünkü erkeğin sinirleri tepesinde. Çünkü erkeğin tahammülü kıt. Ama onun tahammülü bol. Onun bir kalbi yok. Onun sinirleri alınmış. Onun da dizleri acıyor. Sırtı ağrıyor. Ama çamaşırlardan o sorumlu. Yemekten o sorumlu. Ütü onda. Temizliği o yapıyor. Bulaşıkları o yıkıyor. Nevresimleri o değiştiriyor. Erkeğin ilaçlarını o ayarlıyor. Doktor randevularını o alıyor. Torunlara o bakıyor. Anca işler bitince yatağa giriyor. Gözüne geceleri uyku girmiyor. Sabah gün doğmadan kalkıp mutfağa giriyor. Dolma yapıyor. Çorba yapıyor. Börek açıyor. Erkek kalkmadan çayı demliyor.
* * *
Yanından geçip gittiğiniz ve görmezden geldiğiniz kadınlarla, içine girip çıktığınız ve içinde görmezden geldiğiniz kadınlıkların hapsedildiği ev arasındaki bağı dürüstçe kurmadığınız sürece ne kadınlara yönelik cinayetleri durdurabilirsiniz ne de sokaklarda tehlikelere açık hayatlara terk edilen kadınları kurtarabilirsiniz.
Sokaklarda gördüğünüz ve görmezden geldiğiniz en sert hikayelerle, evlerde kanıksadığınız ve sorgulamaktan vazgeçtiğiniz hikayeleri toplayıp ikiye böldüğünüzde elinizde kalan hikâye, hem bu dünyada hayatı hep tehlikede olan kadının hem de o tehlikelere şuursuzca çanak tutan sizin gerçek hikayeniz.
Kaderinin değişmesini elzem bulduğunuz kadınlığı, bu gerçeklikle baş edemeyeceğinize ikna olduğunuzdan beri, kadim zaaflarınıza ve aymazlıklarınıza kurban veriyorsunuz.
Gerçekleri kabul etmediğiniz ve iktidarlar tarafından biçilmiş tüm toplumsal cinsiyet rollerinin alayına isyan etmediğiniz sürece… 8 Mart’lar nafile.
Ruhen ya da bedenen öldürülecek daha nice kadın eşliğinde, işten eve evden işe, bin yıl daha iyi yolculuklar size.
Mine Söğüt kimdir?
Gazeteci ve yazar Mine Söğüt, 1968 yılında İstanbul'da doğdu. 1985 yılında Kadıköy Kız Lisesi'nden mezun oldu ve aynı yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Latin Dili ve Edebiyatı bölümüne girdi. Lisans eğitimini 1989 yılında tamamladı ve aynı bölümde yüksek lisansa devam etti.
Gazeteciliğe 1990 yılında Güneş gazetesinde başladı. Daha sonra Tempo dergisi ve Yeni Yüzyıl gazetesine çalıştı. Haberci adlı televizyon belgeselinin metin yazarlığını yaptı.
Çeşitli dergi ve gazetelerde yazı ve röportajları yayınlandı. 2013- 2021 yılları arasında Cumhuriyet gazetesinde köşe yazdı.
Yayımlanmış yapıtları
- Adalet Cimcoz, Bir Yaşamöyküsü Denemesi (Biyografi - YKY 2000) - Beş Sevim Apartmanı (Roman - YKY 2003) - Sevgili Doğan Kardeş (Araştırma - YKY 3003) - Kırmızı Zaman (Roman- YKY 2004) - Aşkın Sonu Cinayettir - Pınar Kür'le Hayat ve Edebiyat (Söyleşi - Everest Yayınları 2006) - Şahbaz'ın Harikulade Yılı 1979 (Roman - YKY 2007) - Dolapdere, Kürt Kediler Çingene Kelebekler (Deneme - Heyemola Yayınları 2009) - Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey (Roman – YKY 2010) - Deli Kadın Hikayeleri (Hikâye – YKY 2011) - Darbeli Kalemler (Derleme – Getto 2011) - Gergedan, Büyük Küfür Kitabı (Hikâye- YKY 2019) - Alayına İsyan (Deneme - Can Yayınları 2020) - Başkalarının Tanrısı (Roman – Can Yayınları 2022)
|