20 Şubat 2025

Ölürken bizi kim yönetecek?

Soyut bir kavram olan iktidarı zihninde somutlaştırıp güç payesini sorgusuz sualsiz ona vererek kendi somut varlığının güçsüzlüğünü peşinen kabullenen insan, bu gafletini paradoksal bir şekilde bizzat kendisi sömürebilecek kadar ustalaşıyor

Ölüyoruz ve ölürken bile “Bizi kim yönetecek?” diye inliyoruz.

Bizi halihazırda yönetenler o sırada birilerini daha tutuklatıyorlar.

Aynı hataları yaparak farklı sonuçlara ulaşamadığını idrak edemeyen atalarımız gibi aklımıza “Bizi artık kimse yönetmesin?” diye düşünmek ya da “Artık onun bunun karanlık niyetleriyle yönetilmek istemiyoruz!” diye isyan etmek gelmiyor.

O sırada birileri daha gözaltında…

İktidarsız bir düzen kurulabileceği, ortak bir kabulle mantık ve akıl çerçevesinde idealize edilmiş bir hayata ulaşılabileceği fikri bir ütopya. Gerçekleşemeyeceğinden emin olduğumuz “ütopyaları” şımarıkça çöpe atıp, istikrarlı bir şekilde gerçekleştirdiğimiz “distopyaların” içine kaygısızca çocuklar doğuruyoruz.

O sırada bir mahkeme kararı daha fiyasko…

Düşmanlardan ancak öldüklerinde kurtulmayı ve denizin ortasına düşüp yılanlara sarılmayı kader bellemişiz. Hayat bizim için nicedir iyinin kötüsü ve kötünün iyisi arasında gidip gelen bir ibre. Hipnotize olmuş gibi o ibreye kitleniyoruz ve dünyanın ne kadar büyük zamanın ne kadar geniş olduğunu algılayamaz hale geliyoruz.

Bizi kurtaracak bir kahramana ihtiyacımız olduğundan eminiz. Ama o kahraman bizi kimden kurtaracak? Bu soruya hiç düşünmeden verdiğimiz cevabın doğruluğundan emin miyiz? Hadi cevaptan emin olalım, kendimizden emin miyiz? Herkesin başkalarının kötü, kendisinin iyi olduğunu düşündüğü bir kısır döngüde, hiçbir cevaptan emin olunamayacağını bir türlü öğrenemiyoruz.

O sırada hayvan düşmanlarının hedefindeki kimsesiz yaşlı bir kadın yaşadığı barakada çıkan şaibeli bir yangında köpekleriyle birlikte yanarak ölüyor ve koca bir ülke o sırada da “Bizi kim yönetse?” diye harıl harıl inliyor.

İnsan, kendisini kurtaracak kahramanı arama yolculuğunda devamlı sınıfta kalan bir tür o yüzden ilerlerken geriliyor.  Varlığını, sadece tepesine metazori bir şekilde binen liderlerin karşısında değil bizzat bilerek, isteyerek, hukuki deyimiyle taammüden seçtiklerinin karşısında bile ezilen, kullanılan, cezalandırılan ve her seferinde hayal kırıklığına uğrayan bir kurban rolünde sürdürüyor.

İnsanlık, kendisini, kendi türünden korumak için inşa ettiği hukuk sisteminin en baştan beri devamlı aleyhine işlemesinden hiç kuşkulanmıyor. İktidar ve düzen diye tarif ettiği şeyin aslında ne anlama geldiğini sorgulamayı tercih etmiyor ve eninde sonunda zalim tiranların ve baskıcı bir düzenin elinde oyuncak oluyor.

Bir kısım halkların hasbelkader doğru dürüst nefes alabildiği ve geleceğe umutla baktığı kısacık dönemler genel için emsal teşkil etmediğinden ve ne gidişatı ne de sonucu değiştirmediğinden, kendi tarihini diktatörlüğün yüzyıllar içinde yükselerek yenilenen sürümlerinde hayatta kalmaya çalışarak ve yaşadığı yıkımların üzerine yine ve yine yeni yıkımlar yaşayarak yazıyor.

O sırada bir hastanede bir çocuk daha ölü doğuyor, sokakta bir kadın daha bir erkek tarafından öldürülüyor, bir faili meçhul cinayet daha karanlığa gömülüyor.

Nietzsche, iktidar kavramını “güç istenci” diye tanımlar.  Ona göre, güç arayışı tüm canlıların yaşamını yönlendiren temel dürtüdür ve değerlidir. Ancak tüm değerler gibi güç de ancak bir güçsüzlük karşısında ölçülendirilebilir. Mukayese ile tarif edilen artıların dünyasında eksilerin mağduriyeti kaçınılmazdır. Soyut bir kavram olan iktidarı zihninde somutlaştırıp güç payesini sorgusuz sualsiz ona vererek kendi somut varlığının güçsüzlüğünü peşinen kabullenen insan, bu gafletini paradoksal bir şekilde bizzat kendisi sömürebilecek kadar ustalaşıyor.

Nörolojik becerileri evrimsel olarak yüzyıldan yüzyıla gelişse de hala özgürlüğün bedelinin kısıtlanmak olduğunu zanneden körleşmişliği ve kendi iradesine hâkim olamadığı için tüm sorunlarını ilahi bir iradenin varlığında tanımlamayı sürdüren aymazlığı sayesinde despotizmi, bir kurtuluş olarak görüyor. O yüzden kahramanlarını inatla güçlü ve kötülerden seçiyor.

Yeniden bize ve bugüne dönecek olursak.

Sahi ölürken kim yönetecek bizi?

 

Mine Söğüt kimdir?

Gazeteci ve yazar Mine Söğüt, 1968 yılında İstanbul'da doğdu. 1985 yılında Kadıköy Kız Lisesi'nden mezun oldu ve aynı yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Latin Dili ve Edebiyatı bölümüne girdi. Lisans eğitimini 1989 yılında tamamladı ve aynı bölümde yüksek lisansa devam etti.

Gazeteciliğe 1990 yılında Güneş gazetesinde başladı. Daha sonra Tempo dergisi ve Yeni Yüzyıl gazetesine çalıştı. Haberci adlı televizyon belgeselinin metin yazarlığını yaptı.

Çeşitli dergi ve gazetelerde yazı ve röportajları yayınlandı. 2013- 2021 yılları arasında Cumhuriyet gazetesinde köşe yazdı.

Yayımlanmış yapıtları

- Adalet Cimcoz, Bir Yaşamöyküsü Denemesi (Biyografi - YKY 2000)
- Beş Sevim Apartmanı (Roman - YKY 2003)
- Sevgili Doğan Kardeş (Araştırma - YKY 3003)
- Kırmızı Zaman (Roman- YKY 2004)
- Aşkın Sonu Cinayettir - Pınar Kür'le Hayat ve Edebiyat (Söyleşi - Everest Yayınları 2006)
- Şahbaz'ın Harikulade Yılı 1979 (Roman - YKY 2007)
- Dolapdere, Kürt Kediler Çingene Kelebekler (Deneme - Heyemola Yayınları 2009)
- Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey (Roman – YKY 2010)
- Deli Kadın Hikayeleri (Hikâye – YKY 2011)
- Darbeli Kalemler (Derleme – Getto 2011)
- Gergedan, Büyük Küfür Kitabı (Hikâye- YKY 2019)
- Alayına İsyan (Deneme - Can Yayınları 2020)
- Başkalarının Tanrısı (Roman – Can Yayınları 2022)

 

Yazarın Diğer Yazıları

Gazetecilik nasıl bir meslektir?

Gazeteciler yıllarca reklamların arasını haberlerle doldurdular ve bunu normal sandılar. Çalıştıkları kurumun ilan alamazsa hayatta kalamayacağına ikna olan gazetecileri kimse ilanla ayakta kalabilen gazeteciliğin aslında gazetecilik olamayacağına ikna edemedi

Hileli hafızanın cehenneminde depremlere gebe bir kış daha

Bir felaketin ikinci yıl dönümünde, yeni felaketlere gebe bir ülkede, haberlere bakıp partiler arası transferler hakkında, sanki futbol takımları arasındaki transferlermiş gibi yorum yapabiliyorsunuz. Seçim ne zaman olur, adaylar ne zaman belirlenir, muhalefet aday olarak kimi gösterir diye bahislere giriyorsunuz

Suç nedir, suçlu kimdir?

Bu ülke nasıl kurtulacak diye soruyoruz ya birbirimize; bu ülke suça suç, suçluya suçlu diyebildiği gün kurtulacak. Bir de bunu “Allah’ın izniyle” değil evrensel hukukun ve adaletin iradesiyle demeyi becerdiğinde…

"
"