Her şey kız öğrencilerin üniversitelerde başlarını kapatabilme hakkı talebiyle başladı.
Sonra bu liselere ve ilkokullara kadar indi.
Artık bazı anaokullarında bile kız çocukların başları kapatılıyor, kızlarla erkekler ayrı sınıflarda okuyor.
Ve demokrasi gereği gelinen bu noktada ülkeyi asla demokrat olmayan bir akıl yönetiyor.
Nihayetinde belediyelerin açtığı kreşler kapatılmaya çalışılıyor, küçücük çocuklar okul öncesi tarikatların Kuran kurslarına gitsin ya da anneler çalışamasın, evde çocuk baksın isteniyor.
Artık kadınların, çocukların, farklı cinsel kimlikler taşıyanların, yoksulların, işsizlerin, göçmenlerin, yaşlıların, gençlerin, öğrencilerin, emeklilerin, mahkumların, sanıkların, memurların, işçilerin, askerlerin, polislerin tüm hakları çağdaş bir anayasa ile güvence altında değil, bir kişinin iki dudağının arasında, son derece güvensiz bir yerde.
Savcılar ve hakimler politik davalarda karar verirken gözlerini o dudaklara dikmek zorunda.
Akademisyenler ağızlarından çıkacak tek bir kelimenin bile o iki dudağı kızdırmaması gerektiğini düşünerek ders veriyor, tez yazıyor.
Üniversite öğrencileri okula söyleşi için davet ettikleri konukları iktidarı kızdıracak “yanlış bir şey söylememeleri" konusunda sıkı sıkı tembihlemekle yükümlü.
Askerler ve polisler ülkenin değil sadece iktidarın askeri ve polisi.
Gazeteciler işlerini yapabilmek istiyorlarsa iktidarın hoşuna gitmeyecek haberlerin peşine düşmemeleri gerektiğini biliyorlar.
Çalışanların “Geçinemiyoruz”, emeklilerin “Ölüyoruz” deme hakkı yok.
Sosyal medyada paylaşılan tek bir olumsuz cümle hapse girmeye ya da iş görüşmelerinden eli boş dönmeye neden olabiliyor.
Televizyon dizilerinde bile hangi konuların nasıl işleneceği artık o iki dudağın arasında.
O iki dudak "Filmlerin, dizilerin, televizyon programlarının aile ile birlikte dini değerlerimizi, dindarları da hedef aldığını müşahade ediyoruz. Sarıklı, sakallı, başörtülü, çarşaflı, cübbeli vatandaşlarımıza ahlaksızca saldırılmakta, itibar suikastleri düzenlenmektedir" deyiverdi ve RTÜK’ü hızla tedbir almaya çağırdı.
Senaristlere, yapımcılara, oyunculara ve hatta ülkenin tüm muhaliflerine, tarikatlar ve cemaatlerle ilgili her türlü eleştirinin, olumsuz haberin ve yorumun artık iktidar tarafından “itibar suikasti” olarak tanımlanıp, gereğince cezalandırılacağı mesajı verildi.
İktidar bu düzeni baştan kılık kıyafet tartışmalarının üzerine boşuna kurmadı.
Herkesin her istediğini her yerde rahatça giyebileceği ve herkesin her istediğini her yerde rahatça ifade edemeyeceği bir modeli hukuki suçları perdelemek için kullanacağını en baştan biliyordu.
Evet kadınlara zorla burka, peçe, çarşaf giydirmediler ama karısı ve kızı kapalı olanın daha kolay iş bulabildiği, kapalı kadınların açık ara namuslu bellendiği bir düzen kurdular, aslen hiç kapanmayacak kadınları sinsice, dolaylı yoldan kapattılar.
Sonra sokakları kapattılar. Israrla sokağa çıkanın kellesini aldılar.
Çeneleri kapattılar. Aleyhlerine konuşan, düşünen, yazan, çalışan kim varsa hepsini hapse attılar.
Politikacıları, iş adamlarını, akademisyenleri, yazarları, sanatçıları, gazetecileri, aydınları ve hatta sokaktaki sıradan vatandaşları…
Konuşmakta, susmamakta, ağzını açmakta, gözünü yummamakta ısrar eden herkesi içeri tıktılar.
Tüm güçlerini, gözleri, ağızları ve akılları mühürlemeye adadılar.
Yasalara kulak tıkadılar, anayasayı hiçe saydılar.
Ve başörtüsünü, cüppeyi, takkeyi kendilerine bayrak yaparak sonu gelmeyen mağduriyet destanları yazdılar.
Şimdi bir yandan sosyal belediyeciliğin en önemli icraatlarından biri olan kreşleri kapatmak istiyorlar, diğer yandan tarikatların, cemaatlerin iç yüzlerini konu edinen popüler dizileri cezalandırmakla, kanalları kapatmakla tehdit ediyorlar.
Kadınların açık ya da kapalı olmasından filizlenen ve her açıdan büyük kapatılmaya varan bu çeyrek asırlık politik macerada gelinen nokta, kim bilir hangi hesaplarla tasarlanan ve neleri yok etmeye, kapatmaya niyetlenen yeni bir anayasa.
Bizim sınavımız da sık sık şu ya da bu nedenle bunca felakete kapanan gözlerimizin artık hangi noktada açılacağında.
Mine Söğüt kimdir?
Gazeteci ve yazar Mine Söğüt, 1968 yılında İstanbul'da doğdu. 1985 yılında Kadıköy Kız Lisesi'nden mezun oldu ve aynı yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Latin Dili ve Edebiyatı bölümüne girdi. Lisans eğitimini 1989 yılında tamamladı ve aynı bölümde yüksek lisansa devam etti.
Gazeteciliğe 1990 yılında Güneş gazetesinde başladı. Daha sonra Tempo dergisi ve Yeni Yüzyıl gazetesine çalıştı. Haberci adlı televizyon belgeselinin metin yazarlığını yaptı.
Çeşitli dergi ve gazetelerde yazı ve röportajları yayınlandı. 2013- 2021 yılları arasında Cumhuriyet gazetesinde köşe yazdı.
Yayımlanmış yapıtları
- Adalet Cimcoz, Bir Yaşamöyküsü Denemesi (Biyografi - YKY 2000) - Beş Sevim Apartmanı (Roman - YKY 2003) - Sevgili Doğan Kardeş (Araştırma - YKY 3003) - Kırmızı Zaman (Roman- YKY 2004) - Aşkın Sonu Cinayettir - Pınar Kür'le Hayat ve Edebiyat (Söyleşi - Everest Yayınları 2006) - Şahbaz'ın Harikulade Yılı 1979 (Roman - YKY 2007) - Dolapdere, Kürt Kediler Çingene Kelebekler (Deneme - Heyemola Yayınları 2009) - Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey (Roman – YKY 2010) - Deli Kadın Hikayeleri (Hikâye – YKY 2011) - Darbeli Kalemler (Derleme – Getto 2011) - Gergedan, Büyük Küfür Kitabı (Hikâye- YKY 2019) - Alayına İsyan (Deneme - Can Yayınları 2020) - Başkalarının Tanrısı (Roman – Can Yayınları 2022)
|