Nevruz kutlamalarından bir kare
Dün bu ülkenin cumhurbaşkanını kürsüden tanrısına “Allahım sen Türk’ün ve Kürt’ün kardeşliğini koru, âmin!” diye yakarırken izledik. Ama aslında o da biliyor beşerî güçlerin yarattığı düşmanlıklar, ulvi güçlerin değil anca yine beşerî güçlerin marifetiyle sonlanırlar.
Peki Türk’ü Kürt’e Kürt’ü Türk’e düşman eden nedir?
Paylaşılamayan topraklar mı? Verilmeyen haklar mı? Kandırılan toplumlar mı? Yoksa bu düşmanlıktan nemalanan politikacılar mı?
Hadi yine mahkeme kuralım bu ülkede. Kürtler ne istiyor Türkler ne vermiyor? İktidar Kürt meselesine nasıl yaklaşıyor, muhalefet bu meseleyle ilgili ne diyor?
Öcalan, Kandil, Demirtaş, DEP, PKK, Erdoğan, Bahçeli, İmamoğlu, AKP, CHP, MHP…
Hadi bu isimleri kullanarak cümleler kuralım yeniden. Terör ve barış da olsun cümlelerin içinde, hain ve dost da olsun. Şehit de olsun, bebek katili de. Özgürlük de olsun, azadi de.
Alalım bu kelimeleri, farklı anlamlar taşıyan yüzlerce cümlenin içinde, duruma göre kullanalım tepe tepe.
Bu ülkede ne zaman hangi fikrin muteber olacağını ve hangi tercihleriniz yüzünden başınıza ne zaman ne geleceğini bilemezsiniz.
Kürt halkının son derece insancıl olan anadilde eğitim taleplerini destekleseniz teröre destek vermekle suçlanırsınız; Kürt halkının bu taleplerini görmezden gelseniz faşist diye damgalanırsınız.
Başörtüsünün tüm kamusal alanlarda serbest olmasını insan hakları temelinde savunduğunuzda siyasal İslam'ın yoluna halı döşemekle itham edilirsiniz; başörtüsü talebinin sinsi amacını tartışmaya açtığınızda inançlara saygısızlıkla mimlenirsiniz.
İşin kötüsü tüm damgalamalar, tüm suçlamalar, tüm ithamlar ve tüm mimlemeler farklı açılardan hem doğrudur hem yanlış.
Dünya siyaseti gücünü bu paradoksal doğrulardan ve yanlışlardan alır ve korkunç niyetlerini bu paradoksları köpürterek gerçekleştirir.
Siz hep ortada kalırsınız ya da oradan oraya savrulursunuz.
Çünkü bu dünya düzeninde tarafsızlığın ve adil olmanın hükmü geçmez. Sizden muhakkak bir güce bağımlı olmanız ve adalet gözetmeden tarafınızı seçmeniz istenir.
Bu sadece bireylerin değil ülkelerin de çıkmazıdır.
Kendisi bağımsız ve tarafsız olamayan bu ülke;
Doğal olarak kendisinden bağımsız olmak isteyen Kürtlere ya da onu siyasal İslam'a bağımlı kılmak için elinden geleni yapan iktidarlara karşı kullanması gereken doğru dili 101 yıldır kuramadı.
Tüm politikalara hâkim olan sorunlu kimlik siyasetini bertaraf etmek için 101 yıldır yeterince uğraşmadı.
Dine ya da ırka dayalı söylemlerle siyaset yapan siyasal partilerin legal ve illegal tahtları 101 yıldır aralarında paylaşamamalarını umursamadı.
Cumhuriyet kurulurken ısrarla üzerine basılarak telaffuz edilen anahtar kavramı, bağımsızlığı 101 yıl boyunca kale almadı.
Bugün de haliyle en baştan beri kime bağımlı olunacağının çekişmesiyle kendisini var eden o kadim siyasetin oyuncağı oluyor.
30’lardan itibaren yarım asır boyunca ülkeyi sağdan sola, soldan sağa çekiştirirken kan revan içinde bırakan politikalar bu korkunç günlerin temelini çok sağlam attılar. Ülke, kendisini Ortadoğu cehennemine asker kılacak yeni rotaya adımını 80’ler itibariyle Kürt meselesiyle atıp, 90’ların sonunda siyasal İslam meselesiyle uzman çavuş olarak atandı.
Ve gelinen noktada, bugün iktidar kanadı Abdullah Öcalan’ı Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne konuşma yapmaya getirmekten bahsediyor. Niyeti ve yönü şaibeli bir Kürt açılımı lafını yeniden ortaya atıyor. Aynı anda PKK terörü hortluyor. Hemen ardından muhalefetin İstanbul’daki en önemli belediyelerinden birini teslim ettiği, siyasi görüşü herkesçe bilinen akademisyen bir belediye başkanı, başında olduğu belediye bünyesinde muazzam gösterilerle kutlanan Cumhuriyet Bayramının ertesi sabahı terör bağlantıları bahanesiyle bir şafak operasyonu yapılarak gözaltına alınıyor.
İster şu 101 yıllık süreci ister şu son 101 günü doğru okumaya, kendinize durabileceğiniz adil bir nokta bulmaya çalışın, mümkün değil başaramazsınız.
Ya silahlı mücadeleye kesinlikle karşı olacak ve Kürt hareketine külliyen kuşkuyla bakacaksınız ya da Kürt halkına yapılan haksızlıkların ortadan kaldırılması için süreci hızlandıran terör illetine ve o illete ilişip yürütülen resmi ve gayriresmi hukuka katlanacaksınız.
Ya Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidarı alaşağı etmek için denediği tüm yolları verdiği tüm tavizleri hiç ama hiç sorgulamadan destekleyecek ya da laiklikten, bağımsızlıktan, toprak bütünlüğünden asla ödün vermeyen bir cumhuriyet için ona sırtınızı döneceksiniz.
Ya siyasi İslam'a kıymet verecek, hedefine ilerlerken kurduğu tüm ilişkileri, yaptığı takiyyeleri mübah görecek ya da hiç oyalanmadan hemen dinden çıkacaksınız.
Hiçbirini yapmak istemiyorsanız, o zaman oturup kara kara düşüneceksiniz;
Devlet nedir, halk kimdir, inanç niyedir, bu dünyada asıl neyle savaşılması gerekir?
Mine Söğüt kimdir?
Gazeteci ve yazar Mine Söğüt, 1968 yılında İstanbul'da doğdu. 1985 yılında Kadıköy Kız Lisesi'nden mezun oldu ve aynı yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Latin Dili ve Edebiyatı bölümüne girdi. Lisans eğitimini 1989 yılında tamamladı ve aynı bölümde yüksek lisansa devam etti.
Gazeteciliğe 1990 yılında Güneş gazetesinde başladı. Daha sonra Tempo dergisi ve Yeni Yüzyıl gazetesine çalıştı. Haberci adlı televizyon belgeselinin metin yazarlığını yaptı.
Çeşitli dergi ve gazetelerde yazı ve röportajları yayınlandı. 2013- 2021 yılları arasında Cumhuriyet gazetesinde köşe yazdı.
Yayımlanmış yapıtları
- Adalet Cimcoz, Bir Yaşamöyküsü Denemesi (Biyografi - YKY 2000) - Beş Sevim Apartmanı (Roman - YKY 2003) - Sevgili Doğan Kardeş (Araştırma - YKY 3003) - Kırmızı Zaman (Roman- YKY 2004) - Aşkın Sonu Cinayettir - Pınar Kür'le Hayat ve Edebiyat (Söyleşi - Everest Yayınları 2006) - Şahbaz'ın Harikulade Yılı 1979 (Roman - YKY 2007) - Dolapdere, Kürt Kediler Çingene Kelebekler (Deneme - Heyemola Yayınları 2009) - Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey (Roman – YKY 2010) - Deli Kadın Hikayeleri (Hikâye – YKY 2011) - Darbeli Kalemler (Derleme – Getto 2011) - Gergedan, Büyük Küfür Kitabı (Hikâye- YKY 2019) - Alayına İsyan (Deneme - Can Yayınları 2020) - Başkalarının Tanrısı (Roman – Can Yayınları 2022)
|