Eski bir arkadaşımla uzun zamandan beri temasım olmaması kafama takılmıştı.
Geçen hafta ona bir e-mail yolladım ve hatırını sordum, "Nedir durumların? Annen, çocuklar..." diye.
Cevap aldım. Kendisi ve çocukları iyiymiş ama annesini birkaç ay önce babasının yanına uğurlamış:
"Geride kedilerini ve güzel anılarını bırakarak, tam istediği gibi yatağında uyudu gitti."
Annesi uzun zamandan beri hasta idi, özgür yaşama yeteneğini yitirmiş, bakıma muhtaç olmuştu.
Cevap yazdım: "Herkesin iyi olmasına sevindim. Annenin ölmesine, özellikle uykuda ölmesine de... Kardeşim de uykusunda ölmüştü. Ara sıra bu konuyu düşündüğümde kendime, 'Acaba uyuyorlar mıydı, yoksa uyanıp da mı öldüler?' diye soruyorum. Bilimsel olmayan kanaatim şu ki, rüyalarında ölüyorlar."
"Artık yaşlılar öldüğünde Allah Rahmet Eylesin demiyorum, kurtuldu diyorum" diyerek bitirdim mektubumu.
Bir defa, neredeyse yirmi yıl oluyor, ölüme yakın bir deneyim yaşadığımdan beri, ölüm benim için yabancı olmaktan çıktı.
Hayat bir ziyafet masasında oturmak gibi. Yemeğini bitirince, ev sahibine teşekkür eder, kalkıp gidersin.
İçimden kendime telkinde bulunmak geçtiğinde söylediğim şeylerden biri şudur: "Her şey kolay olacak, her şey güzel olacak, ölüm bile."
Ya olmazsa?
Olmazsa olmaz.
Neyi değiştirmeye gücüm yetiyor ki bu en değiştirilemeyeni değiştirmeyi düşüneyim.
Hayatımı yapay yöntemlerle uzatmak ya da çok uzun yaşamak gibi bir isteğim de yok. Yeteri kadar yaşamadım mı?
Hayatı acı bir yük yapan ölüm korkusu değil, korkudur. Korkusuzluğun listesi yoktur ama korku çuval çuvaldır. Gelecek korkusu, dara düşme korkusu, başarısız olma korkusu, yaşlanma korkusu. Say say bitmez.
Geçen yüzyılın başlarından kalma bir yoga kitabında okuduğum bu mantra veya laik dua, bana hayat rehberi oldu:
"I am fearless, pure, loving and unselfish."
"Korkmuyorum, safım, sevgi doluyum ve bencil değilim."
Bunların içinde benim için başarılması en zor olan "korkmuyorum"dur.
Bahsettiğim cephe korkusu, gece eve birisinin girdiğini duymak veya ormanda ayı görmekle ilgili korkular değildir. Bunlar yaşam bekçisi korkulardır. İnsanın kendini tehlikelerden sakınması için içimize kondular.
Benim kastettiğim yukarıda bazılarını saydığım "yaşam korkuları"dır; insanın zihninde ürettiği kezzabı ruhuna boşaltması.
Korkunun ecele faydası olmadığı gibi hiçbir şeye faydası yoktur. Korkmak korkulan şeyi ortadan kaldırmaz, onu vurgular. Bu arada hayatı zehir eder.
Doğayla haşır neşir olmak, sevdiği bir işi yapmak, sevişmek, hayatı fazla ciddiye almamak, korkmamak, saf ve sevgi dolu olmak, almayı değil vermeyi seçmek...
Teknemin yelkenleri bunlardandır.
Ölüm korktuğum değil, merak ettiğim bir şeydir.
Merak ettiğim, başlamayan ve bitmeyen, ucu bucağı olmayan, ölen ve parçalarından yeniden meydana gelen yıldızlarla dolu muhteşem ve korkunç kâinatın, benden aldığına karşı bana ne vereceğini görmektir.
Bu bir "hiç" olursa, şimdiden teşekkürler.