Amerika’da, Mars’ın “kolonizasyonundan” gittikçe daha çok bahsediliyor.
Kastedilen, güneş sistemindeki sekiz gezegenden biri olan Mars’ı dünyanın veya dünyadaki bir ülkenin kolonisi, sömürgesi hâline getirmektir.
Sömürge… Ürkütücü bir kelime.
Mars’ta üsler kurulacak (bir ürkütücü kelime daha), bu üslerde insanlar yaşayacak ve yaşamlarını sürdürmeleri için genetiği değiştirilip Mars koşullarına uydurulmuş ürünler yetiştirecekler.
Uğraşıları, Mars’taki madenlerden cevher elde etmek ve bunları dünyaya ihraç etmek olacak.
Bu amaçla bir yandan özel, diğer yandan devlet sektörüne bağlı kurumlar, üniversitelerde ve laboratuvarlarda hummalı bir şekilde çalışıyorlar.
Sömürge; bir devletin ekonomik veya siyasal çıkar sağlamak amacıyla, kendi ülkesinin sınırları dışında, güç kullanarak egemenlik kurduğu ve yönettiği ülke veya coğrafi bölgeye verilen addır.
Dünyalar arasında, küçük insan beyninin hayal bile etmesi mümkün olmayan mesafeler var
Sömürgeciliğin tarihi, ışıltılı sayfalarla dolu değil.
İspanyolların Meksika’yı sömürgeleştirmeye başlamasından sonra geçen seksen yıl içinde, orada yaşayan insanların yüzde doksanı işgalciler tarafından öldürüldü veya Avrupa’dan getirilen hastalıklar yüzünden öldü. Tarihin kaydettiği en büyük soykırımdır bu.
Büyük sömürgecilik seferi On Altıncı Yüzyıl’da başladı ve Yirminci Yüzyıl’ın sonlarına kadar devam etti.
Anglosaksonların Age of Discovery/ Keşif Çağı diye adlandırdığı yıllar, aslında Soykırım Yılları idi.
The New World/ Yeni Dünya, keşfedilenler için yeni değildi.
Yeni olan, gelenler ve beraberlerinde getirdikleri zulüm, sömürü ve hastalıklardı.
Avrupa’nın Hristiyan devletleri, Amerika, Afrika ve Avustralya kıtalarının neredeyse tamamını, zorla yerlilerin elinden aldılar ve doğal kaynaklarını, çevreye verdikleri zararı hesaplamadan, yağmaladılar.
Tarih, bu yüzyıllarda 50 milyon yerlinin Avrupalılar tarafından kurşunla, ithal hastalıklarla ve kitlesel tehcir ile öldürüldüğünü yazıyor.
Geriye kalanlar kurtulmuş sayılmazlar.
Kendilerine özgü kültürlerine kıran giren, geleneklerinden, ritüellerinden ve ananevi geçim kaynaklarından mahrum bırakılan yerli topluluklar (Kuzey Kutbu karda kaybolan Eskimolar, Amerika’nın ovaları ok atmasını bilmeyen Yerlilerle doludur), yaşama iradelerini ve hayat sevinçlerini kaybettiler.
Alkolizm, depresyon ve intiharın, slow motion soykırımına terk edildiler.
Bugün durum değişmiş değil.
Şimdi kâinat fatihliğine soyunanlar, tarihin yazdığı – daha doğrusu yazmadığı, çünkü tarihi fethedilenler değil, fethedenler yazıyor – en büyük barbarlığı işleyenlerin torunlarıdır.
Dünya kirleniyor ve tükeniyormuş, bu nedenle insan için başka dünyalar bulunması gerekiyormuş.
Öyle diyor, Batılı bilim insanları.
Ne devasa ve beyinsiz bir kibir!
Dünya kirleniyor ve tükeniyormuş, insan için başka dünyalar bulunması gerekiyormuş
Dünyanın kirleniyor ve tükeniyor olmamasının çaresi, onu kirletmemek ve tüketmemektir.
Kirletmek ve tüketmek üzere başka dünyalar bulmak değil.
Dünyalar arasında, küçük insan beyninin hayal bile etmesi mümkün olmayan mesafeler var.
Bu uzaklıklar, insan gibi akılsız ve zalim yaratıkların, şiddet ve sömürü üzerine kurulu kültürlerini başka dünyalara yaymaması içindir.