Seninle bir evdeydik.
Ev hem İstanbul’daydı, hem değildi.
Şehirdeki son evdi. Tepelere ve ekinsiz tarlalara bakıyordu. Ev senindi. Orada yalnız oturuyordun.
Belki birlikteydik, belki değildik. Bana karşı ne sıcak ne soğuktun.
Bisikletle dolaşacağım, dedim. Kapıda 1950’ler yapımı şık, spor bir bisiklet vardı. Binip hareket ettim.
Sokaklar boştu, panjurlar kapalıydı. Bisikleti kaldırıma dayayıp kırlara doğru yürümeye başladım. Geri döndüğümde bisikleti bulamadım. Bıraktığım yeri unutmuş olabilirdim. Bütün sokaklara baktım ama yoktu. Çalınmıştı.
Çalınmış olabildiğine inanamadım.
Gelip geçen birkaç kişiye bisikletimi görüp görmediklerini sordum.
Görmemişlerdi.
Geri kırlara döndüm. Yol kenarında, derin bir yatağın içinde karanlık bir dere akıyordu. Tarlalar, tepeler bomboştu, ağaçsız ve yeşilliksiz. Modern bir bisikletin yarısını buldum ve elime aldım. Yeşildi. Bisikletin diğer yarısını elinde taşıyan bisiklet sahibi belirdi. Kısa boylu, tıknaz, Anadolulu bir adamdı. Elimdeki bisiklet yarısını ona verdim.
İki bisikletli daha çıkageldi.
Ben de bisikletleydim ama çalındı, inanabiliyor musunuz, dedim. İlgilenmediler. Yanımdan ayrıldılar.
Kaybolduğumu anladım. Sana geri dönemeyecektim. Yürüyerek şehrin dış bir mahallesine geldim. İki kadın yürüyorlardı. Birisi göğüslerini gösteren kolsuz bir bluz giyiyordu. Nerede olduğumu sormak için yanlarına yaklaştım. Benden korktular. Hangi semtteyiz, diye sordum. Göğüsleri açıkta olan adını ilk defa duyduğum bir semt söyledi. Bir taksiye binip sana dönmeliydim ama adresini bilmiyordum ve taksi geçmiyordu.
Başkalarına da nerede olduğumu sordum. Bulunduğum yeri, binaları tanımıyordum. Acayip bir sessizlik vardı. Sanki sessiz bir filmdeydik.
Seni aramak, kayboldum, gel beni al, demek için telefonumu çıkardım ama ekrandaki isimleri okuyamadım, güneş ekrana vuruyordu. Gözüme yaklaştırdım ama gene okunmuyordu. Bir binaya girdim. Ekrana baktım. Ekranda isimler hâlâ seçilmiyordu. Gözüme yaklaştırınca ekran simsiyah oldu. Telefon sanki ölmüştü. İsmini bulamayacaktım.
Bir adam Financial Times’ın hafta sonu gazetesini okuyordu. Ona yaklaştım.
Göremiyorum, benim için bir isim bulup arar mısınız, diye sordum.
Adam anlamaz gibi yüzüme baktı. Yabancı mıydı? Sorumu İngilizce tekrarlamaya başlarken, tabii, dedi. Telefonu aldı ve birisini arayıp onunla konuşmaya başladı. Sanki telefon onun telefonuydu. Sanki ben orada değildim. Sıkıntıyla etrafa bakındım.
Adresini bilmediğimi, yolu bulamayacağımı, seni arayamayacağımı, sana dönemeyeceğimi anladım. Kalbime bir sancı girdi.
O sancıyla uyandım.