Dünyadaki bütün Türk toplumları arasında en demokrat, hoşgörülü, laik, liberal ve mizah duygusu güçlü toplum Kıbrıs’taki küçük Türk toplumudur. Belki de ortalama eğitim düzeyi en yüksek olandır da.
Ama bu meziyetler onu Rumların arkasında nal toplamaktan kurtaramadı.
Türkler hemen hemen her sahada aynı adayı paylaştıkları Rumlardan çok geri kaldılar. Arayı kapatma şansları yok denecek kadar az.
Ve adanın birleşmesi halinde Rumların hakimiyetine geçmeleri kaçınılmaz.
1974’te adaya çıkan Türk askerleri Kıbrıs topraklarının yüzde otuz sekizini ele geçirdi ve Kıbrıslı Türklere devretti. Milyarlarca dolarlık Rum mal ve mülkü Türklerin oldu. Birdenbire on binlerce Türk zengin oldu.
“Bir günden diğerine, işçisi olduğumuz fabrikaların, komisi olduğumuz otellerin sahibi olduk,” diyor arkadaşım Erdal Andız.
Ancak, toplum, sermayedar değil mirasyedi gibi davrandı ve ele geçen fırsatı değerlendirilemedi. İleriye gidileceğine, birçok konuda geriye gidildi.
Bugün, kamunun sunduğu eğitim, sağlık, posta ve telefon gibi hizmetlerin hepsi 1974’ün gerisindedir.
Ekonomi ve siyaset içinden çıkılmaz bir kriz içindedir.
Bence Kıbrıslı Türklerin geri kalmışlığının iki büyük nedeni var:
· KKTC’nin ganimet ve talan üzerine kurulması, yani sağlam bir temelden yoksun bulunması ve
· Liderlik ve vizyon eksikliği.
Kıbrıs’ın kuzeyinde son 40 yılda 38 hükümet kuruldu. Rauf Denktaş’tan başlayarak 10 başbakan, 300’e yakın bakan, sayısız müsteşar ve genel müdür görüldü. Ama bir tek reform görülmedi.
Ne zaman finansmana ihtiyaç duyulsa Ankara para kesesiyle koştuğu için hükümetler ekonomiyi geliştirmek için gayret göstermedi. Özel sektörü dışlayan, kamu ağırlıklı, rüşvet ve yolsuzluğun başını alıp gittiği bir kamu düzeni kuruldu.
Ekonomiye devlet ve devlet şirketleri hakim oldu. Aynen 1980’lere kadar Türkiye’de olduğu gibi özel sektör dışlandı ve güdük kaldı.
Siyasi istikrarsızlık, popülist ekonomik politikalar, devletçi ekonomi yönetimi, özel girişim düşmanlığı, 1960’lar kafasıyla hareket eden sendikacılık KKTC’nin belirleyici özellikleri haline geldi.
Kalkınmak bir yana KKTC kurulan devlet çarkını yürütecek, sağlık, eğitim, ulaşım gibi temel hizmetleri yürütecek gelir kaynaklarını yaratamadı. Açığı kapatmak Türkiye’ye düştü. Ne yazık ki Türkiye’den gelen para kalkınmayı körükleyeceğine kokuşmuş siyasi sistemin payandası oldu.
2011’de ekonomi iflasın eşiğine gelince Türkiye, KKTC için IMF stand-by anlaşması benzeri bir istikrar programı hazırladı. Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarı Halil İbrahim Akça programı yürütmek üzere Lefkoşa’ya büyükelçi tayin edildi.
Türkiye’nin IMF ile olan ilişkilerinde önder rol oynayan Akça işi biliyordu. Ama program halka iyi anlatılamadığı için kamuoyu desteği bulamadı. Politikacılar ve sendikalar ise şeytan görmüş gibi kaçtılar.
Her şey zorlama ile oldu.
Akça adadan ayrılırken “Reform nitelikli tedbirlerin hayata geçirilmesi konusunda yeterli ilerleme sağlanamamıştır” itirafında bulunmak zorunda kaldı.
Avrupa’nın birçok ülkesinde ana akım partilerin dışında siyasi oluşumlar meydana geliyor ve bunlar, Yunanistan’da olduğu gibi, seçimlerde beklenmedik oylar alıyorlar.
KKTC için çıkış yolu da budur. Kırk yıldır döne döne KKTC’yi idare eden müflis siyasi partilerin Kıbrıslı Türkleri içinde bulundukları çıkmazdan kurtarmaları imkânsızdır.
Yol ayrımı için yeni bir oluşumun meydana gelmesi şarttır.
Mustafa Akıncı’nın cumhurbaşkanı seçildiği seçimde, seçmenin ana akım partilerden kaçışı böyle bir oluşum için halk desteğinin oluşmakta olduğunu göstermektedir.
Şimdilik “Ben varım,” diye ortaya çıkan biri yok. Ama...