Dünyanın en yetenekli insanları ve en büyük şirketleri, açık bir sisteme sahip ülkelerde çalışmak ister.
Dünyada bol miktarda bulunan para, şeffaf ekonomik politikaları ve istatistikleri olan ülkelere yönelmeye meyillidir.
Yüksek faizle veya başka teşviklerle sermaye çekmek mümkündür. Ama bu tür paralar kısa vadeli, pahalı ve ürkek olur. İlk tehlike çanında kapıya koşar.
Elli yıldan fazla bir süredir Türkiye’yi yakından izleyen bir gazeteci olarak anlamakta en güçlük çektiğim şey, siyasi kadronun bu basit gerçeklere göre davranmakta gösterdiği heybetli isteksizliktir.
Aslında bunu anlamamak için mücadele eden sadece siyasiler değildir.
Halkın ve entelektüel olduklarını sananların çoğu da ülkeleri neyin çıkardığı ve neyin batırdığı konusunda cahildirler.
Türkiye kendini geri bırakmak üzere dizayn edilmiş bir devlettir.
Türk sisteminde kişiler, kurumlardan güçlüdürler. Kişisel çıkarlar, kamu yararına kıyasla, önce gelir.
Geçen gün bir arkadaşımdan aldığım mesajda fenomen Amerikalı yatırımcı Warren Buffet’in bir sözü vardı:
“Amerika, refah düzeyini, hukuk, piyasa ekonomisi ve liyakate verdiği öneme borçludur.”
Bu sözü ters çevirerek Türkiye’nin durumu özetlenebilir:
“Türkiye, gerilik düzeyini hukuksuzluğuna, merkezden emirle yönetilen ekonomisine ve liyakate önem vermemesine borçludur.”
Türkiye bugün Erdoğan’ın kendini yüceltmek için kurduğu bir düzene göre yönetiliyor.
Erdoğan kendini yüceltir (ve zenginleştirirken) Türkiye’yi de yüceltse ve zenginleştirseydi, belki buna tahammül edilebilinirdi. Güney Kore ve Singapur, tek adam / tek parti düzeniyle üçüncü dünyadan birinci dünyaya terfi etti. Çin de benzer bir yol izliyor.
Ama Türkiye böyle bir durumun çok uzağındadır.
Erdoğan, kendisinin yaptığını itiraf ettiği bir hata yüzünden (“milletim beni affetsin”) Türkiye’nin başına başarısız bir askeri darbe getirdi ve kötü yönetimi ile ekonomide durgunluğa neden oldu.
En zengininden en fakirine, herkesi sarsmakta olan devalüasyon, enflasyon, işsizlik ve genel moral çöküntüsü tamamen AKP’nin eseridir.
Erdoğan, seçim kazanmaktaki becerisini ekonomi yönetiminde ve dış politikada gösteremiyor.
Suçu başkalarının üzerine atmakta da mahirdir, ama bu ustalığın ekonomiye faydası yoktur – mazeret bir ekonomi politikası değildir.
Bir mucize olsa ve seçimler CHP’yi – veya herhangi bir başka partiyi – iktidara getirse bir şey değişir mi?
Hiç sanmıyorum.
Türkiye’de, belki HDP hariç, bütün partiler aynı melodinin değişik enstrümanlarla çalınmasıdır.
Türkiye’nin düzeni köklü olarak değişmedikçe hiçbir şey değişemez.
Bunun için bir düşünce devrimi gerek. Hukuku, piyasa ekonomisini ve liyakati öne çıkaracak bir devrim.
Ama nerede bu devrimi gerçekleştirecek insanlar?
Bırakın onu, böyle bir devrime ihtiyaç olduğunun farkında kaç kişi var?