Dün gece açtığınız konu ile ilgili olarak size düşüncelerimi söylemek ve bir şiir göndermek istiyorum.
İnsan ikidir: Vücut ve ruh. Vücut yaşlanır, harap olur, çöker. Ruh yaşlanmaz. Olgunlaşır. Ve hep genç kalır.
Kendi deneyimimden söylüyorum bunu.
Herkes için aynı mı, bilmiyorum ama böyle olduğunu sanıyorum. Çoğunlukla.
Biraz yakından tanıdığım bütün yaşlı kadınların içinde genç kadınlar olduğunu gördüm.
Yetmişinde yatağa atlamaya hazır kadınlar biliyorum. Kül olduğunu sandığınız yerde gizli korlar var. Ve bunu gösterememenin hüznü.
Yetmişlik erkeklerin, eski sınıf arkadaşlarıyla buluştuklarında eski günlere dönmeleri, el şakaları yapmaları, kolay gülmeleri, içlerindeki genç insanın dışarı çıkacak ortam bulmasındandır.
Yaşlılık empoze edilmiş bir roldür. Toplum, özellikle gençler, yaş almış kişilerden yaşlı davranmalarını bekler. Hatta talep eder. Yaşlılar da çoğu zaman bu rolü kabul eder.
Ben bu oyuna hiçbir zaman katılmayacağım.
İçimde bir genç var demeyeceğim. İçimde bir çocuk var diyeceğim.
Her yaş, kendine ait bir dünyadır.
İnsan yaşlandıkça gençliğe ait şeyleri, gençliğe bırakarak yaşamalı – saçlarım ağardıysa ağardı, yüzüm buruştuysa buruştu, gözlerim yakını görmüyorsa görmüyor, libidom eskisi kadar güçlü değilse değildir, diyebilmeli. Ama yaşlılığı kucaklamamalı. Yaşlılığı kucaklamak kadar insanı yaşlandıran, hatta öldüren, şey yoktur.
Vücut köhnerken ruh genç kalır, çünkü ruh yaşlanırsa vücut yaşayamaz.
Bu size saçma gelebilir ama 73 yaşında kendimi 23 yaşında olduğumdan genç hissediyorum. O zaman hamdım, şimdi o kadar değil, belki ondandır.
Bir arkadaşım, anneannesinin “Yaşım 94 ama içimdeki 17 yaşındaki ben, ruhum hiç değişmedi,” dediğini söylerdi.
İçlerindeki çocuğu öldürmüş insanlar melanet doludur. O çocukla beraber sahip oldukları iyilik, yumuşaklık, merhamet ve mizah anlayışını da öldürdüler çünkü. Böylelerini gördünüz mü yüzlerinden anlarsınız.
Biraz yakından tanıdığım bütün yaşlı kadınların içinde genç kadınlar olduğunu gördüm
Ve Yehuda Amichai’nin en sevdiğim ve daha önce de birkaç kere alıntıladığım şiiri*. Son iki bölümünü bir yazımda kullanmak için çevirmiştim. Kısmen konumuzla - ruhla gövdenin ikiliği ile - ilgili.
Çünkü, (İnsanın)
Ruhu görmüş geçirmiştir,
Ruhu çok profesyoneldir.
Vücuduysa ebediyen amatör kalır. Kendi zevkleri ve acılarıyla kör,
Dener ama tutturamaz, sersemler, hiçbir şey öğrenmez,
Sonbaharda incirlerin öldüğü gibi ölecek,
Buruş buruş, kendiyle dolu ve tatlı,,
Yapraklar toprakta kurur,
Çıplak dallar, her şey için zamanın bulunduğu yeri işaret ederken.
İçimde bir genç var demeyeceğim.
İçimde bir çocuk var diyeceğim. Her yaş, kendine ait bir dünyadır
*İngilizce bilenler için orijinali İbranice olan şiirin İngilizce çevirisi:
A Man Doesn't Have Time In His Life
A man doesn't have time in his life
to have time for everything.
He doesn't have seasons enough to have
a season for every purpose. Ecclesiastes
Was wrong about that.
A man needs to love and to hate at the same moment,
to laugh and cry with the same eyes,,
with the same hands to throw stones and to gather them,
to make love in war and war in love.
And to hate and forgive and remember and forget,
to arrange and confuse, to eat and to digest
what history
takes years and years to do.
A man doesn't have time.
When he loses he seeks, when he finds
he forgets, when he forgets he loves, when he loves
he begins to forget.
And his soul is seasoned, his soul
is very professional.
Only his body remains forever
an amateur. It tries and it misses,
gets muddled, doesn't learn a thing,
drunk and blind in its pleasures
and its pains.
He will die as figs die in autumn,
Shriveled and full of himself and sweet,
the leaves growing dry on the ground,
the bare branches pointing to the place
where there's time for everything.