Çok öfkelenmiş görünüyorlar ama için için seviniyorlardır.
Evet ve hayır oylarının başa baş gittiği anayasa değişikliği yarışında hiçbir şey mazlum kürküne bürünmek kadar AKP’nin işine gelemezdi.
Hollanda ve Almanya hükümetleri, AKP’li bakanların ülkelerinde Türk vatandaşlarına hitap etmelerini yasaklayarak bu kürkü Erdoğan ve has adamı Binali Yıldırım’ın sırtına geçirdi.
Ve tabii, diplomasiyi sertlik ve küstâhlık yarışı sanan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun, ki neredeyse Ahmet Davutoğlu’nu aratır oldu.
Avrupa’nın, evet oylarına olumlu bir katkı yapması kaçınılmaz bu yasakları, kritik Evet/Hayır yarışında AKP’ye yaşam öpücüğü olabilir.
Avrupa’nın Putin’den sonra – hatta Putin’den önce de olabilir – en sevmediği devlet adamı Erdoğan’dır. (Bu yarışa ABD Başkanı Trump da katıldı ama o, daha klasmana giremeyecek kadar yeni.)
Türklerin de Avrupa’nın göz bebeği olduğunu söylemek zordur.
Anayasa referandumunun gündeme gelmesinden sonra Erdoğan karşıtlığı, özellikle Almanya’da tırmanışa geçti.
Türkiye’yi bir diktatörlüğe dönüştüreceğine kesin gözüyle bakılan anayasa değişikliği önerisine karşı büyük bir tepki var. Bu tepki Die Welt muhabiri Deniz Yücel’in “terörist” olduğu gerekçesiyle İstanbul’da tutuklanmasından sonra daha da artarak öfkeye dönüştü.
Hollanda’da da durum aşağı yukarı aynıdır ama orada birkaç gün sonra seçim yapılacak olması, Hollanda hükümetinin daha sert tepki vermesine neden oldu.
Bu koşullar altında Avrupa’da, hükümete “Buyurun gelin, istediğiniz herhangi bir yerde miting yapın,” diyecek devlet bulmak kolay değil.
Batı şu şekilde mantık yürütüyor:
“Erdoğan otokratik bir liderdir. Neden ona diktatörlük yolu açabilecek bir referandumda propaganda yapması için ülkemizi kullandıralım? Neden kendi vatandaşlarının elinden aldığı özgürlükleri ona kullandırtalım?”
İyi de, Erdoğan’ın Türkiye’de tedavülden kaldırdığı konuşma ve toplantı özgürlüğünü, Avrupa’nın kendi topraklarında onun için kaldırması demokrasi ile ne kadar bağdaşır?
Nerede kaldı On Sekizinci Yüzyıl Fransız düşünürü Voltaire'e atfedilen o ünlü söz:
“Fikirlerinize katılmıyorum ama fikirlerinizi ifade edebilmeniz için canımı bile veririm.”
Bilmiyorum. Zor bir soru.
Bu soruya muhatap olanlar karşımıza şöyle bir savunma ile çıkabilirler: Voltaire, özgürlükleri, özgürlükleri yok etmek için kullananların (örneğin AKP’nin) fikirlerini ifade edebilmeleri için de canını verir miydi?
Voltaire o sözleri sarf ettiğinde tek başınaydı. Belki bugün daha da tek başınadır.
“Fikirlerinize katılmıyorum ve sizi susturmak için canınızı bile alırım.”
Belki çağımız için, özellikle içinde yaşadığımız bölgede, bu söz daha gerçekçi.
Avrupa’da, çoğu sandığa gitmeyen üç milyon civarında Türk seçmen var. Oy verenlerin büyük çoğunluğu AKP taraftarıdır. AKP’nin toplam oylarında bunların katkısı yüzde 2-3 civarındadır. Fazla görünmeyebilir ama özellikle anayasa referandumu gibi ortada olduğu sanılan sonucu tayin edebilir.
Batılılar AKP’li bakanları konuşturmayarak önlemek istedikleri sonucun gerçekleşmesini sağlamış olabilir.
Bu nedenledir ki Erdoğan ve arkadaşları çok öfkelenmiş görünüyorlar ama için için seviniyorlar.