“Eğer kral doğru olursa kim eğri olmaya cesaret edebilir?”
Bu soruyu günümüzden 2.500 yıl kadar önce Çinli düşünür Konfüçyüs sordu.
Konfüçyüs’ün yaşadığı yıllarda (MÖ 551-479) Çin, bir çöküntü çağı yaşıyordu.
İmparatorluk feodal parçalara bölünmüş, uygarlığın yerini şiddet ve barbarlık almaya başlamıştı. Konfüçyüs, Tanrı’nın Çin’i yeniden birleştirme görevini kendisine verdiğine inanıyordu.
Yaşamı boyunca kendini buna hazırladı. Yeni bir ahlak felsefesi geliştirdi.
Tanrı’nın buyruğunu yerine getirirken kendisine yardımcı olmaları için öğrenci yetiştirdi. Onlara siyasetin ahlakın devamı, hükûmet etmenin doğruyla eşanlamlı olduğunu öğretti.
Bir gün öğrencilerinden biri Konfüçyüs’e sordu:
“Hocam, eğer bir kral size düşüncelerinize göre idare edeceğiniz bir toprak parçası verse, ilk ne yapardınız?”
Konfüçyüs, “İlk, kelimelere gerçek anlamlarını iade ederdim” diye cevap verdi.
Öğrenci şaşırdı. “Kelimelere gerçek anlamlarını iade etmek mi? İlk yapacağınız iş bu mu olurdu?”
Konfüçyüs açıkladı: Bir devlet adamının ilk görevi kelimeleri gerçek anlamlarına kavuşturmaktır. Eğer erdem erdem demek değilse, adalet adalet anlamına gelmiyorsa, doğrular yerini demagojiye terk etmişse, o ülke idare edilemez.
Konfüçyüs yöneticinin yönetme gücünü, ahlaki gücünden aldığına inanıyordu. Ona göre, ahlak konusunda halka örnek olmayan yönetici bakanlarının sadakatinden ve halkının güveninden mahrum kalırdı. Bu güveni yitirenler yönetebilme güçlerini de yitirirlerdi.
Konfüçyüs, yaşamını, düşüncelerini uygulamak için kendisine küçük bir toprak parçası emanet edecek aydın bir yönetici aramakla geçirdi. Bulamadı.
Onu saygıyla karşılayan prensler, yüksek manevi standartlarından ürktükleri, prenslerin bakanları ise işsiz kalmaktan korktukları için Konfüçyüs’ü nezaketle dışladılar.
Bilgenin aramaları boşa çıktı.
Bu açıdan bakıldığında, Konfüçyüs dünyanın en başarısız politikacısı sayılabilir.
Ama düşünceleri 2.500 yıldır Uzak Doğu’daki ülkelerin halklarına ışık tutuyor. Esasında, politikacı sayılması gereken Konfüçyüs peygamber, düşünceleri ise kutsal kitap mertebesine yükseltilmiş.
Aradan 25 yüzyıl geçmesine rağmen dün yazılmış gibi taze ve geçerli olan, Konfüçyüs’ün analektlerinde, yani düşüncelerini toplayan kitabında, günümüz Türkiye’sinin birçok sorusunun cevabı bulunabilir.
Daha doğrusu, doğru dürüst bir çevirisi olsaydı bulunabilirdi. Ama ne yazık ki yok, düşünce dünyasının birçok klasik kitabının olmadığı gibi. Ve Konfüçyüs’ün öğrettiklerine bu günlerde Çinlilerden çok bizim ihtiyacımız olmasına rağmen.
İyi çevrilmiş bir kitap bulsaydım, içinden sizin için şunları da çıkarırdım:
“Kaba pirinç, içmek için su, uyumak için yastık olarak başımın altında bükülmüş kolum, bunlarla da ben neşeli ve mutluyum. Haksızca elde edilmiş zenginlikler ve itibar benim için yüzen bulutlar gibidir.”