Dünyaya geldikten sonra artık hayatınız sizindir. Onunla istediğinizi yapabilirsiniz.
Ama Tanrı'nın verdiği hayatla istediğini yapan veya yapabilen kaç insan var? Belki hiç yok.
İnsan hür doğar, ama her yerde zincirler içindedir.
Doğar doğmaz bağlanır bir ülkeye, dine, aileye, eve, mahalleye, arkadaşlarına, suçluluk duygularına, ondan beklenenlere ve onun kendinden beklediklerine. Hayallere, ümitlere, aşklara, yarının bugünden daha güzel olacağına ve daha birçok şeye.
İnsan sanki borçlu doğar. Eğer uyanmazsa bu borç -bağımlılıkların yarattığı bu borcu- öde öde bitiremeyecek.
İnsanda zincirden bol şey yoktur.
Hayatın denizine atılan mutsuzluk çıpalarının çoğu bu zincirlere bağlıdır.
İnsan biraz düşünürse, aslında, kendi kendini bağladığını keşfeder. Bağlar dışarıda değil, aklının içindedir. Düğümler atıldığı gibi çözülebilir -bir düşüncenin gelişi ve gidişi kadar büyük bir süratle.
Hayatımız ödünç değildir.
Bitinceye kadar kullanmak üzere kendi malımızdır.
Sinema salonlarında kapıların üzerinde kırmızı harflerle "çıkış" yazar. Film hoşunuza gitmezse her an kalkıp çıkabilirsiniz.
Hayat da bir tür sinemadır.
Antik çağlarda, Yunan ve Roma'da ölüm bir çıkış addediliyordu.
İnsanların, hayatları dayanılamayacak kadar çekilmez olduğunda, ona son vermeleri şimdi olduğu gibi yasak veya günah değildi.
Genç Pliny’nin (MS 61- 112) mektuplarında hastalıktan dolayı dayanılmaz acı çeken olan yaşlıların kendi canlarını aldıkları dair birçok referans var.
Roma'da asiller ölüme mahkûm edildiklerinde, imparatorun emrini hayatlarını kendileri alarak yerine getiriyorlardı.
Hayatımdan bezdiğimde normalleşmek için bir yöntem bulmuştum. "Dır dır etme. O kadar şikâyetçiysen çık" diyordum kendi kendime. Ve aklım başıma geliyordu. Beterin beterinin beterinden uzak olduğum, yaşamaya devam etmek için birçok nedenim olduğu aklıma geliyordu.
Geçen gün telefonda bir tanıdığımla konuşuyordum.
Altmışını geçen ve yalnız yaşayan bir arkadaşının kendine bakamayacak kadar uzun yaşamaktan korktuğunu anlattı.
"Her şeyini bir vakfa bağışladı. Yaşlılığında ona bakacaklar."
Ekledi: "Ben de aynı şeyi yapmayı düşünüyorum, vallahi."
Snowmobillerden ve cep telefonlarından önceki çağlarda Kuzey Kutbu'nda yaşayan Innuit eskimolarından olsaydı, bunu kafasına takmazdı. Yük olmaya başladığında ailesi kızaklarına binip av peşinde gitmeye devam etmeden onu arkada bırakacaktı. Karda donup ölecek veya kurda kuşa yem olacaktı.
Bütün hayatını bunun böyle olacağını bilerek yaşadığı, bu gerçeği kabul ettiği için onu geride bırakanlara ve hayata dargın ölmeyecekti. Hayatını yaşlılıktan korkarak yaşamamış olacaktı.
En karanlık zindandaki en kalın zincir korku ve endişedir.
Yaşam düşüncelerle kontrol edilebilecek bir enerjidir. Bu öğrenilebilir.
Benim yaptığım gibi, her gün "Ben korkusuzum, safım, sevgi doluyum, bencil değilim" diyerek öğrenmeye başlanabilir.
NOT: Yazılarıma bir süre ara vereceğim. Bundan sonraki yazım gelecek Perşembe çıkacak.