“Çiçeklerin nereden geldiğini sorabilirsiniz ama onu İlkbahar Tanrısı bile bilmez.”
Böyle der bir Zen atasözü.
Çiçek olmayabilirdi ama var. Ağaç olmayabilirdi ama var. Gökyüzü mavi olmayabilirdi ama mavi. Deniz uçsuz bucaksız olmayabilirdi ama...
Mutfağın bir duvarı neredeyse boydan boya pencere. Karşısındaki koltuktan dışarı bakıyorum ve sadece çiçek ve yaprak, biraz da gökyüzü görüyorum.
Açık pencereden bin bir şeyin kokusu geliyor. Kuş sesi duyuyorum.
Işık olmayabilirdi ama var. Kainat sınırsız olmayabilirdi ama sınırsız. Zaman sonsuz olmayabilirdi ama sonsuz. Ömür kısa olmayabilirdi ama kısa.
Kısa mı gerçekten?
Galiba, ne kısa ne uzun. Varlıktaki her şey gibi tam karar.
Karar olmayan kişinin doyumsuz olması.
İnsan sevdiği her şeyden daha fazla ister. O kadar fazla ister ki fazla kelimesi isteğinin büyüklüğünü anlatmaya yetmez.
Belki de daha fazla istemektir bütün kötülüklerin anası. Açgözlülük.
İngilizcesi “greed.” Amerikalılar Greed is Good - Açgözlülük İyidir, derler.
Coca Cola gibi bütün dünyaya yaydılar bu düsturu.
Coca Cola yararı değil, zararı olan bir içkidir.
Açgözlülüğün iyi olduğu kuralı, Coca Cola’dan da zararlıdır. Coca Cola içene zarar verir. Açgözlülük herkese.
Uçsuz bucaksız, buzlarla kaplı bir yerde bir kutup ayısı. Dört ayağının üzerinde duruyor, başını kaldırmış ileri bakıyor. Bir adım daha atarsa suya düşecek.
Kutup ayıları ufalmaya başladı. Buzlar eridikçe gıda bulmaları zorlaşıyor. Kutuplar ortadan kalkınca yok olacaklar. Greed onlar için pek good değil.
Buzları eriten greed’dir. Havayı kirleten greed’dir. Mevsimleri değiştiren greed’dir. İnsanlığın, belki de dünyanın sonunu greed getirecek.
Niye böyle olduk acaba? Yoksa hep böyle miydik?
Sanırım hep böyleydik.
İlk gördüğü elmayı yiyen, ilk kardeşini öldüren bir yaratık.
Doğanın kendini yok edip yeniden yaratmasını sağlamak için ürettiği bir virüs.
*
Bu sabah pencereden dışarı bakınca incir dalında bir yılan gördüm. Onu gördüğüm anda çok yakınındaki bir daldan telaşla minik bir kuş havalandı. Belki beni gördüğü için kaçmıştı. Pencerede görünerek yılanı avından etmiştim.
Yılan ince uzundu ve mor puanları vardı. Yepyeni, kusursuz, tertemiz ve tastamamdı. Yavaş yavaş yer değiştirirken hareketlerinde büyük bir zarafet vardı.
Çok yakınında olgun siyah bir incir gördüm.
Dün alacakaranlıkta o ağaçtan incir toplamıştım.
Yılanı görmek ruh halimi değiştirdi, daha iyi yaptı.
“İşte senden değişik bir canlı,” dedim kendi kendime. “Dünyayı nasıl algıladığını, ne düşündüğünü, ne beklediğini, ne arzu ettiğini hiçbir zaman bilemeyeceğin bir yaratık.”
Acaba, yılan da beni gördüğünde ‘“İşte senden değişik bir canlı. Dünyayı nasıl algıladığını, ne düşündüğünü, ne beklediğini, ne arzu ettiğini hiçbir zaman bilemeyeceğin bir yaratık,’” dedi mi?