Bahçede dolaşırken sarmaşık tırmandırmak üzere yaptırdığım demir kemere gerili bir örümcek ağı gördüm.
Dün orada yoktu.
Ağın mimarı, sekiz bacağının sekizini de ağa geçirmiş, güneşte, kıpırdamadan eserinin üzerinde duruyordu.
O kadar kıpırtısızdı ki acaba yaşıyor mu diye meraklandım. Gözlerimi ona iyice yaklaştırarak baktım, ama bir şey anlayamadım.
Hayvanlar av yakalamak veya av olmamak için hareketsizliğin önemli olduğunu bilirler. Avcı ve toplayıcı olarak geçirdiğimiz yüz doksan bin yıl süresince, biz de birer kıpırtısızlık ve sükûnet ustasıydık. O mutlu varoluş dönemini arkada bıraktıktan sonra bunların yerini sinirlilik, yerinde duramamak, huzursuzluk, telaş ve antidepresan aldı.
Bahçeye, arkadaşlarımın gelmesini beklerken vakit geçirmek için çıkmıştım. Bir yere iliştim ve yaz sıcağından kurtulup biraz yağmura kavuşan, kimi çiçekli, kimi yaprak dökmekte olan ağaçları film kamerası gibi içime aldım.
Ama örümcek beni çağırıyordu.
Kalkıp ona doğru gidince bir bal arısının ağın alt kısmına takıldığını ve kurtulmak için çırpındığını gördüm. Örümcek de gördü. Ağlarını çekerek arının tam nerede ve ne ağırlıkta olduğunu tarttı. Kaçmasını önlemek için hızla ona yöneldi ve müthiş bir süratle karnından çıkardığı ağa sarmaya başladı.
Göz açıp kapayıncaya kadar arı eski Mısır’da mumyalanan yaratıklara benzedi.
Sarmaladıktan sonra örümcek, arıyı ısırıp zehirledi. Onu olduğu yerden kopardı ve yemek üzere ağın orta yerine taşıdı.
Şanssız arı, şanslı örümcek.
Ertesi sabah, ilk iş, ağı incelemeye gittim.
Arıdan eser kalmamıştı. Örümcek de meydanda yoktu. Belki de değişik yerlerde küçük küçük tarlaları olan bir çiftçi gibi diğer tuzaklarını incelemeye gitmişti.
Ama ağ irili ufaklı sinekler ve böceklerle doluydu. Bazıları kıpırtısızdı, bazıları kurtulurum ümidiyle çırpınıyor, çırpındıkça ağa daha çok bağlanıyorlardı.
Kitaplığımdan, Örümceklerin Özel Hayatı* adlı kitabı indirince, bu böceğin yeryüzünün en başarılı yaratıklarından biri olduğunu öğrendim.
Arktik bölgelerden Ekvator ormanlarına, çöllerden dağ zirvelerine kadar her yerde yaşayan, yüzden fazla örümcek ailesine bölünmüş otuz sekiz bin cins örümcek bulunuyor.
Boyu bir milimetreden küçük olan Patu Digua’dan, vücut genişliği on, bacak uzunluğu yirmi yedi santimetreyi bulan, kuş yiyen tarantulalara kadar sayısız şekil ve boyda örümcek var. Bir aile hariç hepsi avlarını felç etmek için kullandıkları zehre sahiptir. Ortalama ömürleri bir yıldır.
İnsanın dünyadaki tarihi iki yüz bin yıl iken örümceklerin kökleri neredeyse dört yüz milyon yıl öncesine gider.
W. S. Bristowe (1901-1979) adlı İngiliz örümcek uzmanı, bir araknolojist, 1930’larda, bazı mevsimlerde, İngiltere’nin güney doğusundaki çayırlıklarda, her dört dönümde iki milyon örümcek bulunduğunu tahmin etmişti. Bir başka tahmini, ülkenin tamamında örümceklerin yediği sineklerin ağırlığının ülkede yaşayan insanların ağırlığından fazla olduğu idi.
Çayırlar kaybolduğu, haşerat öldürücü ilaç kullanımı çoğaldığı ve insanlar daha şişman olduğu için bu hesap artık ne İngiltere ne de başka yerler için geçerli olabilir.
Yarın, haftada iki gün birkaç saat gelip bahçeye bakan adama örümcek ağlarına zarar vermemesini söylemeyi hatırlamalıyım.
*The Private Life of Spiders/ Paul Hillyard – Türkçesi yok.