Evim kalorifersiz.
Gündüzleri sıkı giyinir, geceleri salondaki şömineyi yakarım.
Ateş sadece ısıtmaz. Göz için bir şölendir, düşünceleri canlandırır, ruhu yatıştırır.
Yunan mitolojisine göre ateş tanrıların malıydı, ta ki Prometheus adlı bir maceraperest onu çalıp insanlara verinceye kadar. Tanrılar bu hırsızlıktan hoşnut olmadılar ve Prometheus’u cezalandırmak için zincirle bir kayaya bağladılar.
Her sabah bir kartal gelip karaciğerini yedi, ama Prometheus ölmedi. Her gece karaciğeri yeniden büyüdü ve her sabah kartal karnını doyurmak için geri döndü.
İnsan, çok zengin olsa bile, ara sıra yapmak istemediği şeyler yapmalı, ağır işler, pis işler, zor işler, sıkıcı işler, bel büken işler ve varsa çocuklarına da yaptırmalı
Sonsuza kadar sürmesi bakımından bu işkence tanrıların cezalandırdığı bir başka ölümlüyü, Sisyphos’u anımsatıyor. Tanrılar Sisyphos’a bir kayayı tepeye çıkarma cezası vermişlerdi. Kaya tepede durmuyor aşağı yuvarlanıyor, Sisyphos ebediyen kayayı tepeye taşımak zorunda kalıyordu.
Her odununun kendine has bir kokusu var. Yanarken ısıyla beraber onu da verir. Değişik odunların kokusu birbirine karışır.
Her odun değişik yanar. En iyi yanan, muhtemelen en eskisi olduğu için, zeytindir. Zeytin, sessiz yanar. Kokusu yoğun ve esrarengizdir. Çam gürültüyle, kıvılcım tükürerek yanar, adeta erir. Esansı en güzel olan servidir. Ağacı kesilirken kokusunu ta uzaklardan alırsınız.
Bir ağacın odununun nasıl koktuğunu öğrenmek isterseniz yaprağını kopartıp parmaklarınızın arasında ezin ve burnunuza götürün. Çiçeğinkinden bile saf ve derin bir rayiha alacaksınız. Çok hoşunuza gidecek.
Yanınızda bir çocuk varsa ona da koklatın ve ağacın adını söyleyin: Çam, servi, zeytin, harnup, okaliptüs, çınar. Onun da hoşuna gidecek, o kokuyu hiçbir zaman unutmayacak.
Ateş küllendikten sonra kokusu uzun zaman geride kalır. Sabahleyin aşağıya indiğimde pencerelerden giren güneş ile birlikte beni karşılar, “gökyüzüne bir şükür yolla” diye dürter.
Abdullah varken iyiydi. Anahtarı vardı. Sabahleyin erkenden gelir, külleri kaldırır, bakır kazanı odun doldurur, ateşi hazırlardı. Karanlık olduktan sonra kibriti çakmak kalırdı bana.
Büyük lükstü, doğrusu.
Ama bütün güzel şeyler gibi kısa ömürlü oldu. Abdullah, eşinin ve kızlarının hasretine dayanamayıp memleketine, Hatay’a döndü.
Ara sıra köyden biri gelip yardımcı olsa da bahçedeki odunluktan eve yakacak taşıma işi bana kaldı. Biraz ağır bir iş ama şikâyet etmiyorum, verdiğim emeğin karşılığını ısı olarak alacağım.
İnsan, çok zengin olsa bile, ara sıra yapmak istemediği şeyler yapmalı, ağır işler, pis işler, zor işler, sıkıcı işler, bel büken işler ve varsa çocuklarına da yaptırmalı. Çitin diğer tarafındaki insanların nasıl yaşadığını hatırlamak için.
Bitkiler güneş ışınlarını enerjiye çevirirler, biz de bu enerjiyi kullanarak varlığımızı sürdürürüz.
Odun – ağacın cesedi – bitkilerden aldığım sayısız faydadan sadece biridir.
Ağacın bana verdiği son şey, ateş değil küldür. Onu toplar ağaçların köklerine dökerim. Su, külü eritir ve toprağın altına, köklere yollar. Bir ağaç bir başka ağacın besini olur.
Güneşin başlattığı ve doyurduğu hayat çarkı dönmeye devam eder.