Türkiye ile Amerika’yı (ve biraz da İngiltere’yi) karşılaştırmalı olarak izlemek, Türkiye’nin bugüne kadar tuttuğu yolda nerede hata yaptığını ve neyi düzeltmesi gerektiğini anlamak bakımından oldukça öğreticidir.
Türkiye’yi, Osmanlı İmparatorluğu’nu gömen Osmanlılar kurdu.
Yeni devlet hayata demokrasi olarak değil, tek parti-tek lider rejimi olarak başladı.
Rejimin demokrasiye dönüşmesi aşağıdan gelen talep ile değil, dış baskı ile oldu. Ankara, Rus tehdidine karşı NATO’ya girmek istiyordu. Amerika demokratik rejime geçişi ön koşul olarak ileri sürünce çok partili hayata geçildi ve ilk demokratik seçim 1950’de yapıldı.
Ama Türkiye demokrasi olmadı ve olmamaya devam etti. Demokrasi aşısı tutmadı. Çünkü TC’nin Osmanlı’dan devraldığı gelenek, özgürlükçü değil baskıcı ve dışlayıcı idi.
İngiltere’de yılların akışı içinde Kral, iktidarını önce asiller, sonra da orta sınıfla paylaştı. Yüzyıllar süren bir evrim sonucunda parlamento ve yargı iktidardan bağımsız bir statü kazandı, krallık demokrasiye dönüştü.
Osmanlı’da ne asil sınıfı vardı ne de ticaretten zengin olmuş bir orta sınıf. Dolayısıyla, padişahın iktidarına kafa tutan bir halk gücü oluşmadı.
Amerika Birleşik Devletleri doğrudan demokrasi olarak dünyaya geldi.
Amerikalılar, İngiliz sömürge yönetimine karşı ayaklandılar ve krallığı yeni dünyadan kovdular. Amerikan Anayasası’nı yazanların birincil amacı, yeni devletin yeniden bir despotun pençesine düşmesine engel olmaktı.
Bunun için ABD, kurumların egemen olduğu bir demokrasi olarak doğdu.
Kurumları sağlam olmayan ülkeler, eninde sonunda çözülmeye mahkûmdur
ABD başkanı güçlü olacaktı, ama yargıdan ve yasamadan değil.
Tek parti cumhuriyeti olarak doğan Türk düzeninde, kuvvetler ayrılığı hep lafta kaldı ve yasama ile yargı her zaman yürütmenin, yani iktidarda olan partinin bir kolu oldu.
Geçen yıllar pek bir şeyi değiştirmedi.
1920'lerde İzmir suikastının sanıklarını, 1960’larda Demokrat Parti yöneticilerini ve bugün siyasi sanıkları yargılayan mahkemeler özde aynıdır ve birer adalet yüz karasıdır.
Yasamanın durumu farklı değil.
Trump ile Erdoğan arasındaki benzerlik; her iki politikacının da kurulu düzene kafa tutması, demokratik olmayan vizyonlarını ülkelerine empoze etmek istemesidir.
Aralarındaki fark ise şudur:
Amerikan Anayasası’nda Trump gibi kişilerin demokrasiyi yıkıp tek adam rejimi kurmasını engellemek için kurulmuş birçok barikat var.
Bunlar Trump’a geçit vermiyor.
Türkiye’de ise Erdoğan’ın önünde ne anayasal barikatlar vardı ne de, aslına bakacak olursanız, yıkılacak bir demokrasi.
Sonuç ortada.
Türkiye’yi, Osmanlı İmparatorluğu’nu gömen Osmanlılar kurdu
Neden 94 yıldır Türkiye’de demokrasi yerinde sayıyor?
· Çünkü yöneticilerde demokrasi refleksi ve yönetilenlerin çoğunluğunda demokrasi talebi yok.
· Çünkü Osmanlı’nın TC’ye devrettiği en büyük miraslardan biri olan rüşvet ve yolsuzluk, bağımsız yargı ve yasamanın olduğu yerde yaşayamaz.
· Çünkü çok dinli ver ırklı bir toplumda çoğunluk Sünni Türklerin hâkimiyeti ancak zor kullanarak sürdürülebilir.
Sorun AKP ve Erdoğan sorunu değil, temiz bir yönetim, bağımsız yargı ve yasama için konsensüs olmamasıdır. Bu konsensüs oluşmadan, Erdoğan ve AKP yok olsa da özde hiçbir şey değişmeyecek.
Demokrasileri kişiler ileri götürür, ama onu kurumlar ayakta tutar.
Kurumları sağlam olmayan ülkeler, eninde sonunda çözülmeye mahkûmdur.