Bilmemekle sorup öğrenmemek arasında bir okyanus var.
Neden okyanus da dere değil, dere veya ırmak?
Dere veya ırmak idi bir zamanlar belki, ama sormaya sormaya, öğrenmeye öğrenmeye okyanus oldu.
Öğrenmeme okyanusu.
Sadede geleyim.
Gözleri güzellik görmeye talim ve terbiye edilmiş birinin Türkiye’nin şehirlerini ve kasabalarını gezerken karşılaştığı çirkinlikler ve zevksizliklerden duyduğu ıstırabı ikiye katlayan bir olgu var: Kamu alanındaki ağaçlar.
Yol kenarlarına, meydanlara, parklara falan dikilen ağaçlardan bahsediyorum.
Daha spesifik olmam gerekirse, ağaçların budanma stilinden. Buduyorum diye ağaçların sakatlanmasından, bozulmasından, çirkinleştirilmesinden ve en önemlisi, ömürlerinin kısaltılmasından.
Doğada ağaç kendi kendini budar. Altta kalan, güneş almayan dallarını kurutur. Rüzgar, kuruyan bu dalları yere düşürür. Ağaç, zarar görmeden büyümeye devam eder.
Şehirlerde ağaçlar insan eli isteyebilir.
Budama, ağaçların gövdesine ve dallarına uygulanan kesme, bükme, tomurcuk, sürgün ve yaprak alma işlemidir.
Budama bir sanattır. Zor bir sanat değildir. Biraz bilgi ister, o kadar.
Budamaya gelmeden önce, belediyelerin hangi ağaçların parklara veya caddelere dikileceği konusunda bilgili olması gerekir.
Soğuk Erzurum başka, sıcak İzmir başka ağaç ister.
Kar ve don olayının olağan olduğu bölgelerde, o iklimde yaşayabilecek ağaçlar dikmek gerekir.
Sıcak yerlerde sokaklara ficus, gölge yapan ağaçlar yakışır.
İlkbaharda çiçek açan ağaçlar dikilmelidir çünkü çiçek görmek insanın içini açar.
Bazı ağaçlar budanmaz. Okaliptüs bu sınıfa girer. Vatanı Avustralya olan okaliptüs, dünyanın çiçek veren en uzun ağacıdır. Uzunluğu 60 metreyi aşabilir.
Bazı ağaçlar, kaldırımlara veya gidiş geliş yolu arasına dikilmez çünkü köke yakın yerden başlayarak yayıldıkları için yolu veya kaldırımı kapatırlar. Çam, mesela.
Dikildikten sonra fidan, onu dik tutan sağlam ve kalın çubuklara bağlanmalıdır. Bunun doğru dürüst yapıldığını hiç görmedim. Sonuç ağacın eğri büyümesidir. İstanbul’da, Dolmabahçe Sarayı’nın yanındaki caddedeki çınarlar bunun klasik örneğidir.
Belediyeye veya sorumlu her kim veya kurum ise ona budama notu vermek amacıyla TC’nin büyük küçük bütün şehirlerini dolaşırsanız sıfır veya sıfıra yakın notlar vermemeniz imkânsızdır.
Altı yüz yıl Avrupa’nın birçok büyük kentine hükmeden Osmanlı, nasıl ve neden budamayı öğrenmeden Türkiye’ye döndü, bir muamma.
*
Bilgi sevgiden doğar.
İyi yapılan her işin kökeninde sevgi vardır.
Türkiye endemik, sadece bir yere özgü bitkiler bakımından dünyanın en zengin birkaç ülkesinden biridir. Bitki OPEC’i olsaydı, TC baş köşeye oturtulurdu.
Ama bu zenginlik ülkenin en az bilinen ve kesinlikle en az umursanan servetidir.
Kamu alanlarına dikilen ağaçların Türkiye’nin her yerinde acınacak halde olması, bu az bilinme ve hiç umursanmamanın bir yansımasıdır.
Bir diğer yansımasını da insanlarda görebilirsiniz – Türk insanının ilişkilerine hakim olan güvensizlikte ve kabalıkta.
Ağaçları ve çiçekleri sevmeyenler ve doğaya saygı duymayanlar insanları da sevemez ve sayamaz.