Ozanköy
Açık pencereden dışarı baktığımda çiçekleri görüyorum.
Mor jakaranda, mavi yasemin, beyaz ve pembe zakkum, beyaz sarmaşık gülü. Fil ayağı ağacının koruk rengi salkımları.
Serçeler, kelebekler, arılar ve bilimin tanımadığı sinekler uğruyor onlara ve başka, benim gidemeyeceğim yerlere gidiyorlar.
Bazılarını, tomurcukluklarından beri izliyorum. Bazılarında, ben farkına varmadan tomurcuktan çiçeğe zıplamış, nasıl farkında olmadan oldu diye kendime şaşıyorum.
Bir serçe konuyor bademin tepesine ve etrafı seyrediyor.
Güneş, ben uyurken içeri atlayıp kedi gibi yıldızlı halının üzerine uzandı. On on beş dakika sonra esneyip kalkacak, dışarı gidecek.
Dünya, insanların yarattığı kötülüklerle ve kötülüğün ne olduğunu bilmeyen ağaçlar, çiçekler, kuşlar ve böceklerle dolu.
Dışarıdan, köpeğini dolaştırmaya çıkmış bir kadının sesi geliyor. Bir elinde köpeğe bağlı olmayan bir tasma, diğerinde telefon, yukarı doğru yürüyor. Bir sahil partisine gidiyor gibi şık.
“Demek sen öyle düşünüyorsun,” dediğini duyuyorum.
Büyük adımlarla yürüyor kadın, sarı eşofman takımının altında kalın kalçaları titriyor.
Uyumsuz, isyankâr, haksızlığa katlanamayan biriydim.
Her hayat uzak bir krallık.
Dört gündür tıraş olmadım. Bugün olayım mı yoksa birkaç gün daha salaş mı takılayım?
Kahvaltıda ne yiyeyim?
Dün akşam telefonda Şener Levent’le konuştum.
“Nasılsın?” diye sordu.
“Bomba gibiyim,” dedim, epey abartarak.
O, bomba gibi değil. Bütün uyumsuz, isyankâr, haksızlığa tahammülü olmayan insanlar gibi (haksızlık yapanların, haksızlığa tahammülü olmayanlara tahammülü yoktur) başında bin bir dert var.
Türkiye, gazetecileri burada da hapse tıkmak istiyor ve ilk kurban olarak onu seçti.
Gülüyor.
“Neden bomba gibisin yahu?” diyor, “Dünya böyle iken nasıl bomba gibi olabiliyorsun,” demek isteyerek.
“Umursamıyorum da ondan,” diyorum.
Buna daha çok gülüyor.
Umursamıyor muyum gerçekten?
Ben de onun gibi uyumsuz, isyankâr, haksızlığa katlanamayan biriydim.
Artık öyle değil miyim? Artık dünyayı olduğu gibi görür, insanın düşmüş, kalkması mümkün olmayan bir yaratık olduğunu kabul eder mi oldum?
Dünya,
insanların yarattığı kötülüklerle
ve kötülüğün ne olduğunu bilmeyen ağaçlar, çiçekler,
kuşlar ve böceklerle
dolu.
Yoksa aldırış etmediğim için dünyayı ( ve Türkiye’yi ve KKTC’yi) öfkelendiren, kanatan, nefret ettiren, cayır cayır yakan, duygulardan arınmış olarak, daha berrak mı görüyorum?
*
Şimdi, pencerenin önündeki eski kahve sandalyesinde, bir ayağım güneşin içinde, sıcak, hatta yanıyor.
Yaz geldi sayılır. İçerisini, dışarısından daha çekici yapan sıcak, tavan seyrettiren tembel öğle sonraları, uzun günler, gövdeyi ve anıları dürtecek, kızıştıracak.
Bir tek denizin soğuk suyu ve umursamazlığı iyi eder beni.
Kalkıp yüzmeye gitmeliyim.