Basın şeref kartı sahibi, Türk basın tarihinin en önemli spor yazarlarından İslam Çupi’nin, "Fenerbahçe büyüklüğü ne şampiyonluk büyüklüğü, ne kupa büyüklüğüdür. Onun büyüklüğü başka bir büyüklüktür işte, adı konamaz" sözleri Şükrü Saracoğlu’nun dört bir yanında yer alır. Fenerbahçe taraftarı için önemli bir sözdür. Senelerce gelmeyen başarılara rağmen sarı lacivertli taraftar her sezon tribünlerde yerini alır, takımını destekler, stat stat gezer, ülke ülke gezer. Desteği kesmez, ama başarısızlığın getirdiği o kötü psikoloji, stres, öfke Fenerbahçe taraftarının toplandığı her yerde de hissedilir. Hava Saracoğlu’nda daha ağırdır, skorbordda Fener logosunun yanında 0 ne kadar uzun süre durursa o kadar daha ağırlaşır hava.
10 yıllık şampiyonsuzluğun, bu süreçte Galatasaray’ın yakaladığı temponun şüphesiz Fenerbahçe taraftarının üzerinde yarattığı bir baskı var. Taraftarın, yönetimden başarıyı getirecek formülü talep etmesi kadar da doğal bir şey yok. Fenerbahçe’ye seçilen yönetimin görevi o takımı şampiyon yapmaktır. 2013-2014’ten bu yana görev yapan hiçbir Fenerbahçe yönetimi, bu hedefe ulaşamadı. Mali tablodaki düzelmeler, önemli oyuncu satışları taraftarı bir yere kadar tatmin edebiliyor.
Bu sezona da büyük umutlarla giriyordu Fenerbahçe. Ali Koç-Aziz Yıldırım rekabeti seçim dönemi zaman zaman çirkinleşse de yıllar sonra tatlıya bağlandı. Koç’un yeni yönetimi göreve hem Yıldırım’ın, hem de Fenerbahçe başkanlık makamının potansiyel varislerinden Sadettin Saran’ın desteğiyle başladı. Dünyanın en önemli teknik adamlarından Jose Mourinho takımın başına geldi, haftalarca Fenerbahçe dünya basınına manşet oldu. Geçen seneki takımın önemli parçalarından Çağlar Söyüncü takıma kazandırıldı, üstüne iki klas isim Saint-Maximin ve El-Nesyri kadroya katıldı.
Ancak Ağustos ortasında Fenerbahçe taraftarı yine kendini umutsuzluğun dibine çekiyor. Şanssız bir kurayla Lille’i çeken Fener, Şampiyonlar Ligi’ne play-off’tan önce veda etti. Süper Lig’in 2. haftasında ise Göztepe ile deplasmanda berabere kaldı.
Göztepe maçına bakalım. Öncelikle Fenerbahçe’nin tempo sorunu devam ediyor, hatta geçen seneden daha geri bir noktada. Bu sorunun en net kaynağı Fenerbahçe’nin orta sahası. Takım geçen seneden bu yana Fred olmadığında ciddi bir yaratıcılık sorunu çekiyor, takım yavanlaşıyor. İsmail Yüksek topun savunma yönünde çok önemli işler yapsa da, hücumda pres dışında o yaratıcılığı sağlayamıyor. Szymanski, dün yaptığı müthiş asiste rağmen doğal bir 10 numara olarak 8’e çekildiğinde zaman zaman kayboluyor. Geçen sene hücum aksiyonlarında önemli bir rol oynayan Ferdi’nin transfer ihtimali nedeniyle 11 oynamaması da oyuna yansıyor. Tadic’in formsuzluğu, yaratıcılığa ihtiyaç duyulan bu dönemde sorunları daha da büyük gösteriyor. Bütün bunların bileşimi, Fenerbahçe’nin Göztepe baskısını kıramamasına sebep oldu. Mourinho’nun hatalı değişiklikleri, 2-0’lık maçın 2-2 bitmesininin önünü açtı.
Son 10 senenin Fenerbahçe’ye yaptığı en büyük kötülüklerden biri, kulübün hem yöneticilerinin hem de taraftarlarının her duyguyu en uçta yaşayan insanlar haline gelmesi oldu. Her zaferde “Fenerbahçe şampiyon”, her mağlubiyette “Fenerbahçe’nin işi bitti”.
Henüz ikinci hafta, ortada kaybedilmiş hiçbir şey yokken sayısız taraftar ve yorumcudan çok ağır Mourinho eleştirileri gelmeye başladı. Mourinho oynanan 6 resmi maç özelinde eleştirilebilir, eleştirilmelidir de. Fred yoksa Mou kalibresinde bir hoca Fred’siz oyuna bir çare bulmalıdır. Ancak bu eleştiriler “Tazminat almaya gelmiş”, “Yatıyor, maçı izlemiyor”, “Bunamış”, “10 milyonunu verin bunu kovun”a geldiyse bir derin nefes almak lazım.
Öncelikle Fenerbahçe bu yaz bir tercih yaptı. Geçirdiği başarılı sezona rağmen İsmail Kartal’la yollar ayrıldı, yerine futbol tarihine en çok iz bırakan hocalardan biri olarak tarihe geçecek Mourinho getirildi. Branco, sportif direktörlüğe devam etti. Mourinho’ya Saracoğlu’nda görkemli bir tören düzenlendi.
Teknik direktör almak bir yatırımdır. Yeni bir yastık alındığında bile alışmamız zaman alırken bir teknik direktörü birkaç maçla değerlendirmek kabul edilemez. Öncelikle kadroda eksikler olduğunu biliyoruz. Bu transferlerin geçe kalması yönetimin sorumluluğundadır. İçinde bulunduğumuz mali tabloya bakınca, eylül ayının beklenmesi çok da olağandışı bir karar değil. Fakat Ferdi Kadıoğlu kadar kritik bir parçanın ağustos ortası satılmaya karar verilmesi büyük bir hata. Bu karar erkenden alınmalıydı, en azından eldeki kritik parçalar bu tarihe kadar geldiyse tutulmalıydı.
Mourinho’yu karşılarken methiyeler dizenler, şimdi İsmail Kartal'ı istiyor. Olympiakos maçı gecesi tweetlerinde tahminen aynı insanlar Kartal kovulsun diyordu. Hatırlayalım, Kartal’ın galibiyet serisinde bazı taraftarlar “Bu adamın bir şeyden anladığı yok, taktikleri Fred ve Tadic veriyormuş” diyordu. Birkaç maçla bütün sezonu feda edecek kararlar almak, belki sonunda olumluya dönecek bir şeyden vazgeçmek manalı mıdır?
Elimizdeki örnekler, Mourinho’nun liginin zirve takımlarından birini aldığında sonunda başarıya ulaştığına işaret ediyor. United ve Roma gibi zirveden uzak kalmış takımlara gittiğinde de Avrupa’da başarıyı sağladığını görüyoruz. Ferguson sonrası en başarılı United sezonu hala Mourinho’nun. Evet, çok kötü şekilde alınmış bir beraberlik olabilir, ancak zaten baskı altında olan takımın hocasına bu kadar yük bindirmeye gerek var mı?
Bir de medyamıza özel bir terim olan “tuttuğu takımı yorumlayan” futbol yorumcuları var. Genelde maç yorumlamayıp ekranlardan başkanlara şunu kov, bunu al diye tavsiye veriyorlar. Mesela dün bir yorumcu “68’de Göztepe golü attıktan sonra Anadolu hocası lazımsa 10.5 milyon € vermeye gerek yok. Gönderin 500 bin €’ya bu işi yapacak bir adam bulun hiç olmazsa 10M € save edin. Sen Anadolu takımı hocası mısın Mourinho!" demiş. Eleştiri doğru, Fenerbahçe maçın son bölümünü kötü tercihler nedeniyle verdi; ancak bu üslup, sürekli had bildirme hali nereye kadar.
Medyadaki böyle sayısız örnek, taraftarı ve yönetimi daha da körüklüyor. En ufak aksilik, dünyanın en büyük sorunu oluyor. Bir anda yeni hayali düşmanlar doğuyor, tek hatadan oyuncular yuhalanıyor. Tabii bu birikmişliğin olumlu olayda da patlaması büyük oluyor, tek derbi zaferi tüm olumsuzları unutturabiliyor.
Çok zor olsa da şu anda Fenerbahçe yönetim ve taraftarına gereken şey sabır. İlk haftalar belli ki böyle geçecek. Doğru eleştiri Fenerbahçe’yi ileri taşıyacaktır. Bu “Mou böyle futbol oynatır, ben oyunu eleştiremem” seviyesinde de olmamalı, “Bu adamı paketleyip köyüne gönderin” dozunda da. Orta saha eksik, taraftar bunu talep etmeli; ancak eldeki oyunculara çöp demeyi bırakmalı.
Göztepe maçı futbolun dışında yine saha dışı olaylarla da anılacak bir maç oldu. Fenerbahçe taraftarının maç başlarken stada alınmaması, çocukların da olduğu bir bölgede biber gazı kullanılması kabul edilemez. Fenerbahçe Başkanı’nın herhangi bir insan tarafından iterek düşürülmesi, kafasına sayısız madde atılması kabul edilemez.
Ali bey gerçekten Fenerbahçe’yi çok seven bir figür, ancak o da konu Fener olunca duygularını en uçlarda yaşayanlardan. Gördüğü muamele nedeniyle taraftarın yanında olmak istemesi en doğal hakkı, kendisi o grubu temsil eden yönetici. Fakat takımın konsantrasyonunu bozan şeyler, zaten kırılgan halde olan Fenerbahçe oyuncu grubunu olumsuz etkileyebiliyor. Keşke Ali Koç, taraftarın yanına içeriden gitmeyi tercih etseydi. Atılan maddeler nedeniyle ara bölgeden yürüyememesi maçın kesilmesine sebep oldu ve kendisine saha içinde çok hadsiz bir saldırı yapıldı. Ancak bu konsantrasyon kaybı 2-0 önde olan Fenerbahçe’yi olumsuz etkiledi. Geçen senelerde alınan kongre kararı, Mesut Özil-megafon olayı, Jesus dönemi üçlü savunma tartışmaları takımı aşağı çekmişti. Ali Koç’un emeklerinin karşılığını alabilmesi için duygularını da çok iyi yönetmesi gerekiyor.
Öte yandan, Fenerbahçe taraftarı kadar sık şiddet gören bir taraftar grubu dünyada var mıdır bilmiyorum. 3 Temmuz döneminde yaşadıkları hala birçok Fenerbahçeli’nin hafızasında tazeyken, dün başkanından taraftara Fenerlilere yaşatılan mağduriyetin failleri, sorumlu tutulmalıdır.
Metin Kaan Kurtuluş kimdir?
Metin Kaan Kurtuluş 1996 yılında İstanbul’da doğdu. Yükseköğrenimi ABD’nin Michigan eyaletindeki Hope College’da Siyaset Bilimi üzerine tamamlarken, Almanya’da Avrupa Birliği üzerine uzmanlaştı ve Kıbrıs sorunu hakkında çalışmalar yaptı.
Gazeteciliğe ABD’de başladıktan sonra 2018 yılında Türkiye’ye dönerek T24’te Dış Haberler ve Dış Politika Editörlüğünü üstlendi. Dış politika üzerine haberleri, dosyaları, makaleleri ve söyleşileri yerli ve uluslararası çeşitli basılı ve dijital yayınlarda yer aldı. Halen T24’ün Haber Koordinatörlüğünü yürütmektedir.
Uluslararası Basın Enstitüsü Türkiye Komitesi üyesi olan Kurtuluş’un Prof. Dr. Sencer Ayata ile yaptığı söyleşiler, ‘Arayan Toplum, Ayrışan Siyaset’ ismiyle Doğan Kitap tarafından kitaplaştırıldı.
Kurtuluş, T24 ekranında da her perşembe günü Barçın Yinanç'la birlikte 'Dış Politikayla İçli Dışlı' programını yapıyor.
|