Alışverişin sanallaştığı, kurumsal işlerimizin birçoğunu çevrimiçi görebildiğimiz, bilgisayar ya da mobil cihazımızla adını bile hatırlamadığımız sayısız web sitesine üye olduğumuz bir dijital çağın içindeyiz. Tepki duyanların, aklı ermeyenlerin bile yolu, günün birinde teknolojinin koridorlarına düşüyor. Sorunlarımızı birkaç "tık"la ya da 7/24 hizmet sunan "çağrı merkezleri"yle çözebileceğimiz, kolaylıklar dünyası burası. "Vadedilmiş bir cennet" adeta!..
Oysa işin içine azıcık girdiğimizde, hiçbir şeyin güllük gülistanlık olmadığını idrak ediyoruz. Zira bazen dümdüz ve davetkâr olan teknoloji koridorları, bazen de insana aklını kaçırtan bir labirente dönüşüyor. Ve yolu oraya bir kez düşenin akıbetini artık cisimsiz, varlığı yokluğu belirsiz bir yarı melek / yarı zebani belirliyor: "Sistem"...
Evleninceye kadar yüzü gülen sevgili: "Sistem"
Yeter ki abone olalım ona! En yeni filmler, kaçırılmayacak maçlar ve fiber hızında interneti evimize getiriyor! Üstelik kurulum ücretsiz ve ilk üç ay bedava!.. "Dilerseniz biz sizi arayalım, kredi kartınızla üyeliğinizi hemen başlatalım" diyor. Kerametlere gebe bir izdivacın arifesindeyiz. Derken sanal onay veriliyor, kutlu birliktelik tesis ediliyor ve!..
Düşüyoruz teknolojinin koridorlarına... Çanak anten kurulumundan sinyali olmayan kanala, paket ücreti ihtilafından sürpriz şekilde artan faturalara kadar her sorunda, artık "sistem"in insafına kalıveriyoruz. Nadiren "Sıkıntı yok efendim" (!) diyen bir çağrı merkezi çalışanının sesi oluyor sistem. Genelde ise sesli yanıt sistemiyle bizi dakikalarca oyalayıp nihayet müşteri temsilcisine ulaştığımızda "Maalesef aboneliğiniz bu işleme kapalı" diye elimizi kolumuzu bağlıyor. Evleninceye kadar yüzü gülen, imzalar atıldıktan sonra hayatı zehir eden bir sevgili kılığına bürünüyor "sistem"... 24 aylık taahhütümüzü mütemadiyen hatırlatıyor bize ve bir öfke anında bozarsak diye akdimizi, bizi "nafaka" ile tehdit ediyor.
Girmesi kolay, çıkması imkânsız 'mafya' düzeni misali...
Kaldı ki nafakayı göze alsak bile işimiz kolay değil. Islak imzalı dilekçe, kimlik fotokopisi gibi belgeleri fakslamamızı (!), hatta gerekirse bir bayilerine uğramamızı istiyor. Küstük ya artık!.. Koskoca teknoloji şirketi bizi "kırtasiye" çağıyla terbiye ediyor.
Bazen de bilgimiz haricinde bağ kuruyor bizimle "sistem"... Tanımadığımız bir çağrı merkezi arıyor; su arıtma cihazından X bankasının avokado hesabına kadar çeşit çeşit (ve hiç ilgilenmediğimiz) "ürün"leri bize tanıtmaya çalışıyor. "Nereden buldunuz numaramı?" diye sorunca "Sistemimizde kayıtlısınız efendim" cevabı geliyor. Ne kadar sinirlensek de o numara "sistem"den silinemiyor. Girmesi kolay, çıkması imkânsız bir mafya düzeni var sanki telefonun ucunda... Ertesi hafta ferdi kaza sigortası satmak için bizi yine arıyor.
Sahi, kim bu "sistem"?
Bir ucundan bulaştık mı teknolojiye, dört bir yanımızı "sistem" sarıveriyor. E-posta bakmak istediğimizde "hata veren" sistem, ATM'den acil para çekmek gerektiğinde "bakımda" olabiliyor. Otobüs kartı, kredi kartı, cep telefonu uygulamalarıyla nerede olduğumuzu, ne yediğimizi, ne içtiğimizi anbean izliyor; sosyal medya reklamlarını bile buna göre dizayn ediyor. O kadar akıllı ki, aynı zamanda dayımızın soyadı olan "anne kızlık soyadı"nı bize güvenlik kodu olarak layık görüyor, dayatıyor. Ve çoğumuzun okumadan geçtiği, onlarca sayfalık "kullanıcı sözleşmeleri"ni daha en başta onaylattığı için, elimizi kolumuzu bağlıyor.
Sineğin yağını çıkarmaya çalışan, bir kuruş için bin takla atabilecek dev şirketlerin karanlık yüzü, "sistem" adıyla karşımızda beliriveriyor her gün... Yedisi de birbirinden farklı, görünmez kollarıyla bir ahtapot gibi hayatlarımızı ele geçirmeye çalışıyor. Faturaları düzenli ödediğimiz sürece "değerli müşteri" olan bizlere, en ufak bir borcun vadesi geçse "sayın abone" diye hitap ediyor.
"Kimse vergi ödemezse savaşlar biter"!
Peki bize "hizmetkârlık" vadederken "efendi"ye dönüşen "sistem"den tamamen kopmak mümkün mü? "Mandıra Filozofu" gibi (Müfit Can Saçıntı ' 14) romantik filmlerde evet, mümkün... Ama şu an birçoğumuz kuyudan su çekip apartman çatısında elektrik üretemediğine göre, şimdilik en azından bazı sistemlerle geçinmemiz gerekiyor. Bunu yaparken mümkünse taahhüt vermemek, daha basit kampanyalara yönelip tuzaklara düşmemek ve en az sayıda bankayla, şirketle çalışmak başımızı daha az ağrıtacağa benziyor.
Kaldı ki şirketlerin en büyüğü olan devlete de nüfus idaresinden trafik cezasına kadar hayatımızın birçok temel noktasında göbekten bağlıyız. Ama "İleri teknolojik bir toplum, merkezî otorite olmaksızın yönetilemez" tezine karşı çıkan antropoloji profesörü Brian Morris de gelecekte tüm iktidar odaklarından bağımsız, özgür bir yaşam sürebileceğimize dair umut aşılıyor. (Brian Morris, Antropoloji Ekoloji ve Anarşizm, Kolektif Kitap 2018, s 109)
Yani Boris Vian, caz esintileriyle dolu fantastik eseri "Günlerin Köpüğü"nde "Kimse uzun süre vergi ödemezse memurların hepsi ince hastalıktan ölür ve savaşlar ortadan kalkar" diye boşuna "sistem"le dalga geçmiyor!..