İnsanları jet hızıyla arşa çıkarıp ışık hızıyla yere indirir bizim ülkemiz… Çok değil, altı ay önce “Kurtar bizi mavi gözlüm!” sloganıyla Fenerbahçe başkanı seçilen Ali Koç da şimdi ağır eleştirilerle karşı karşıya… Bu yönüyle Fenerbahçe, bir “efsane öğütme makinesi” adeta…
Küçükken, koyu Fenerbahçeli akrabalarımızın evine misafirliğe gitmiştik. Uzak kuzenim o gün “Lukovcan geliyooo, Lukovcan geliyooo!” diye coşku içindeydi. Sonra evin içinde futbol oynamaya başlamıştık ve ilk kez o gün kaleci olmayı seçen kuzenimin kendini “Lukovcaaaan, Lukovcaaan” diye yerden yere attığı dün gibi hatırımda.
Söz konusu “Lukovcan”ın Sırp kaleci Živan Ljukovčan olduğu ve Fenerbahçe’ye 1986’da geldiği düşünülürse, 8 yaşındaymışım demek ki… O saf çocuk kafasıyla bile akıl erdirememiştim, bir kalecinin gelip bir takımı nasıl tek başına şampiyon yapacağına ve dolayısıyla kuzenimin coşkusuna!..
Mamafih, iki sezon sonra Živan Ljukovčan, “kova kaleci” ve “Lokumcan” lakaplarıyla ülkesine geri gönderilecekti!..
Neler görecektik daha… “Alman disiplini” diye getirilen Joachim Löw, kısa süre sonra “Acemi” diye Türkiye’den kovulacak ve ilerleyen yıllarda Alman futbolunun patronu olacaktı!.. Löw’ün yerine göreve getirilen günümüzün “medya gurusu” Rıdvan Dilmen “disiplinsizlik”le suçlanacak ve Fenerbahçe’de ekim ayını bile tamamlayamayacaktı. Galatasaray’ı 6-0 yenen Werner Lorant’ın adı “Alman köylüsü”ne çıkacak, Kadıköy’e heykeli dikilen Alex de Souza bile büyük gürültü patırtı ile takımdan kovulacaktı.
Şöhret üret ve öğüt…
Yaşımız ilerlediğinde fark edecektik ki Fenerbahçe’nin bu doymak bilmez “efsane öğütme makinesi”nin en önemli dişlisini spor basını oluşturmaktaydı. Koyu Fenerbahçeli muhabir ve yazarların masa başında ürettiği “efsaneler”, takımını cânıgönülden seven ve hemen, derhal, acil başarı (!) isteyen taraftarlar arasında karşılığını bulmaktaydı. Adını kimsenin ezbere yazamadığı Vladimir Beschastnykh; yaşının 34 olduğu Atatürk Havalimanı’na indiği zaman öğrenilen Simao; “Maradona’nın veliahtı” Ariel Ortega ve daha niceleri, spor sayfalarında altın harflerle lanse edilecek ve bir süre sonra aynı sayfalarda adeta linç edilecekti.
“İspanya gol kralı” olarak Fenerbahçe’ye gelen “Okçu” lakaplı Daniel Güiza’dan geriye ise çok satan bir gazetenin şu manşeti kalacaktı: “Okun batsın!”…
“Alkolik” Didi, “sığır çobanı” Kokotoviç!
Tayfun Atay’ın “Meşhuriyet Çağı” diye tabir ettiği günümüzde, kitle kültürü ve sosyal medya etkisiyle hem rezil hem de vezir olmak çok ama çok kolay!.. Peki Fenerbahçe’nin “efsane” futbolcular ve teknik direktörlerle yaşadığı tek taraflı – trajik aşklar, bu postmodern zamanlara özgü bir durum mu?..
Sorunun cevabını, kendisi de unutulmaz bir Fenerbahçe forveti olan ve bu yıl kaybettiğimiz Halit Deringör’ün bir makalesinde bulabiliriz (H. Deringör, “Antrenörlerin Mezar Taşları”, Cumhuriyet Gazetesi, 10 Nisan 1984). Camiasına bir özeleştiri olarak kaleme aldığı yazısında Halit Deringör, Fenerbahçe’den kovulan ilk antrenörün, 1944’te “fotoğrafçı” diye alay konusu edilen İngiliz John Prayer olduğunu belirtiyor. Aynı yazıda Prayer’ın şanslı olduğunu görebiliyoruz! Zira 1951’de “itfaiye neferi”ne benzetilen vatandaşı Peter Molloy, kovulmakla kalmayıp Fenerbahçeli yöneticilerden bir de dayak yiyor!
Mitsos Dimitropoulos “krampon tamircisi”, Ignace Molnar “yaşlı ve futbolcu komisyoncusu”, Jimmy McCormick “suratsız”, Mirko Kokotoviç “sığır çobanı”, Constantin Teaşcă “deli”, Friedel Rausch ise “artist” denerek kulüpten uzaklaştırılmış zamanında!.. Hatta 1972-75 arasında Fenerbahçe’ye iki şampiyonluk yaşatan Brezilyalı Didi için “alkolik” bile denmiş!
Yani sosyal medyanın olmadığı o yıllarda da “efsane öğütme makinesi” gayet güzel işlemekteymiş.
“Kurtar bizi mavi gözlüm!”
Ve bugün baktığımızda “efsane öğütme makinesi”nin potansiyel hedefinin Ali Koç olduğunu görüyoruz.
20 yıllık Aziz Yıldırım iktidarının ardından özellikle sosyal medyada büyük destek bulan Ali Koç, “Kurtar bizi mavi gözlüm!”, “Vizyoner başkan!”, “Hem zengin hem yakışıklı!”, “Sana cumhurbaşkanlığı yakışır!” gibi güzellemelerle haziran ayında koltuğa gelmişti. Altı ayda futbol takımı küme düşme potasına girince bu güzellemelerin yerini başkana yönelik “acemi” ve “inatçı” gibi eleştiriler aldı.
Sosyal medyayı birbirine katan fanatikler arasında Ali Koç’un “soyadı sayesinde” bir yerlere geldiğini söyleyenler bile vardı!
“Efsane öğütme makinesi” bu kez hem çok hızlı, hem de acımasızdı!
Ersun Yanal: Vizyon mu, kader mi?
Şimdi taraftarlar arasında beklenti; takımı nisan ayında şampiyon yapan ama sonra “çapkınlık” dedikoduları nedeniyle görevine son verilen, yani “henüz tam öğütülmemiş” bir “efsane” pozisyonundaki Ersun Yanal’ın kulübe dönmesi!..
“Bizi kurtarsa kurtarsa Ersun Hoca kurtarır” düşüncesi, tüm sosyal ve yazılı medya imkânlarıyla camianın bilincine enjekte edilmiş durumda. Yani kader, Ali Koç ile “Gündemimizde olmadı, olmayacak!” dediği Yanal’ın yollarını bir noktada kesiştirmiş gibi görünüyor.
Yine “tek adama” bağlanan umutlar, yine acil başarıya endeksli “kurtarıcı” beklentisi, yine en eğitimsizinden CEO’suna kadar koca bir camiayı ortak bir ‘saplantı’da buluşturan, Kafka eserlerini andırır bir ruh hali… Bu çok tanıdık (!) senaryodan farklı bir final çıkar mı, bilemeyiz.
Ama bildiğimiz tek şey, isimler değişse de sistemlerin kolay kolay değişmediği…
Eh, Ali Koç’un en büyük vaadi olan “kurumsallık” da zaten böyle bir şey değil mi?..