02 Şubat 2025

2025 yılında sofralar “çerçöp”le dolacak

Geleceğin yeme politikası, şimdi biz Türklere Mars kadar uzakta. Ama bu pahalılık sürerse, aç ölmek yerine, alternatif beslenmeye kapıları açacağız sanırım

Soru şu: 2025’te ne yiyeceğiz?

Kolay zannedilen ama yanıtlaması çok zor olan bir soru.

Daha doğrusu bir Türk için zor bir soru.

2025’te bir şeyler yiyeceğiz ama ne yiyeceğiz?

Kazık yiyeceğimiz malum! Ya yemek olarak?

En doğru yanıt “Ne bulursak” olmalı!

Ekonomiden pek anlamam. Hele ekonomistlerin kullandığı kelimeler, yabancı dil gibi gelir bana. Ama enflasyon gibi basit kavramların yabancısı değilimdir.

Bu yıl, sebze ve meyveye gelen ve gelecek olan zam yüzde 49 civarında olacakmış. TÜİK’in hesaplaması böyle.

“Doğrucu Davutlar”, ise bu rakamın çok daha yüksek olacağını söylüyorlar.

Yani, 2025’te bol bol sebze yemeği yemek zor görünüyor.

Anlaşılan pazar yerleri gündüz boş kalacak. Kapanma saatlerine doğru da “çürükçü, çarıkçıların” hücumuna uğrayacak. Yani çöpler didiklenecek!

Et, düğünlerde takılacak takı kadar kıymetlendi. Öyle mangalların üstüne çeşit çeşit et dizip, caka atma zamanı tarihte kaldı.

Kavurmayı, döneri, kebabı, etli güveçleri hatta cızbız köfteleri unutun artık. 2025 yılı sofralarının et fakiri olacağı herkesin malumu.

Belki tatlandırmak için biraz kıyma. Çok yavan olmasın diye kemik ve et suyu!

Çocukluğumda kasaba gidip, 100 gram, 250 gram kıyma aldığım çok olmuştur! O günlere dönüş yeniden başladı!

Balık tezgahları, mücevher dükkanı vitrini gibi. Değil bakmak önünden geçmek bile zor. Kıytırık istavrit, kıraça bile ateş pahası.

Demem odur ki, 2025 sofraları balığa da hasret kalacak.

Kümes hayvanları da başını kaldırdı gidiyor. Allah’tan kanat var da, iki kemik arasındaki 10 gram etle nefsimizi köreltiyoruz!

İthal etler karkas geliyor. Yani içi temizlenmiş tüm gövde. Sakatatları göndermiyorlar. Bizde de kesim azaldığı için, sakatat da kıymete bindi. Bu gidişle boklu kokoreçe, işkembe çorbasına, mumbara, kelle-paçaya da hasret kalacağız!

Kuzu beyni bulmakta zorlanmaya başladım. Kapı kapı dolaşıyorum, yok. Bulsam, hovardalık edip bir tane alacağım, bol limonlu, maydanozlu salatasını yapıp, yanında rakımı yudumlayacağım.

İçki faslına girmiyorum. Hem çok pahalı hem sakıncalı.

Akşamcıların çoğu rakı imalatçısı oldu. Türkiye’nin dört bir yanında, evler rakı imalathanesine döndü. Herkes kendi yaptığı rakıyla övünüyor veya kendi yaptıkları rakıyla ölüyorlar.

Peynir, ekmek ve zeytine ne dersiniz?

Bir zamanlar, yoksulluğun simgesi olan üçlü!

Onları da artık unutmak lazım. Fiyatları insanın iştahını kapatacak düzeye geldi.

Özetleyelim o zaman: Et, sebze, süt, meyve, balık yemek 2025’te imkansız gibi!

Tabii tüm Türkiye’yi katmıyorum işin içine. Bir avuç insanı çoğunluktan ayırıyorum. Onların sofraları her zamanki gibi ballı, börekli, serpme olacak.

Ünlü şefler 2025 mönülerini, varlıklı kesimler için yapacaklar.

Çoğunluğun ne yiyeceğine ise, belediyelerin, Kent Lokantaları’nın aşçıları karar verecek!

Zannediyorum protein artık bakliyattan alınacak. Sebze için pazar bitimindeki “Çer çöpler” toplanacak.

Biz de durum böylesine karanlık.

Ya dünya mutfakları 2025 ve ötesi için neler yapacak?

Dünya mutfaklarına yön veren beslenme uzmanları, şimdi de gözlerini doğadaki “Börtü Böcek’e” dikti.

Aklınıza gelebilecek her canlı, yemek olup, önünüze konacak!

Dünyanın ünlü şefleri, alternatif malzemelerin ve fantezi mönülerin peşinde koşuşturup duruyor.

Hayal kurmanın sınırı yok!

Örneğin, Meksika’da Tekila’nın yapıldığı Agav bitkisinin kökünde yaşayan tombul solucanların yumurtalarından, yağda kızartılarak yapılan dürüm kapış kapış gidiyor. Eğer yemeye niyetlenirseniz bu dürümün adı: Escamoles.

Hong Kong’ta kurutulmuş kertenkele, Japonya’da ton balığının gözü, beslenme listelerinde yer alan yiyecekler.

Gelelim böceklere.

Çekirgeler bir sıçradı, iki sıçradı, üçüncüsünde mutfaklardaki yerini aldı. Protein miktarı oldukça yüksek olan çekirgeler, artık geniş kitlelerce tüketilmeye başlandı.

Çinliler bu hayvanı üretmek için Afrika’da geniş araziler satın alıp, üretime geçtiler bile.

Uzak Doğu’nun bu lezzetli sokak atıştırmalığı, artık tüm dünya mutfaklarına doğru yolculuğa başladı. Çoğu gıda reyonlarının raflarında konserve olarak boy gösteriyor. Çekirge unu da raflarda yerini alan gıda maddesi oldu.

İtalya’da, çekirge unuyla yapılan pizzalar oldukça rağbet görüyor.

Ben, Bang Kong’ta kızartılmış çekirgenin tadına baktım. Beypazarı kurusunu anımsattı.

Ünlü şef Gordon Ramsey, kendisine ikram edilen kızarmış Tarantula’nın bacaklarının tadının, tavuk kanadı tadına benzediğini söyledi ve afiyetle yedi. Tarantula, bir basketbolcunun avucu büyüklüğündeydi.

Akrep, hamamböceği, tırtıllar, karıncalar artık görmeye alıştığımız, yenmesi fikrini pek yadırgamadığımız yiyecek kaynakları haline geldi.

İnsanoğlunun gözü şimdi denizin derinliklerinde. Balık neslini yavaş yavaş tükettik, sıra geldi diğer deniz canlılarına.

Japon mutfağının gözde yiyecekleri olan yosun ve deniz anası, hedefteki yiyecekler. Gıda sektörü özellikle deniz anasını tüm dünya sofralarına sokmanın peşindeler.

Bunun için çeşitli pişirme yöntemleri deniyorlar.

Diğer bir yiyecek adayı da deniz yosunu. Bunu da günlük tüketilen gıda maddesi yapabilmek için harıl harıl çalışıyorlar.

Deniz solucanları, deniz atı, deniz yıldızı, deniz patlıcanı, deniz kestanesi ve diğerleri… İnsanoğlunun niyeti, dünyada canlı olarak ne varsa hepsini yiyebilmek. Her şey tükenince dünya da tükenecek ve son gelecek.

Sözün özüne gelirsek: Artık yabancısı olduğumuz yiyeceklere burun kıvırmayalım. Onları yakın bir gelecekte mutfaklarımızda kullanacağımız gerçeğine kendimizi hazırlayalım.

Geleceğin yeme politikası, şimdi biz Türklere Mars kadar uzakta. Ama bu pahalılık sürerse, aç ölmek yerine, alternatif beslenmeye kapıları açacağız sanırım.

Mehmet Yaşin kimdir?

Mehmet Yaşin 1950 yılında Ankara'da doğdu. Üniversitede sosyoloji öğrenimi gördükten sonra 1970'li yılların başında gazeteciliğe başladı. Çeşitli gazetelerde muhabir, editör, yazı işleri müdürü ve yayın yönetmeni olarak çalıştı.

Gezi ve keşif dergisi Atlas'ı çıkardı. Daha sonra Hürriyet Dergi Grubu Genel Müdürlüğü görevini üstlendi.

Televizyon kanalları için belgeseller hazırladı. Daha sonra kurucusu olduğu Doğan Kitap'ı beş yıl boyunca Genel Müdür olarak yönetti.

Hürriyet gazetesinde gezi yazıları, çok sayıda dergide yeme-içme üzerine yazılar kaleme aldı, CNNTürk'te hazırlayıp sunduğu 'Lezzet Durakları' programı büyük beğeni topladı.

Yemek ve mutfak üzerine yazılar yazmayı, Atlas dergisi için çıktığı gezilerde gittiği yerlerin yemeklerini de keşfetmeye başlamasına bağlayan Yaşin, "Keşfetmek duygusundan hareketle mutfakları araştırmaya başladım. Yemeğin o yörenin, ülkenin kültürünü anlamak için en iyi araç olduğunu fark ettiğimden beri, mutfaklardan çıkmaz oldum. Yemek için kullanılan malzemeler, pişirme teknikleri, yemeklerin öyküleri derken mutfak vazgeçemediğim ilgi alanı oldu" diyor ve ekliyor:

"Gittiğim ülkeleri anlatırken, yemeğe değinmeyince yazımın yarım kaldığını gördüm. Bir de belki benim önerimle o coğrafyalara gidecek insanlara yardımcı olabilirim duygusu beni yemek yazmaya itti. Ben yemeğin nasıl yapılacağından çok nasıl yapıldığı ile ilgilendim. Yemeğin öyküsü daha çok ilgimi çekti. Yemeğin tarihi merakımı uyandırdı. Okudum, sordum, soruşturdum, biriktirdim. Tüm bu bilgileri kendime saklamanın haksızlık olacağını düşündüm. Benim gibi yemeğin peşinde koşturanlarla paylaşma duygusu ağır basınca yemek yazılarına başladım."

Yayımlanmış kitapları

'Lezzet Durakları', 'Yemek Sırları', 'İstanbul Lezzetleri', 'Uzakname', 'Yakınname' (Doğan Kitap) ve 'Yumurta Nasıl Kırılır?' (Remzi Kitabevi) adlı kitapları yayımlandı.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Hemingway gibi olabilmek

Hemingway'i uzun yıllar delice takip ettim. Kendi yolumu bulduktan sonra da ardından koşturmayı sürdürdüm. Bu 40 yıl sürdü. Artık yoruldum. Çünkü onun yemede, içmede, gezmede, sevmede hiçbir ölçüsü yoktu. Sonunda anladım ki, onun gibi olmak imkansızmış

Esin perisi yemek ister

İyi eser vermek istiyorsanız, esin perinizi asla aç bırakmayın!

Selim İleri iyi bir Oburcuk’tu

Selim İleri ile yıllarca öğle ve akşam yemeklerini paylaştım. Biraz sonra “Oburcuk Mutfakta” adlı kitabından aldığım anıların bir kısmını dinledim. Kâh güldüm, kâh efkarlandım

"
"