1993 yılıydı. O yıllarda rakıdan votkaya, likörden cine tüm yerli sert alkollü içkileri üreten Tekel, şarapta da önemli bir oyuncu durumundaydı. Buzbağ, Hoşbağ, Narbağ ve Güneybağ gibi kaliteli şarapların yanı sıra Güzel Marmara’dan Çubuk’a pek çok ucuz sofra şarabını da Tekel üretiyordu. Ve devletin bu içki holdingi her iki yılda bir Ürgüp’te uluslararası bir şarap yarışması düzenliyor, böylece yasasındaki “Şarapçılığın gelişimine destek olma” görevini yerine getiriyordu.
Rahmetli Tuğrul Şavkay ve değerli Ahmet Örs’le birlikte konuk jüri üyeleri olduğumuz 93 yarışması, hayli hareketliydi. Türkiye’nin henüz cılız olan şarapçılığı büyük ölçüde temsil ediliyor, daha çok Doğu Bloku ve Balkan ülkelerinden gelen orta kırat yabancı şaraplarla yarışıyordu. İki günlük maratonun sonlarına doğru, ödüller açıklanmadan kısa bir süre önce bir jüri üyesi dostumuz asık suratla yanımıza geldi. Canı sıkkındı:
“Buzbağ’a büyük altın madalya verildi. Oysa siz de gördünüz, bu yılki o kıratta bir şarap değildi. Tekel’de memur olan jüri başkanı ‘Tekel’e iyi bir madalya çıkarmazsak ayıp olur’ diye bastırdı…”
O yıllarda bazıları böyle “arkadan ittirilerek” altın madalyalara erişebilen, Tekel yarışmalarında zaman zaman altın ve gümüş alsa da uluslararası ciddî yarışmalarda bronz madalyayı pek geçemeyen Türk şarapları, bugünlerde ise madalya şampiyonu… Dünyanın saygın şarap ülkelerindeki yarışmaların sezonunun yeni açılmasına rağmen, şimdiden tam 34 şarabımız altın ve gümüş madalyalara kavuştu.
Yarışma var, yarışma var; madalya var, madalya var…
Tekel’in eski yarışmalarından biraz gülümseyerek söz ettik ama, dünyanın diğer ülkelerindeki şarap yarışmalarının da hepsi aynı saygınlıkta değil… Özellikle İtalya’da çok ticarî yarışmalar var, üreticilerin katılım ücretleri yüksek, buna karşılık hemen her şarap bir madalya alıyor. Fransız ve Almanlar ise ciddî ve ilkeliler, madalyaları da öyle bol keseden dağıtmıyor, şarapları gerçekten iğne deliklerinden geçiriyorlar. Türk şaraplarının son zamanlarda hep zaferle döndüğü yarışmalar da işte bunlar. Paris’teki Vinalies Internationales yarışması, Doluca’nın öne çıktığı bir ortam oldu mesela. Denizli bağlarının üzümlerinden yapılan 2016 rekoltesi Doluca Tuğra Öküzgözü, altın madalyaya lâyık görüldü. Şaraplarımızın aldığı 12 gümüş madalyadan dördü yine Doluca’ya aitti. Kavaklıdere ile Turasan üçer, Kocabağ ile Pamukkale de birer gümüş kazandı.
Bir diğer önemli yarışma da Almanya’daki Mundus Vini’ydi. Burada da yine Doluca’dan Kav Narince 2017 ile Sarafin Chardonnay 2017 altın madalya aldı, diğer iki altın da Merlot Reserve 2015 ile Suvla’ya ve Côtes d’Avanos Chardonnay - Narince 2017 ile Kavaklıdere’ye verildi. Bu son şarap, aynı zamanda “Yarışmadaki en iyi Türk şarabı” ilan edildi. Şaraplarımızın aldığı 15 gümüş madalya ise, dokuz Doluca, üç LA, iki Yedi Bilgeler ve bir de Kocabağ şeklinde dağıldı.
Bu yarışmalarda Doluca öne çıkarken, Kavaklıdere de bir başka ilginç yarışmadan, şarapları tamamen kadın tadımcıların değerlendirdiği Fransa’daki Concours Mondial des Féminalise’den başarıyla döndü. Egeo Cabernet Sauvignon 2016 ile Prestige Öküzgözü 2012, bu yarışmadan altın madalya kazandı.
Madalyalar nedense talebi pek arttırmıyor
Yarışma sezonu sürüyor, şarap piyasasında ciddî birer kriter olan İngiltere’deki yarışmalar da şu günlerde yapılıyor. Öte yandan ilginçtir, bu yarışmalarda alınan ödüller Türk şarapseverlerde üreticiler kadar heyecan yaratmıyor, ödüllü şaraplara talep fazla artmıyor. Sanırım bazı şarap tutkunları “Yarışmalara özel şişeleme yapılmış olabilir mi?” diye tereddüde düşüyor. Kimi şarapsever de, “Bu şaraplar madem bu kadar güzeller, neden aynı hazzı ben almıyorum, içince başım öyle göğe ermiyor?” diye soruyor.
30 küsur yıldır şarap dünyamızı çok yakından izleyen bir gazeteci olarak, şimdiye dek sadece bir kez, o da 1980’lerde Mürefte’deki merdivenaltı bir üreticinin yarışmaya özel şarap gönderdiğine rastladım, onun dışında şarap üreticilerimizin ciddî ve dürüst davrandığının tanığıyım. O yüzden birinci kuşku, bence gereksiz.
Bu şarapları günlük hayatta içtiğimizde yarışma jürileri kadar keyif ve heyecan duymamamıza gelince… Orada da kusuru üreticiler ve şaraplar yerine, onları kötü koşullarda saklayan otel ve lokantalarda, hatalı sıcaklıklarda ve yanlış kadehlerde sunan garsonlarda, uyumsuz yemeklerle tatmaya çalışan, yanlış zamanlarda açtıran müşterilerde aramaktan yanayım.
Kısacası kabahat şaraplarımızda değil, şarap servis ve içim kültürümüzün yeterince gelişmemesinde...