Yıl, 2001. Bir devlet kuruluşu olan içki devi Tekel, yıllardır düzenlediği uluslararası şarap yarışmalarından birini daha yapıyor. Özelleştirmenin eli kulağında olduğu için, bunlar belki de son yarışmalar. Nitekim bu yarışma da özelleştirme kapıya geldiğinden değil ama, yarattığı bir skandaldan dolayı son oluyor. Tekel Genel Müdürü kurumun bir personeli olan jüri başkanını çağırıp "Bu ne rezalet! Kafanıza göre gayriciddi iş yapıyor, hepimizi rezil ediyorsunuz" diyerek yarışmaya son veriyor.
"Skandal", dünyanın en ünlü ve saygın şaraplarından birinin -hem de olağanüstü bir rekoltesinde- tüm dünyada ödül üzerine ödül alırken bizde en basit madalyalardan birine dahi lâyık bulunmaması. Hatta bizde madalya alamadığı yarışmadan hemen sonra, ABD’nin ünlü Wine Spectator dergisi tarafından ""Dünyada Yılın Şarabı" seçilmesi. Öte yandan yarışmayı düzenleyen Tekel’in orta kırat şaraplarının altın madalyaya lâyık görülerek, sonuçların kargaları bile güldürmesi…
O yıllarda yazarı olduğum Sabah gazetesinde ve Gurme dergisinde bu acayipliği yazarak eleştiriyorum. Biraz kurcalayınca da şu ortaya çıkıyor: Yarışmanın jürisi, hemen hemen tümüyle Türk eksperlerden ve Doğu Bloku önologlarından oluşmuş. O yıllarda ne eski sosyalist ülkeler ne de Türkiye; Fransa, İtalya ve Kaliforniya’nın yeni geliştirdiği güçlü, gövdeli, yoğun tanenli ve "meyve bombası" zengin kırmızılara alışık değil. Bizde ve Doğu Bloku’nda şarapçılık 1930’ların Alman ekolüne göre şekillenmiş. Yüksek asidite değerli bulunurken tanenlerin de hafif olması arzulanıyor, kırmızılar sulu ve ince üretiliyor. Bu damak tadına göre akord tutmuş bir jüri Tekel’in o günlerde yüksek asitli ve hafif tanenli şarabı Buzbağ’ı yüceltirken, İtalya’da asrın rekoltesi 1997’nin ürünü Solaia ile Tignanello’nun değerlerini takdir edemiyor. Dünya yarışmalarından madalyaları ve 90 üstü puanları boyunlarına beşibiryerde gibi dizen bu "Super Tuscan"ların bizde "katılım diploması" ile geçiştirilmesi, haliyle alay konusu oluyor.
O günleri hatırlamanın nedeni, geçtiğimiz hafta benzer bir sapmanın bu kez iddialı Türk şaraplarında da yaşanmış olması. İngiltere’deki bir yarışmada, çok daha köklü yarışmalardan altın ve gümüş madalyalar alan şarapların, bir bronz’a bile lâyık bulunmaması…
Standartlara uymayan bir yarışma…
İngiltere’de yapılan Sommelier Wine Awards’da 2001’deki kadar keskin olmasa da, benzer bir tuhaflık Doluca’nın en iddialı şarapları Alçıtepe, Signium, Kav ve Theodora ile Kavaklıdere’nin Selection’larının başına geldi.
7 şarabımızın altın, 7’sinin gümüş, 9’unun da bronz madalya aldığı yarışmada 19 şarabımıza da madalya altı bir kategori olan "tavsiye" sıfatı verildi. Tam listesi buradan okunabilecek madalyalı şaraplar Diren, Doluca, Kastro Tireli, Kavaklıdere, LA, Pamukkale, Suvla ve Vinkara firmalarına aitti. Çoğu orta fiyat çizgisindeydi, kırmızılar ağırlıkla yumuşak ve meyvemsi, hafif tanenli ve az fıçılıydı. Aynı firmaların güçlü gövdeli, yoğun tanenli, fıçıda uzun beklemiş şarapları ise "tavsiye" listesine girebildiler. Almanya ve Fransa’nın en köklü yarışmalarından hem altın, hem de gümüş madalyalar alan bu şaraplar bronz’a bile tırmanamadılar.
Restoranların şarap sorumluları ve şarap garsonları olan someliyelerin düzenlediği yarışmayı biraz araştırdığınızda, jürinin bu meslekten, çoğu genç ve sınırlı tecrübeye sahip kişiler olduğu görülüyordu. Bu birinci falsoydu, zira ciddî yarışmalarda jüri şarap üreticisi, şarap yazarı, önolog, someliye, hatta tecrübeli tüketici gibi bir profilin karmasıydı. Tadım ortamları da ciddi bir şarap değerlendirmesine uygun değildi. Tadımlar basık, karanlık ve doğal ışık almayan bir salonda yapılmış, masaların üzerine gelişigüzel serpiştirilmiş şişeler adeta omuz omuza, diğer tadımcının notunu görerek, hatta onunla konuşarak tadılmıştı. Oysa Uluslararası Bağcılık ve Şarapçılık Ofisi kurallarına göre salon aydınlık, ferah ve geniş olmalı; her tadımcı yalnız oturmalı ve diğerinin notunu görmemeliydi. Diyalog yasaktı, şaraplar geniş zaman ayrılarak, odaklanılarak tadılmalıydı.
Jüri ve tadım ortamı kadar puanlama sistemi de önemli
Bir başka hassasiyet de puanlama üzerineydi. Kimi yarışmalarda her örnekte en yüksek ve en düşük verilen puanlar dikkat dışı bırakılıyor, birbirine yakın puanların ortalaması alınıyordu. Kimi yarışmada ekstrem notlar verenlerden aynı örneği yeniden tatması isteniyordu. Tadımcılar arasında büyük farklar olduğunda, bazen açık tartışma yapılıyordu. Benim jüri üyesi olduğum Bordo’daki bir tadımda, jüri her şarabın notunu sekreteryaya verdikten sonra başkan rastgele bir üyeyi kaldırıyor, "Kaç puan verdiniz, niçin?" diye puanını savunmasını istiyordu. Bu gibi yöntemlerle sapmalar önlenmeye çalışılıyordu. İngiltere’de ise belli ki böyle bir özen de gösterilmemiş, diğer dünya yarışmalarının çizgisinden çok uzaklaşılmıştı.
Bu örnek de gösteriyor ki, şarap yarışmaları ve madalyalar dikkate alınmalı ama şarapseverler için tek ölçü olmamalı. Şarap tutkunları madalyaların da bir ortalamasını almalı, şarap yazarlarını da okumalı, kendi damak zevkini de önemsemeli; son tahlilde damağının hâkiminin ise kendisi olduğunu unutmamalı.
Ve büyük önolog Andre Tchelistcheff’in 90’lı yaşlarında "İnsanlar o kadar şarap tadıyorlar ki, şarap içmeyi unuttular!" dediği duruma düşmemeli. Türkiye’nin duayen önoloğu Ahmet Kutman’ın söylediği gibi "Bir şarabı anlamak isteyen, bir şişeyle tüm bir akşamı geçirmeli", onun değişik anlardaki değişimini de gözlemlemeli, yaşamalı…
Bu da uluslararası standartlara uygun bir yarışmadan, 2004'te konuk jüri üyesi olduğum Grand Jury Europeen tadınımdan