19 Ekim 2019

İki bağdan izlenimler…

Bağbozumunun son günlerinde Kapadokya ve Kalecik bağlarında gördüklerim, Türk şarapçılığının geleceği için umut vericiydi

Üzüm kabul bölümüne yaklaşan kamyonun üzerindeki “arı bulutu” görülmeye değerdi. Yeni hasat edilmiş Emir üzümlerinin üzerine pike yapan arılar belli ki ağızlarının tatlarını iyi biliyorlardı. Kamyondaki kasalar üzüm ayıklama bandına döküldükçe, arıların hücumları iyice arttı. Mükemmel olgunlaşmış, yeşil renkleri kızıl kehribara dönmeye başlamış Emir üzümleri öyle güzel kokular saçıyorlardı ki, birkaç kadeh şarabın azalması pahasına ben de iki salkımı yemekten kendimi alamadım.


Kapadokya'nın ünlü Emir üzümünün olgunlaşması Ekim başını buluyor...

Önde gelen firmaların insan kaynakları yöneticileriyle Kavaklıdere’nin Kapadokya’daki Côtes d’Avanos bağlarındaydık ve bölgedeki hasadın son gününü yakalamıştık. Yörenin Hititler zamanından kalma üzümünü meze yaparak yine bu üzümden yapılmış soğuk köpüklü şarapları yudumladık, ardından tesisi gezdik. Genç önolog Sanem Karadeniz ve ekibi modern ekipmanları da gösterdiler, Enis Batur’un “Dev şarap kumbaraları” dediği Fransız meşe fıçılarıyla dolu mahzenleri de gezdirdiler. Ve ”2019’da son yılların en iyi bağbozumlarından birinin yaşadık” müjdesini verdiler.


Côtes d'Avanos bağlarının killi ve kireçli volkanik toprak yapısı, iyi beyaz şaraplar için ideal

Merkezi Ankara’nın Akyurt ilçesinde bulunan Kavaklıdere, bu bağları 20 yıl önce kurmuş ve bölge üzümlerini yerinde işlemeye başlamıştı. Kapadokya’nın volkanik kayaların ufalanmasıyla oluşmuş “tüflü” toprağı ve sert karasal iklimi, beyaz şaraplık üzümler için idealdi. Bu yüzden de Emir, Narince, Chardonnay ile Sauvignon Blanc buranın ana üzümleriydi. Fermantasyonunu yeni tamamlamış kırmızı Tempranillo şarabı da bu üzümün bağlara adapte olduğunu gösteriyor, ilginç bir gelecek vaat ediyordu.

Öğlen Kayseri’nin ünlü et lokantalarından Hacı Steakhouse’un yanı başımızda ızgara ettiği lokum gibi etleri yerken, lokantanın ikinci şubesini ABD’de, Orlando’da açmak üzere olduğunu öğrendik ve bu yerli marka için gurur duyduk. Bir başka iyi haber de, firmanın üçüncü kuşak sahiplerinden Cevza Başman’dan geldi:

“Bağlarımızı sadece şarapseverlere değil, toplantılarını doğanın koynunda, asmalardan oluşan ‘yeşil bir denize’ karşı yapmak isteyen kurumlara da açıyoruz. Kurumsal toplantılarını Kapadokya’da yapmak isteyenlere şarap tadımlarıyla renklenen yöre gezileri de düzenleyeceğiz…”

Her birimize bir asmanın sembolik olarak armağan edildiği, bağda asmamızı bulup adımızın yazılı olduğu plakayı iliştirdiğimiz ve hatıra fotoğrafları çektirdiğimiz keyifli anlardan sonra, İstanbul’a dönmeden bir de sergi gezdik. Kavaklıdere bir sanat galerisiyle işbirliğine giderek bir grup ressama eski fıçılarını resimletmiş, bir düzineden fazla fıçıyı özel bir salonunda sergilemeye almıştı. Üretimi adeta bir sanat olan şarabın plastik sanatlarla bu buluşması da, ayrı bir keyifti…


Ankara-Kalecik'teki Vinkara bağları, sanatçı Gökhan Tüfekçi'nin cephesini resimlediği bir şaraphaneye sahip

Ankara’da bir “şampanya” mahzeni

Günübirlik bu Kapadokya seferinden sonra bir bağ ziyaretini de Ankara’ya, Kalecik Karası üzümleriyle ünlü Kalecik ilçesine yaptım. Kızılırmak havzasında, dağlarla çevrili bir arazideki Vinkara bağları 1.800 dönümlük Côtes d’Avanos bağları kadar büyük olmasa da, giderek genişliyordu. 500 dönümlük bağa bu yıl 250 dönüm daha eklenmişti. Bazıları bir uçurum sertliğindeki dik yamaçlara kurulu bağların hemen yanı başından Kızılırmak akıyor, ırmağın yarattığı nemli mikroklima karasal iklimle birleşince üzümleri ağır ağır olgunlaştırıyordu. Gündüz ile gece arasındaki 20 dereceye varan sıcaklık farkı, şaraplık üzümler için biçilmiş kaftandı. Firmanın sahiplerinden Ardıç Gürsel ile gezdiğimiz bağda pazarlama yöneticisi Damla Demir, tesis müdürü önolog Candaş Mısır ve bağlar sorumlusu Naze Gülay’dan da bilgiler aldık. Ağır aksak giden bir traktörle bağı parsel parsel gezdik ve bir parselin önünde durduk. Candaş Mısır heyecanla anlattı:

“Buradaki 10 dönümde Türkiye için yeni bir teknik deniyoruz. Kalecik Karası’nı ‘goble’ denilen yere yakın tarzda ya da telli bağda değil, direklere sarınarak dikine yükseldiği bir tarzda deniyoruz. Romalılar zamanından kalma ‘arberello’ denilen bu teknik, İtalya’da bile nadir uygulanıyor. Ve şarapta beklemediğimiz ölçüde iyi sonuç veriyor…”

Ardından tesise yöneliyor ve kavları geziyoruz. Burada da sanatla şarabın evlendiği ilginç bir uygulama karşımıza çıkıyor. Genç sanatçı Gökhan Tüfekçi önceleri herhangi bir fabrika binasını andıran şaraphanenin dış cephesini kısmen resimlemiş ve çok sevimli bir görünüm ortaya çıkmış.

Mahzenlerde de sürprizler var. Fıçı salonunda, meşe fıçılara göre daha açık renkte fıçılar dikkatimizi çekiyor. Candaş Mısır, “Yine Türkiye’de bir ilk olarak İtalya’dan akasya ağacından fıçılar getirttik. Bir grup Narince şarabını bunlarda dinlendiriyor ve farkı gözlemliyoruz. Bunun da Narince’lerde fark yaratacağından eminiz” diyor.

İkinci sürpriz ise, daha da soğuk bir özel oda. Burada da ahşap kerevetlerde köpüklü şaraplar baş aşağı dinleniyor ve ikinci fermantasyonda oluşan maya tortuları ağızlarında toplanıyor. Belli aralıklarda saat yönünde döndürülen şişelerin boyunları bir süre sonra dondurulacak, tortular dışarı atılacak ve köpürme özelliği kazanan şaraplar mantarlanacak. Yıllardır Fransa’daki şampanya evlerinde gördüğüm bu sahneleri Ankara’da görmek, “şampanya metodlu” Türk köpüren şaraplarının üretimine tanık olmak güzel.

Soğuk derken, bir başka soğuk odayı daha ziyaret ediyoruz. Burası buz gibi, yeni gelen üzümler burada dinlendiriliyor, işleme sonra alınıyor. Burada da yeni kesilmiş Öküzgözü üzümlerini tadıyor, bağbozumunu bu partiyle bitiren işçilerin “oh” deyişlerine tanık oluyoruz.


Bağların içinde yapılan şato tipi üretim sayesinde şaraplarımız güzelleşiyor

Panoramik bağ manzaralı tadım odasında yaptığımız degüstasyonda da Vinkara’nın sahip çıktığı yöresel Hasandede üzümünden beyazların ve yine yörenin Kalecik Karaları’nın giderek geliştiğini, daha kompleks şaraplar haline geldiğini görüyoruz. Vinkara bağlarında Fransız kökenli üzümler de var ama yerli üzümlere daha bir heyecanla yaklaşılıyor. “Arberello” bağının şimdilik bin şişecik yapılabilen ve mahzenlerde dinlenen Kalecik Karası ise farkını gösteriyor. Normal Kalecik Karası’ndan daha zarif ve ince nüanslı, gelecek vaat ediyor.

Hasatın son günlerinde gezdiğim iki bağda da gördüğüm, şarap üreticilerimizin bağcılıkta ustalaştıkları, yerli üzümlere ayrı bir tutkuyla yaklaştıkları ve üretimde de daha ince ayrıntılara indikleri yönünde… Bunlar kadar keyif veren bir başka nokta da, ülkemizde de artık Avrupalı danışmanlara bağımlılığımızı azaltacak bir genç önologlar kuşağının oluşması.

Belli ki, hiçbir uygar ülkede benzeri olmayan tanıtım yasakları kalkarsa, alım gücünü azaltıp şarabı pahalı kılan ekonomik koşullar düzelirse ve bir nebze de devlet desteği gelirse, Türk şarapçılığı uçup gidecek. Zira “arkası” giderek sağlamlaşıyor…

 

Yazarın Diğer Yazıları

Fındıkağacı malikânesi

İskoçya'nın bir numaralı malt viski üreticisinin miras bıraktığı paha biçilmez fıçılar şişelendi, Türkiye'ye kadar geldi…

İçki dünyasından bir Levent Kömür geçti

İçki dünyamızın en büyük şirketi Mey Diageo’yu 7 yıl boyunca yöneten, görevini soranlara “Yeni Rakı’nın genel müdürüyüm” diyen sıradışı bir insanın serüveni…

“Ramazan'ın gülü” giderek soluyor…

Güllaçlarda gül tadının “eser miktarlara” indiği, gül reçelinin hepten unutulduğu, gül likörünün anılarda kaldığı günlerde, sitemli bir Ramazan yazısı…