Başlığı okuyanlar eminim yadırgayacaklardır… Avrupa’da vergisi sıfır olan şaraba vergi üstüne vergi koyan, şarabın reklamlarını ve tanıtımını yasaklayan, 22.00’den sonra şarap satışına engel koyan, şaraphaneleri kaçakçı deposu gibi basıp birkaç şişe bandrolsüz şarap çıktı diye astronomik cezalar veren bu ülkede, dünya şarapçılarının işi ne?
Bu sorularda bir anormallik yok, zaten dünya şarapçıları da şu günlerde İstanbul’da değillerdi. Uluslararası Şarap Kongresi, bundan tam 70 yıl öncenin Ekim’inde, 1947’de İstanbul’da toplanmıştı… Bu yazı da kongrenin 70. Yılı dolayısıyla, ülkemizde nelerin değiştiğini göstermek için yazıldı.
Tarihler 2 Ekim 1947’yi gösterdiğinde, padişah Abdülhamit’in yaptırdığı Yıldız Sarayı’ndaki Şale Köşkü’nün önü ana-baba günü gibiydi. Birbiri ardına siyah makam arabaları sarayın önüne geldi, içlerinden kerli ferli insanlar indi ve salonları doldurdu. Bir gazeteci ordusu da habire flaş patlatıp duruyordu. Avrupa milyonlarca insanın öldüğü, 6 yıl süren İkinci Dünya Savaşı’ndan yeni çıkmıştı. Sadece şehirler değil, bağlar da harap vaziyetteydi. Erkekler cephede olduğundan bağbozumlarını kadınlar ve çocuklar yapmış, şarap üretimi düşmüştü. Zaten kimsede şarabın tadına varacak hal de yoktu. Almanlar Fransa’da şampanya mahzenlerini yağmalamış, Londra bombardımanında da Thames kıyılarındaki şarap depolarını vurmuşlardı. Yaralı Avrupa bağcılığı, uzun yıllardır yapılmayan kongreyi savaş dışı kalmış ama yakın bir ülkede yapmak istemişti. Şarabı tarımsal kalkınma açısından önemseyen, onu adeta bir “ülkü” olarak gören o günlerin genç Cumhuriyet’i de öneriyi zevkle kabul etmişti.
Sekiz bakanla katıldığımız şarap kongresi
Türkiye şarap kongresine ev sahipliğini o denli önemsemişti ki, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Faik Ahmet Barutçu’nun yanı sıra Dışişleri, Maliye, Ekonomi, Gümrük ve Tekel, Turizm, Ulaştırma ve Ticaret bakanlarını da kongreye göndermişti. Şeref Komitesi’ndeki sekiz bakanın görevlerine bakılınca, hükümet adeta “Biz şarapçılığın ne kadar çok alanı ilgilendiren ve fayda sağlayan bir uğraş olduğunun farkındayız” diyordu. Cumhurbaşkanı İnönü, Başbakan Saraçoğlu ve TBMM Başkanı Renda’nın da telgraflarıyla kutladıkları kongre, Gümrük ve Tekel Bakanı Şevket Adalan’ın konuşmasıyla açılmıştı. Adalan, “Yurdumuzun bağ sahalarındaki çeşitli üzümlerden yararlanan şarapçılığımızın kalite ve miktar itibariyle gelişmesi için ileri hamleler başlattık” diyordu.
Kongreye Fransa’dan İtalya’ya, Macaristan’dan Avustralya’ya bağcılık ve şarapçılıkta iddialı dokuz ülke daha katılmıştı. İşin ilginci bunlardan Avustralya delegesinin söyledikleriydi. “Biz şarapçılığı henüz öğrenmekte olan bir ülkeyiz. Buradan öğrenecek çok şeyimiz var” diyordu delege. 70 yıl sonra boynuzun kulağı geçeceğini, bu yeni kıtanın genç şarapçılığının Türkiye’yi katbekat aştığı gibi Avrupa ile de boy ölçüşeceğini kim tahmin edebilirdi?
Fransız baş delegesi Mösyö Barthe de coşkuluydu. “Genç milletlere özgü enerjiyi yeniden bulan bir ülkede toplanmamız beni mutlu etti” diyordu Fransız delege. “Şanlı bir geçmişe sahip ve kuru üzüm sanayii ile ünlü olan ülkeniz, ekonomik kalkınmasıyla dünyayı hayrete düşürerek büyük bağcılık ailesinde yerini aldı. Dünyada Türkler kadar hiçbir ulus bu sahada bu kadar eski ve hakiki asalet belgelerine sahip değildir. Yeryüzünün yol kavşağında ve ulusların geçit yerinde bulunan Anadolu’da bağ, bu köylü demokrasisinde kendi evinde sayılır. Nitekim Boğazköy kazıları parlak Hitit uygarlığında bağcılık ve şarapçılığın ne denli olduğunu da gösterdi…”
Niğde, Kırıkkale, Samsun, Isparta şarapçıları…
Türk delegelerin kompozisyonu da ilginçti. Doluca’nın kurucusu Nihat Kutman ile Kavaklıdere’nin kurucusu Cenap And gibi ünlü isimlerin yanı sıra, Isparta, Samsun, Kırıkkale ve Niğde gibi bugün şarap yapılmayan illerimizden de üreticiler vardı. Tekel de başta Fransız önoloğu Marcel Biron, tam kadro oradaydı. Tarım Bakanlığı, Ziraat Fakülteleri, Bağcılık araştırma enstitüleri, en seçkin uzmanlarını kongreye göndermişlerdi.
Kongrede alınan kararlar arasında, Fransa’daki gibi bağ ve şarap kooperatiflerinin teşvik edilmesi öne çıkıyordu. Bugün bilinen birçok yerli üzümün yanı sıra Isparta’nın Karagemre, Karaman’ın Gök, Ankara’nın Çubuk Siyahı, Malatya’nın Şilfoni üzümleri de övülüyor, bunlardan şarap yapılması öneriliyordu. Yeni açılacak küçük şaraphanelere kuruluş maliyetinin yüzde 20’sinin kredi olarak verilmesi de kararlaştırılmıştı. Son olarak, Trakya’da Papaskarası, Ege’de Misket üzümü yaygınlaştırılacaktı. Orman Bakanlığı’na fıçılık tahtaları temin etmesi ve bunlardan fıçı yapmak için atölyeler kurması talimatı da verilecekti.
Beş gün süren kongrede Tekel’in Bomonti’deki bira ve Mecidiyeköy’deki likör fabrikaları da ziyaret edilmiş, zamanın en şık mekânları Taksim Belediye Gazinosu ile Park Otel’de ziyafetler verilmiş, özel bir gemiyle Tekirdağ’a gidilerek şarap tesisinin ve bağların gezilmesi de ihmal edilmemişti.
70 yıl sonra hedeflerin hiçbiri gerçekleşmedi
Aradan geçen 70 yılın sonunda, Türkiye artık böyle kongrelere ev sahipliği yapacak bir iklimden çok uzakta… Zaten alınan kararlar da aradan geçen yıllarda uygulanmamış, 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle artan gericilik, kamu nezdinde şarabın önceliğini adeta sıfırlamış. Ne kooperatifler kurulmuş, ne yerli meşelerden fıçı atölyeleri… Adı geçen birçok üzüm kaybolmuş, birçok şehirde şarap yapımına son verilmiş, Papaskarası ile Misket artacağına azalmış. 90’lardan sonra turizmin etkisiyle özel sektör şarapçılığı canlandırmış ama aradan geçen 50 yıl kaybedilmiş, büyük ölçüde boşa harcanmış.
Ya 70 yıl önceki şarap kongresinde alınan kararlar uygulansaydı, sonuçları da alınsaydı? Eminim ki daha uygar, daha zengin bir ülkede yaşıyor olurduk…