Donnafugata şaraphanesinin sahibi José Rallo 150 yıldır şarap üreten köklü bir aileden gelmeseydi, adının deliye çıkması işten bile değildi. Zira Sicilya’nın herkesin birbirini tanıdığı 2 bin nüfuslu Contessa-Entellina köyünde yaptığı inşaat ne bir şaraphaneye, ne de köydeki diğer yapılara benziyordu. Önce ne için yapıldığı anlaşılmayan dev metal direkler dikildi, sonra da yanlamasına metal kirişlerle birbirlerine bağlandı. Ve üzerlerine bir çatı örtülmesi beklenirken, onlarca tuhaf panel yerleştirildi. Herkes klasik bir şaraphane binası beklerken, Rallo önce dev bir güneş çatısı inşa etmişti. “Fotovoltaik sistem” denilen bu paneller sayesinde hemen yana yapılacak şaraphanenin soğutmasında dışarıdan alınan kirli enerji harcanmayacak, böylece her bir şişe şarap başına karbon emisyonu düşürülecekti…
Rallo, enerjiden tasarruf etmek için sıcak adada üzümler serinken gece hasatı yapmak ve şarapların yerüstündeki depolarda eskitildiği Sicilya’da ilk yeraltı mahzenini kazdırmak gibi uygulamalara da girişti. Böyle hamleler de ondan beklenirdi, zira mafyayla ünlü adanın uygar yönünü temsil ediyordu. UniCredit Bankası Tarımsal Komite Başkanı’ydı ve küçük işletmeleri dünyaya açmaya çalışan bir yerel liderdi. Edebiyat ödüllerini destekliyor, arkeolojik kazılara sponsorluk yapıyor, “şarap ve müzik” günleri düzenliyordu. Nobel ödüllü Muhammed Yunus’un mikrokredi projesinin bile ortaklarındandı. Sıkı da bir çevreciydi, küresel ısınmaya dikkat çeken ve hükümetleri tedbire zorlayan çevreci örgüt Kyoto Club’ın üyesiydi. İtalya’nın güneş enerjisi kullanan ilk şaraphanesini kurması da, böyle bir vizyonun ürünüydü.
Bunlar sayesinde nice asırlık üreticilerin bulunduğu adada 1983’de kurduğu firması, kısa sürede en ünlü isimlerden biri haline geldi…
Bu öncü kadını ve ilkleri gerçekleştirdiği tesislerini niye mi anlattım? Çünkü artık bizde de Donnafugata gibi “çevreci şaraphaneler” var, dünyada gelişen bu akım bize de geldi…
İlk adım, organik bağcılık oldu
İspanya’dan İtalya’ya, Fransa’dan Kaliforniya’ya tüm önemli şarap ülkelerinde giderek yayılan çevreci şarapçılık, bundan 10-15 yıl önce Türkiye’ye önce organik bağcılıkla geldi. Dünyayı yakından izleyen bazı Türk şarap üreticileri, organik bağcılığın sadece doğanın değil, şarap kalitesinin de dostu olduğunu fark ettiler. Tarım ilacı ve suni gübre kullanılmadan yetiştirilen üzümler ilk yıllarda bağ hastalıklarına karşı kırılgan olsalar da, kısa sürede bağışıklık sistemlerini geliştirip eskiden de dayanıklı hale geliyordu. Üstelik bu üzümlerin şarapları daha dolgun, daha aromatik, yıllanmaya da daha uygundular. Üzümün organik yetişmesi duyarlı şarapseverler için bir tercih nedeniydi aynı zamanda.
Denizli’nin Bekilli bölgesinde Küp, İzmir-Torbalı’da LA (Lucien Arkas), Akhisar’da Selendi, Gökçeada’da Nusretbey, Kayseri’de Vinolus ve Tekirdağ’da da Château Nuzun ile Barbare, bağlarını organik yetiştirdiler. Eceabat’taki Suvla da Bozokbağ’ını organik bir parsel olarak ayırdı. Kavaklıdere, sertifika almasa da Pendore bağlarını büyük ölçüde organik prensiplerle yetiştirdi. Tüm bu bağların şarapları, doğa dostu şarapçılığımızda “birinci dalga” oldu.
Karbon ayak izli Boğazkere…
Son zamanlarda ise, çevreci şarapçılıkta ikinci aşamaya geçtik… Bu aşamada tesisteki üretim ve dağıtım da mercek altına yatırıldı. Kırklareli’deki Arcadia şarapları mesela, devletten de destek alarak bağlarının yanıbaşına dev bir güneş panelleri tarlası yaptı. Bu sayede hem şaraphanesinin, hem de bağlarının içindeki Bakucha bağ otelinin enerjisini temiz elde etmeye başladı. Kayra ise çok daha sofistike bir işe girişti, şarapta karbon ayak izini hesaplamaya ve azaltmaya sıvandı. Kuşkusuz milyonlarca litre kitle şarabı üreten bir firmanın tüm ürünlerini böyle üretmesi ilk ağızda mümkün değildi. O yüzden Kayra’cılar projeyi üst segmentteki Vintage serisinde uyguladılar. Elazığ ve Şarköy tesislerinde üretilen Vintage’ların karbon ayakizlerini olabildiğince aşağı çektiler ve şişelerin arka etiketlerinde oranları deklare ettiler. Bu duyarlılıklarıyla da ÇEVKO Vakfı’ndan Yeşil Nokta Sanayi Ödülü’nü kazandılar. Kayra’cılar şimdilerde de nakliye ve depolamada karbon salınımını azaltacak “hafif şişe” projesi üzerinde çalışıyorlar.
Kuşkusuz, doğa dostu şarapçılığın sonu yok… Bu konuda hayli fanatik olan biyodinamik şarapçılar gibi bağlarına traktör bile sokmayanlar var. Koskoca şatolarda ahırlar kuruyor, atlar besliyor, bağları büyük dedeleri gibi atlarla sürüyorlar. “Hem üzümlerin üzerine kirli egzost püskürmesini engelliyoruz hem de mazot yakılmadığı için doğaya duman salmıyoruz. Atlar ise ‘samanla çalışıyor’ ve doğal gübreleri toprağı besliyor” diyorlar.
Türk şarapçılığı henüz bu aşamada değil ama kısmen de olsa, doğru yola girmiş gözüküyor…