10 Kasım 2013

O Ses Sen misin Türkiye?

Gerek günlük yaşamlarımızın zorluğundan gerekse gündemin gerginliğinden kaçmak amacıyla medya araçları bizler için âdeta bir hayal dünyası (Matrix) yaratır. Gerçekte var olmayan dünyalar olsalar bile sinemanın, televizyonun sunduğu bu dünyayı rahatlama fırsatı olarak görüyoruz.

 

Wachowski Kardeşler tarafından 1999 yılında gösterime sokulan Matrix serisinin ilk bölümünde Neo, sanal bir dünyanın içerisinde yaşadığı gerçeğinin farkına varır ve arkadaşlarıyla birlikte teknolojiye karşı bir varoluş mücadelesine girişir. Kurtuluş mücadelesi içerisinde ekip arkadaşı Cypher (Reagan) gruba ihanet eder ve makinelerle bir anlaşma yapar. Bu anlaşma sırasında makine (Ajan Smith) ile Cypher arasında şöyle bir diyalog geçer;

Cypher (Reagan): Hiçbir şey hatırlamak istemiyorum, hiçbir şey. Anladın mı? Ve zengin olmak istiyorum. Bilirsin, önemli biri. Örneğin bir aktör.

Ajan Smith: Siz nasıl isterseniz Bay Reagan.

Cypher (Reagan): Tamam. Vücudumu fabrikaya geri götürün. Beni yine Matrix’e sokun. Ben de istediğinizi vereyim.

Bu konuşmanın ardından Cypher makineler tarafından verilen görevi yerine getirirken “gerçek” arkadaşlarına ihanetinin sebebini şu şekilde açıklar; Bu dünyadan bıktım, savaşmaktan bıktım, bu gemiden bıktım, düşünmekten, her gün aynı berbat pisliği yemekten bıktım.

Gerek günlük yaşamlarımızın zorluğundan gerekse gündemin gerginliğinden kaçmak amacıyla medya araçları bizler için âdeta bir hayal dünyası (Matrix) yaratır. Gerçekte var olmayan dünyalar olsalar bile sinemanın, televizyonun sunduğu bu dünyayı rahatlama fırsatı olarak görüyoruz. Ünsal Oskay, İletişimin ABC’si kitabında bu halimizi gerçeklikten kaçış eğilimi olarak adlandırıyor.

Televizyon kanallarının reyting (rating)  ölçümlerine göre çocukluk günlerimizi hatırlatan (Karadayı, Seksenler, Doksanlar vb) dizilere sığınmanın ya da toplum olarak dünyanın hâkimi olduğumuz zamanları sergileyen (Muhteşem Yüzyıl vb) dizilerle saray yaşamı sürmenin yanında, gerçeklikten kaçmamamızı sağlayan diğer bir program formatı da, spor karşılaşmaları ve yarışmalar. Dizi seyretmediğimiz zamanlarda bireysel kurtuluş mücadelesi içerisindeyiz. Yarışmalarda sesimiz, sesimiz yoksa yeteneğimiz, eğer ikisi de yoksa bilgimiz dahilinde mücadele veriyoruz. Sesimiz, yeteneğimiz veya bilgimiz yoluyla başarıya ulaşamamama durumunda da “Ben Bilmem Eşim Bilir” diyerek aslında tek başımıza bir farklılığımız olmadığına inansak bile takım mücadelesi içerisinde iyi bir çalışan olduğumuzu sergilemeye çabalıyoruz. Yarışmalara katılmayıp seyirci olarak izlediğimizde ise yarışmacılarla özdeşleşip hayallerine ortak oluyor, onlarla beraber gülüyor, onlarla beraber ağlıyoruz. Yarışmacıyla kendimizi özdeşleştiremediğimizde jüri görevini üstlenip yarışmacıyı (bireysel bir üstünlüğe sahip olmadığı veya toplumsal düzenin çekirdeği ailenin bir üyesi olarak yeterli çabayı gösteremediği için) hak ettiği yaşama yani bizim gibi seyirci koltuğuna (gerçekliğe) geri gönderiyoruz. İd, ego ve süper egomuzun temsili gibi dizilen jüri üyeleri de kimi zaman gerçeklerden bahsederken, kimi zaman gerçek yaşamda karşımızda olana dahi söyleyemediğimiz yargıları yarışmacılara söyleyerek iç sesimizin dışavurumu haline geliyorlar.

Douglas Kellner, 90’lı yıllarda Amerikan televizyon dizileri üzerine yaptığı araştırmasında, dizilerde, yarışmacılık, özel mülkiyet, insanın insana eşit olamayacağı, mutluluğa erişmekte en kısa yolun bireysel bir yol bulmak olduğu gibi değer ve inanışlara hiç dokunulmadığından bahsetmektedir. Günümüzde bu tabular artık yarışmalarımızın ana ilkeleri olarak kendilerini sergiliyor ve bireyin ve toplumun yarış ortamını normal bir düzen olarak algılamasını sağlıyor. 90’lı yıllarda televizyon bize farklı yaşamları âdeta birer pencere gibi sunarken, 2000’li yıllardan itibaren dizilere bizler de dahil oluyor, yarışmalar sayesinde her gün “gerçek” insanların “hayal”lerine ulaşmak için verdiği mücadeleye seyirci oluyoruz. Televizyonlar reyting ölçümlerinden anlaşıldığı üzere seyircinin diziler kadar yarışmaları da izlemesinden hareketle, izleyicisine talep ettiğini sunmaktadır.

Yalnızlaşan bireyin televizyon aracılığıyla gerçeklikten uzaklaşması konusunda kurumların, yönetimlerin bir sorumluluğu söz konusu mu? Bu konuda bir eğlence aracı olduğu kadar aynı zamanda bilgilendirici bir araç olan televizyonların (ve medyanın) yapabileceği hiçbir şey yok mu? Ünsal Hoca aynı  kitabında “İletişim ortamlarında geniş kitlelere yaşadıkları toplumsal sorunların toplumsal ilişkilerdeki hangi tür değişikliklerle çözüm bulunabileceğini onların tatmin olacağı noktaya kadar anlatmak gerekmektedir” diyerek nihai olarak gerçeklikten kaçan bireyin ancak bilgilendirilerek, belirli bir bilinç düzeyine kavuşması sağlanarak gerçekliğin içerisinde tutunabileceğinden bahsetmektedir. Fakat birey yine de gerçeklikten kaçmayı tercih edebilmektedir. Bu durumda “kaçtığı” noktalarda bireyin uyarılması da bir yöntem olarak denenebilir.  En azından yurt dışında yayınlanan örneklerde bu yöntemin denendiğini görüyoruz. Yazının başında verdiğimiz örnekte olduğu gibi sinema aracılığıyla olduğu kadar diziler aracılığıyla da hayal dünyasındaki bireyin uyanması için uyarıda bulunuluyor.

İngiliz kamu yayın kuruluşu Channel 4 tarafından 2011 tarihinden bu yana yayınlanan ve senaryosu (aynı zamanda The Guardian yazarı olan) Charlie Brooker tarafından yazılan Black Mirror (Kara Ayna) dizisi medya ve teknolojinin gerek insan gerekse toplumu nasıl etkileyip yönlendirdiği üzerinde duruyor. İçeriğinde yer alan şiddetten çok Douglas Kellner tarafından değinilen kutsal değerlere dokunduğu için henüz televizyonlarımızda yayınlanmayan dizi, İngiliz yayıncıların hem kendilerine hem de seyircilere tuttukları bir ışık aynı zamanda. Dizinin birbirinden bağımsız her bir bölümünde medyanın ve de teknolojinin gerek birey gerekse toplum hayatında ne kadar etkili olduğu izleyen herkesin çok net anlayabileceği bir dille aktarılıyor. Türkiye’de de değinilen örneklerin başarısından yola çıkılarak yapılacak filmler, diziler, programlar kamu yayıncılığının anlamlı ve izlenilir bir boyuta ulaşmasını sağlarken bireylerin yalnızlık duygusundan kurtularak “rüya görme isteği yerine gerçek yaşamlarına sarılma” arzularının artmasına yardımcı olacaktır.

 

 

Program

Kanal

Reyting

1

Galatasaray-Kopenhag Maçı   

Star Tv

16,12

2

Kurtlar Vadisi Pusu

Atv

12,33

3

O Ses Türkiye

Star Tv

11,51

4

Yetenek Sizsiniz Türkiye

Star Tv

10,46

5

Karadayı

Atv

9,83

6

Küçük Gelin

Samanyolu Tv

9,37

7

Muhteşem Yüzyıl

Star Tv

9,17

8

Karagül

Fox Tv

8,91

9

Yetenek Sizsiniz Türkiye

Star Tv

8,51

10

Karagül

Fox Tv

8,21

 

1- 8 Kasım 2013 tarihleri arasında en çok izlenen yayınlar

http://www.medyatava.com/rating adresinden derlenmiştir.

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Banksy İstanbul’da! Yani?

Evet, Banksy İstanbul'a geldi ve kendisi eserlerinin ücret karşılığında sergilenmesine karşı olsa da sergiyi gezmek ücretli

2015’te Google’da ne aradık, gerçekte ne kaybettik?

Hem gerçek sorunları tespiti hem de sorunlara çözümler geliştirilmesiyle ilgili hem bireysel hem de toplumsal olarak sıkıntılar yaşadığımız aşikar. Belki de bunun sebebini sorgulamamız gerekiyor…

Star Wars VII: Doğru! Hem de hepsi…

Star Wars VII’de eski karakterlerle özlemimizi giderirken bir yandan yeni kuşağın yeni hedef kitlelerin kucaklandığı görülüyor

"
"