01 Mayıs 2024

Sokaktan ödü kopan bir rejim

Hem 12 Eylül Anayasa'sını değiştirmekten söz ediyor hem de Taksim'deki 1 Mayıs kutlamaları ile ilgili 12 Eylül yasaklarından medet umuyor. Oysa otokrasileri yıkan şey, kitlelerin toplantıları, protestoları değil; baskıcı liderlerin asıl korkmaları gerekenler, kendi yönetsel gruplarının içindeki hırslı tipler. Yani önce Saray koridorlarına, sonra Devlet Bey'e dikkat etmelisiniz Tayyip Bey...

Taksim Meydanı - 30 Nisan 2024 (Fotoğraf: T24)

İstanbul Valiliği dün sabah bir bildiri yayımladı ve "1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü, ilimizde de çeşitli etkinliklerle kutlanacaktır" dedi. Vali Bey şöyle söylüyor:

"1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü'nün 'Bayram' havasında kutlanabilmesi, şehrimizin huzur, güvenlik ve esenliğini olumsuz yönde etkileyebilecek davranışların önlenebilmesi amacıyla Valiliğimizce gerekli önlemler alınmıştır."

İnsan böyle açıklamalar duyunca hâliyle mutlu oluyor; kentimize bir Vali gelmiş, vatandaşların rahat ve huzuru için her türlü önlemi alıyor, biz de huzur içinde bayramı kutlayabiliriz. İsteyen pikniğe gider, isteyen Taksim'e mitinge diye!

Mutluluk tebessümlerinin yerini acı tebessüm alması için açıklamada bir alt satıra geçmek yetiyor.

Oradan anlıyoruz ki Vali Bey, hepimizi evlerine hapsetmeye karar vermiş, alıştıra alıştıra açıklıyor.

Bir koca kent halkının seyahat özgürlüğü, toplanma özgürlüğü, ifade özgürlüğünü kaldırmış, "evinizde oturursanız başınıza bir şey gelmez" diyor.

Anayasa Mahkemesi'nin daha önceki 1 Mayıs yasaklamaları ile ilgili hak ihlali kararları ortadayken Vali'nin bunu yapmaya cesaret edebilmesinin nedeni, Sarayların efendisinin korkusu.

Taksim'de kalabalıkların toplanmasından ödü kopuyor.

Hem 12 Eylül Anayasa'sını değiştirmekten söz ediyor hem de Taksim'deki 1 Mayıs kutlamaları ile ilgili 12 Eylül yasaklarından medet umuyor.

Oysa bu köşede kaç kere yazdım.

Otokrasileri yıkan şey, kitlelerin bu tür toplantıları, protestoları değildir diye.

Yale Üniversitesi'nden Milan Svolik'in araştırmasına göre 1945 – 2002 yılları arasında iktidara gelen ve sonra iktidardan gitmek durumunda kalan 316 baskıcı liderden sadece 32'si halk ayaklanması ile devrilmiş. Yaklaşık bir oran vermek gerekirse yüzde 10 gibi bir şey.

Baskıcı liderlerin asıl korkmaları gerekenler, kendi yönetsel gruplarının içindeki hırslı tipler.

Bu baskıcı liderlerden 205'i, yani yaklaşık yüzde 70'i kendi içlerinden çıkan muhaliflerce devrilmiş. Yani önce Saray koridorlarına, sonra Devlet Bey'e dikkat etmelisiniz, Tayyip Bey.

UCLA'dan Barbara Geddes'in araştırması da bunu doğruluyor: Baskıcı liderler için tehlike, kendi iktidar gruplarının içinde yatıyor aslında, sokaklarda –meydanlarda değil.

Onun için hiç değilse bu 1 Mayıs'ta bir demokrasi gösterisi iyi giderdi aslında.

12 Eylül Anayasası tu kaka, özgürlükçü Anayasa yapacağız filan derken daha inandırıcı olmak için!

* * *

O defter 3 Temmuz'da kapanmıştı

Seçimin kaybında Fenerbahçe'ye yapılan haksızlıkları gerekçe gösterenlerin oranı yüzde 1,2
3 Temmuz 2011'de Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım ile Fenerbahçe Asbaşkanı Şekip Mosturoğlu ve Beşiktaş Asbaşkanı Serdal Adalı gibi futbol dünyasının yakından tanıdığı birçok ismin gözaltına alınmasıyla başlayan "futbolda şike" soruşturmasında Fenerbahçe'nin şampiyon olduğu 2010-2011 sezonunda Süper Lig ve Birinci Lig'de toplam 19 maçta şike ve teşvik faaliyetleri yapıldığı öne sürülmüştü

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçenlerde Fenerbahçe'yi bıraktığını, artık sadece Milli Takımı tuttuğunu açıkladı.

Bir insan tuttuğu takımı nasıl değiştirebilir, çok anlayabildiğim bir şey değil.

Aslına bakarsanız, Cumhurbaşkanı'nın Fenerbahçe'yi bırakmasından önce Fenerbahçe, Cumhurbaşkanı'nı çoktan bırakmıştı.

Fetullahçı çetenin, Erdoğan'ın himayesinde Fenerbahçe'nin başına çuval örme girişiminden beri bu böyle.

Onun için Cumhurbaşkanı'nın Fenerbahçe'ye vedası bir tür şaka sayılır.

Geçenlerde Asal Araştırma, AKP'nin yerel seçimi neden kaybettiği ile ilgili bir araştırma yaptı, bilmiyorum dikkatinizi çekti mi?

İktidar kanallarındaki konuşan kafalara bakarsanız, AKP'nin oy kaybının nedeni Gazze konusunda radikal adımlar atmamış olmaları.

Ancak araştırma sonuçlarına bakarsanız hiç de öyle değil.

"İsrail ile ticaretin devamının" oy kaybına neden olduğunu söyleyenlerin oranı binde 7.

Buna karşılık sokak hayvanlarına iyi bakılmamasını gerekçe gösterenlerin oranı yüzde 2.

Araştırmada ilginç bir sonuç daha var: Seçimin kaybında Fenerbahçe'ye yapılan haksızlıkları gerekçe gösterenlerin oranı yüzde 1,2.

Öyle görünüyor ki küçük bir oranda da olsa Mesut Yılmaz'ın başına vaktiyle gelenler, Erdoğan'a da gelmiş.

Fenerbahçe deyip geçmemek gerek; bu kulüp Türkiye'nin en kalabalık sivil toplum kuruluşu. Taraftarları Fetullahçı çetenin en etkin olduğu dönemde bile sokaktaydı, bunu da akılda tutmakta yarar var.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

Yazarın Diğer Yazıları

YSK’ya artık neden güvenmiyoruz?

YSK, kusura bakmasın ama kendi prestijini ve kararlarının tartışılmazlığını kendisi yok etti. İmamoğlu aleyhine açılan “ahmak davası” da Erdoğan rejiminde YSK üyelerinin siyasi yönlendirmeye ne kadar açık olduklarını ortaya koyan bir başka örnek. Ve bir soru: Recep Tayyip Erdoğan, dördüncü kez aday olmak isterse, YSK ne yapar?

Yargının itibarı nasıl korunur?

Taksirle ölüme sebebiyet vermekle suçlananların bile iktidara yakınlık durumlarına göre tutuksuz yargılanabildiği Türkiye’de, Nasuh Mahruki sosyal medya paylaşımı nedeniyle tutuklandı. ‘Uluslararası Demokrasinin Küresel Durumu – 2023’ raporuna göre Türkiye, 173 ülke içinde hukukun üstünlüğü alanında 148. sırada yer alıyor. Bu tabloda siyasetin olduğu kadar yargı kurumlarının da rolü yok mudur?

Bu disiplinsizlik en ağır cezayı mı hak ediyor?

Teğmenlerin, subay yemini yapılmayacağına ilişkin emre rağmen, bu yemini etmeleri kuşkusuz ki bir disiplinsizliktir. Ancak ellerin vicdanlardan çekilmemesi de yararlı olur: TSK Disiplin Kanunu’nun öngördüğü en ağır cezayı gerektirecek bir disiplin suçu mudur?

"
"