Hıncal Abi ile tanıştığımda 1975 yılının 30 Mayıs günüydü, öğleden hemen sonra.
Ankara Konur Sokak'taki Yankı Dergisinin idarehanesine girdiğimde, kapının hemen karşısındaki odada oturan, tuhaf sakallı, saçları açılmaya başlamış, sinirli görünüşlü bir adam.
Demek ki o günlerde 36 yaşındaymış.
Mehmet Ali Kışlalı'ya geldiğimi söyledim, tek kelime etmeden baş parmağıyla sağ tarafa doğru bir işaret yapmıştı.
Gazeteciliğe o gün Mehmet Ali Kışlalı ile görüştükten sonra başladım. Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin ikinci sınıfındaydım.
O büroda benim yaşımdaki Ankaralı gazetecilerin "ağabeyleri" vardı hep.
Mehmet Ali Kışlalı, Ahmet Taner Kışlalı, Hıncal Uluç, Şefik Kahramankaptan, hayatımdaki en önemli karakterlerden biri olan Kurthan Fişek Hocam.
Ertesi gün akşamüstüne doğru Hıncal Abi, Şefik Ağabey'in önüme yığdığı gazete kupürlerini dosyalamaya çalışırken geldi.
"Tuzağa düşen son Mülkiyeli sensin demek" dedi, ardından gevrek bir kahkaha atarak.
O günden beri de neredeyse hiç ayrılmadık.
Aynı yayın organlarında çalıştık, aynı masayı rahmetli Ercan Arıklı ve Hıncal Abi ile paylaştığımız da oldu.
Ali Kocatepe ile oturdukları evi bir süreliğine ben de paylaştım. Erkekçe Dergisi'ni yayınlayan üç bekar erkek aynı evde!
İş hayatında yolumuz ayrılsa da hep birlikte olduk. Birbirimizi dönem dönem uzun aralarla görsek de ilişkimizin şekli hiç değişmedi, o benim Hıncal Abim'di.
Yıllar önce Hürriyet'teki bir yazımda kendisinden "Sabah yazarı Hıncal Uluç" diye söz ettiğimde sinirle telefona sarılmış, "ne zamandan beri böyle resmi olduk" diye sıkı bir fırça atmıştı.
O günden sonra eğer yazımda ondan söz etmem gerekiyorsa, kızdırmak için zaman zaman "Hıncal – Ağabey – Uluç" kalıbını kullanırdım.
Birbirimizi kızdırma hikâyelerimiz Yankı dergisindeki yıllarımıza kadar gidiyor.
Fenerbahçe, Galatasaray'ı yenerse ağır şaka yapmak benim hakkımdı. Galatasaray kazanırsa da onun hakkı!
Kızmak yoktu, alınmak yoktu, küsmek hiç yoktu.
Türk basınında çoğu kişinin anlayamadığı bir şeydi bu.
Kendince yanlış olduğunu düşündüğü bir yazı yazdıysan, yanmıştın, en ağır şekilde eleştirirdi.
Sonra da yemeğe çıkardık, sanki o ağır yazıyı hiç yazmamış gibi!
Türk basınında çığır açan köşesi Hıncal'ın Yeri'ni, Sabah'ta yazmaya başladığında aynı masayı paylaşıyorduk.
Yazılarını yazı işlerine göndermeden önce okutur, "iyi olmuş abi" deyince de kızardı. "Yağcılık yapma, adam gibi oku" diye!
Erkekçe'yi çıkarmak için İstanbul'a taşındığında ben de yedek subaylığımı bitirmek üzereydim.
Erkekçe ve Bilim Dergisi'nde yardımcılığını yaptım. Bu meslekte çok şeyi Hıncal Abi'den öğrendim.
Yöneticiliği bir an önce bırakıp sadece yazı yazmaya odaklanmamı tavsiye ederdi hep.
Hıncal Uluç hakkında olumlu – olumsuz çok şey okuyacaksınız.
Bu bizim meslekte bıraktığı izin derinliği ile ilgilidir.
Bazı konulardaki eleştirilerimi yaşarken yüzüne söyleme olanağım olduğu için ya da gazetede yazarak yanıtladığım için olsa gerek hafızamda onunla ilgili kötü bir anım yok.
Yaşarken en çok kızdığı şeylerden biri de gazetecilerin yaptıkları haberlere, çektikleri fotoğraflara, çizdikleri sayfalara karşı gösterdikleri özensizlikti.
Ve sanırım kaderin cilvesi, son çalıştığı gazetede ölümü ile ilgili haberdeki şu cümleye bakın:
"Askerden döndüğü 1967 yılında ise eski Yenigün ekibinin çıkardığı Yankı gazetesinde çalışmaya başladı."
Neresini düzelteyim, karar veremedim.
Yankı'nın Mart 1971'de yayınlanmaya başladığını mı, yoksa bir gazete değil dergi olduğunu mu?
Türkiye'nin en kıdemli gazetecilerinden olan, spor yorumculuğuna odaklanan ve dergicilikten köşe yazarlığı ile televizyona uzanan mesleki kariyerini Sabah gazetesinde sürdüren Hıncal Uluç (83) hayatını kaybetti
* * *
Zarardan dönebilmek için gerekli bir adım
Bugünkü yazıya iki yanıttan birini seçeceğiniz bir soru ile başlayacağım.
20 yılı deviren iktidarı süresince Türkiye'ye en büyük zararı kim verdi?
Kendisini iktisatçı zanneden Recep Tayyip Erdoğan mı?
Kendisini Arap sokağının sahibi zanneden Recep Tayyip Erdoğan mı?
Kendi yanıtımı vereyim:
Türkiye'ye geri dönüşü son derece zor zararı veren kendisini Arap sokağının sahibi zanneden Recep Tayyip Erdoğan oldu.
Kendisini iktisatçı zannetmesinin sonuçlarını zaman içinde telafi edebilmek mümkün.
Türkiye ekonomisi, her şeye rağmen büyük ve güçlü bir ekonomi ve Türkiye'ye akıl yeniden hâkim olursa bugün yaşadığımız ağır enflasyonun sonuçlarını telafi edebilmek mümkün olabilir.
Nitekim geçmişte böyle bir deneyimi yaşadık.
2000'lerin hemen başında bazı bankaların batmasını da tetikleyen ağır bir ekonomik krizden, sadece akılcı yönetim ile çıkabildik.
Ancak Erdoğan'ın, ideolojik saplantıları nedeniyle Türkiye'nin dış politikasında yarattığı tahribatı giderebilmek kolayca mümkün olmayacak.
Erdoğan'ı, Mısır Devlet Başkanı Sisi ile tokalaşırken gösteren fotoğrafa bakarken bunu düşündüm.
Sonunda buraya geleceğini en başından beri biliyorduk aslında.
Normal olan buydu çünkü.
O nedenle "vay eskiden öyle söyledin de şimdi nasıl elini sıkıyorsun" demeyeceğim.
Normal olan Mısır ve Türkiye gibi iki ülkenin liderlerinin küs olması değil, ülkelerinin çıkarlarının gerektirdiği her anda dostça görüşebiliyor olmalarıdır.
Dostça görüşmek, her zaman aynı şeyi savunmak, aynı yerde olmak anlamına da gelmez.
Ülkeler ulusal çıkarlarını korumak zorundadırlar ve çıkarları korumanın en iyi yolu herkesle konuşabiliyor olmaktan geçer.
Erdoğan, İsrail, Suriye ve Mısır ile ilişkilerde bu çizgiyi kaybetti.
O kaybın sonuçlarını bugün yaşıyoruz.
Suriye'nin kuzeyi, Türkiye'nin güvenliği açısından tehditler içeren istikrarsız bir adaya dönüştü.
Mısır, tarihinde ilk kez Türkiye'nin karşısında Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlar ile iş tutuyor.
Onun için Erdoğan'ın bu geri dönüşünü önemsemek gerekiyor.
Aynı şekilde Esad ile de konuşabilir hale gelmek zorundayız.
İlişkilerin kısa sürede düzelmeyeceğini ve belki de hiçbir zaman eskisi gibi olmayacağını bilerek zarardan dönebilmenin yollarını açık tutmak Türkiye'nin hedefi olmalıdır.
Recep Tayyip Erdoğan, Katar'da 2022 FIFA Dünya Kupası'nın açılışı dolayısıyla liderlere verilen resepsiyonda, daha önce "tiran", "katil", ve "darbeci" gibi ithamlarda bulunduğu Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi ile selamlaştı.
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?
Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu
Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.
12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı
Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu
1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.
Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.
1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.
2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.
2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.
Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı.
"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.
|